sırtında bir “üniforma”yla sunulan bir çok hizmet alanının çalışanının başına geldiği gibi, hekimler de sıklıkla bir beyaz gömlekle özdeşleştirilir ve kimliklerinden soyutlanarak bir gömleğe indirgenir ve o gömleğin içinde “anonimleştirilir”
onların yalnızca “doktor” olmaları, bilgi ve deneyimlerini kullanarak hizmet sunduklarını “iyi” etmeleri yeterlidir.
eğer süreğen bir hastalıkla uğraşmıyorlarsa hizmet verdikleri sıklıkla tedavi sonlandığı zaman unuturlar onları... başka hastaların “anonim” doktorları olarak mesleklerini sürdürürler.
bu bir ev kadının her gün evde sabahtan akşama kadar yaptıklarına benzer. akşama kadar canı çıkar çalışmaktan ama, çevresi de kanunlar da onları “ev kadını” olarak adlandırır ve bu yoğun çalışmasını görmez. üstelik de ertesi gün yeniden aynı “görünmez işleri” yapacaktır...
çok nadiren bazıları o beyaz gömlek sırtlarında yokken de bilinir tanınır olurlar. buna medyanın katkısı büyüktür çoğu zaman. hep onlara sorulur bazı sorular, ya da hep onlar görüş açıklarlar... bu ülkede sanırım sayısı ‘yüzellibin’e ulaşan bir hekim topluluğu var. ama medyada görünenlerin sayısı iki elin parmaklarının toplam sayısını geçmez.
onların çoğunda çıkış noktası genellikle beyaz gömleğin dışındaki varlıkları ve yaptıkları, ettikleri yüzündendir...
onların “doktor” kimlikleri çoğu zaman bir tamamlayıcı “süs”tür, hatta bazen göze bile görünmez, onlar o varoluşları ile bilinirler, anılırlar, sayılırlar…
eskiden “tıp fakültesinden her şey çıkar, arada sırada da ‘hekim’ çıkar” denilirdi.
her şey çıkar gerçekten de tıp fakültelerinden...
çıkıyor!...
hekimler de hastalanırlar
hekimlerin o kimlikleri ve özellikleri içinde hastalanmayacakları düşünülür bir de... sanki onlara tıp eğitimleri sırasında hastalanmamanın yolu öğretilir, ya da daha doğrusu lokman hekim’in “ab-ı hayat” iksirinin ellerine verildiği düşünülür.
oysa böyle bir şey yoktur, çok sıkıntılı ve her an risklerle karşı karşıya gerçekleştirilen bir mesleğin uygulayıcı olan hekimler de herkes gibi hastalanabilirler...
hatta inanmayacaksınız belki ama daha çok hastalanırlar ve sıklıkla kimseye haber vermez geçiştirirler...
tedavisi olmayan bazı hastalıklar hekimlerin de başlarına gelebilir...
hekimler de yaşam boyu onları mesleğini bile yapamaz hale getiren bir hastalıkla yaşamak zorunda kalabilirler...
hekimler de daha çok şey yapabilecekken bir hastalık nedeniyle yaşamlarını yitirebilirler...
bunları yaşayan ve bir şekilde bunlar yüzünden yaşamını yitiren hekimlerin genellikle arkalarında bıraktıkları bir iz de yoktur...
çünkü yalnızca işlerini yapmış, tek tek insanlara sağlıklarını geri kazandırmışlardır...
eğer hekimlikle birlikte başka şeyler yaparak varolmayı başarabilmişlerse o zaman anımsanır, bilinmeye devam ederler. yoksa yoklardır. geçen zaman onların “yok”luklarını mutlaklaştırır.
unutulmamak, ama nasıl?
oysa hekimler de yeryüzündeki herkes gibi, bir gün bu dünyayı bırakıp da gidince, yakın çevreleri ve sevenlerinden başka insanlarca da bilinmek anımsanmak isterler...
bunun sıkça kullanılan bir yolu maddi olanaklarıyla adlarını yaşatacak kalıcı bir şeyler yapmaları ya da sevenlerince arkalarından yapılmasıdır.
eğer böyle bir şey yapılmazsa onlar için de unutulmak değişmez bir yazgıdır.
bir düşünün; herkes tüm yaşamı boyunca onlarca hekimden kendisi için yardım, destek almıştır; ama kaç kişi onların beşinin adını ardı ardına sayabilir?
ya da şöyle sorayım, kaç hekim adı sayabilirsiniz ardı ardına?
çok az değil mi!...
çünkü ancak gereksindiğimiz zamanlarda vardır onlar bizler için, yoksa yoklardır...
bugün herkesin bir “aile hekimi” olsa da yoklardır aslında...
onun için hekimler yaşarken hekimlikten başka bir şeyler de yapmak isterler, onun için “tıp fakültelerinden her şey çıkar”.
rıdvan şahin
onlardan birisini ben de yeni tanıdım. hatta “tanımadım” bile! ondan yeni haberdar oldum; arkadaşımın yolladığı bir elektronik mesajla. bir edebiyat ödülü duyurusuydu bu!
o da bir aile hekimi; üstelik de kendi mesleğini yaparken bir yandan da kendisi gibi aile hekimlerinin daha iyi çalışması, örgütlenmesi, daha iyi hizmet vermesi, eğitimi için çaba sarf etmiş bir hekim: rıdvan şahin!
üstelik “mekansal ve tematik” bağlamda birbirine yakın alanlarda bir şeyler yapmışız ama yolumuz hiç kesişmemiş...
örneğin o da benim gibi yaklaşık on yıl sonra istanbul tıp fakültesi’nde öğrenim görmüş...
örneğin o da benim gibi öğrenciliğinde “tiyatro”yla, hem de üniversitede tiyatroyla uğraşmış...
örneğin o da benim gibi “yazmaya çizmeye” meraklı olmuş hep, hep bir şeyler üretmiş...
örneğin o da yukarıda dediğim gibi kendisi gibi olan hekimlerle örgütlenme için çaba harcamış
örneğin o da bir “kanser hastası” olarak olsa da sağlığa, sağlık hizmetine, tıbba ve hekimliğe “hasta ve hasta hakları penceresinden bakarak” neler olması, yapılması gerektiğini ortaya koymuş...
bu kadar benzerliğe koşutluğa karşın dediğim yollarımız kesişmemiş... dahası haberdar bile olamamışız birbirimizden, üstelik pek çok ortak arkadaşımız varken...
bu yazı bu bakımdan bir “özür yazısı” olarak da algılanabilir.
mucizeler neler?
onu tanımadığımı söyledim; dolayısıyla onu anlatamıyorum size; çok daha yakınında olan birileri onu anlatmalı bence.
bir bloğu olmasına karşın ulaşamadığım dolayısıyla öğrenemediğim kısacık geçen yaşam öyküsünü birileri anlatmalı herkese.
o blogda yazılı herşeyi okumak gerek, ama bir paragrafı burada paylaşmak istiyorum özellikle; hepimizin onun düşündüklerini düşünmesi ve onun yapılmasını önerdiklerini hepimizin her an yapması için:
“evet, biz ‘sayılı günleri’ kaldığı varsayılan kişiler için sahiden mucizelere gereksinim var. ama acaba bu mucizeyi başka bir şekilde yaratamaz mıyız?
aslında tüm insanların hayatı sayılı günlerden oluşmaktadır. sonuçta hepimiz ölümlüyüz. sorun sadece bizim zamanı algılamamızla ilgili bir şey.
salvador dali portrelerinde eğilip bükülmüş saat resimleri vardır. zaman algısı da görecelidir. geciken bir treni beklerken geçmeyen bir saat, güzel bir dost sohbeti sırasında ise nasıl geçtiğini bile anlayamadığımız bir hal alır.
sayılı günlerimiz olduğunu bilmek de bize bu şansı yaratabilir. bu değerli zamanı bir karnavala çevirebiliriz. yapmak istediklerimizi ertelemek yerine yapmaya çalışabiliriz örneğin, önceden gündelik hayat nedeniyle hep ertelediğimiz eşimize, çocuklarımıza, dostlarımıza hak ettikleri zamanı daha çok ayırabiliriz. hoyratça kullandığımız gövdemize daha iyi davranabiliriz.”
dr. rıdvan şahin ödülleri
onu unutulmayanlar arasına katmak üzere ailesi, içinde yer aldığı türkiye aile hekimleri uzmanlık derneği-tahud ve arkadaşları onun ardından“rıdvan'ı geçen yıl kaybettiğimizde, öyküleri ve denemelerini de kaybetmiş olduk: yazmak istedikleri, biriktirdikleri, zihninde götürdükleri... yazabilecekleri, özlemleri, rüyaları...” diyerek, onun adına bir “edebiyat ödülü” koymuşlar: “dr. rıdvan şahin ödülleri öykü ve deneme – 2013”
bu yıl 2 kategoride verilecek bu ödül:
“öykü ödülü” için ana tema “rüyalarımız” olarak belirlenmiş. “deneme ödülü” için ise “özlemlerimiz” konusunu seçmişler, ana tema olarak.
seçici kurulda ise nadi bakırcı, haluk çağlayaner, çağrı kalaça, emrah kırımlı, halil şahin bulunuyor.
onun blogunda ödül koşulları, nasıl başvurulacağı ayrıntılarıyla yazılı.
katılmak yalnızca ödüle talip olmak anlamına gelmiyor bence! onun için bir şey yapmak, onun adını duyurmak, onun bilinmesini anılmasını sağlamak ve onun yapmaya çalıştıklarını sürdürmek için fırsat bence; belki bir “dayanışma” görevi de sayılabilir.
başta meslektaşları olmak üzere ne kadar çok katılım olursa o kadar anlamlı, değerli ve kalıcı olacaktır bu ödül hem rıdvan şahin için, hem de onun adına bu ödülü düzenleyenler için.
ödüller için son başvuru tarihi 14 mart 2013; değerlendirmenin sonuçları ise gerekçesiyle birlikte, 30 nisan 2013 günü ödül alanlara açıklanacak. ödül töreninin ise 19 mayıs 2013 tarihinde gerçekleştirilecek olan “ulusal aile hekimliği kongresi”nde yapılacak…
rıdvan şahin’i unutmayalım ve rıdvan şahin gibi hekimlik görevin yaparken bir yandan da yaşamın her alanında varolanları çoğaltalım.
ne kalıyorsa öyle yapanlardan kalacak, hele hele bugün içinde olduğumuz hekimlik ortamında... (ms/ekn)