bir çok örgütün birlikte düzenlediği "milyonlar adalet istiyor" forumu için yapılan çağrıda belirtilen zamanın hemen öncesiydi. beşiktaş barbaros parkına geldiğimde henüz forumun
hazırlıkları sürüyordu.
birkaç tanıdıkla merhabalaştım. açılan panoyu incelerken bir el uzandı bana doğru.
bir kitabı tutuyordu o el.
önce ele, sonra başımı kaldırıp elin sahibine baktım.
uzun boylu, yaşı benden biraz daha gençti, sırtında bej renkli uzun bir pardösü vardı.
yüzüne dikkatle baktım, tanıdığım bir kişi değildi.
yumuşak belli belirsiz bir sesle "almak ister misiniz" dedi.
kitabı aldım, bir şiir kitabıydı.
kapağın en üstünde "yalnız adamdan kara şiirler" alt bölümünde de daha büyük olarak "dikenli gül" yazıyordu.
daldım gittim bu adı okuyunca. dikensiz gül olur muydu acaba diye geçirdim önce. sonra kendi güllerimi, ardından da onların dikenlerini düşündüm. karar verdim: "dikensiz gül olmaz" yaşamda o yüzden mi güle benzer acaba? acılar, eziyetler, her zaman insana batan yanları onun için mi vardır?
elimdeki kitabın sayfalarına bakıyor ama görmüyordum.
ne kadar zaman geçti bilmiyorum, milyonlarca düşünce kafamdan geçerken.
"bu kitabı almam gerek" dedim kendi kendime; tek satırını bile okumadan.
sonra uyandım "alırım ama benim için imzalayacaksınız" dedim "yalnız adam"a. cüzdanımdan kitabın parasını çıkardım kitapla birlikte ona uzattım.
çantasından bir kalem çıkardı. kitabın ilk sayfasını açtı, ayaktayken yazmak zor olacaktı, hafif eğildi, dizine dayadı ve büyük harflerle önce adımı yazdı, sonra "beyefendiye sevgilerle" sözcüklerini ekledi ve imzaladı "yalnız adam".
kitabı aldım. teşekkür ettim. o da teşekkür etti.
önce kitaba benim için yazdığını, sonra onun adını okudum: "bülent aslan"
başka ne yapmam gerektiğini bilemedim o sırada. ne sorabilir, söyleyebilir, konuşabilirdim...
o sırada ses aracından yapılan yayın imdadıma yetişti. ağır işiten kulağımla onun söyleyeceklerini yeterince duyamayacağımı anlayamayacağımı düşünerek rahatladım. uzaklaştım yanından bülent aslan'ın.
sordum kendi kendime: "şairlerle konuşmak kolay mıdır?"
şiirler, dizeler
eve gidip de kitaptaki şiirlerini okuyunca hayıflandım asıl onunla konuşmadığıma.
sokakta, herhangi bir yerde size kitabını uzatan kaç insanla karşılaşırız ki!
"eylem şairim" kim olduğunu kendisi kitabın en başına koyduğu "önsöz"de yazmıştı:
"ve ben hayatım boyunca hep iyi insan olmaya çalıştım. ama hiç bir zaman onlardan biri olmaya teşebbüs etmedim ve onlar hiç bir zaman benim iyi bir insan olduğuma inanmadılar.
o'nun dışında. yoldaşlarım ve ülkem için iyi bir devrimci, annem için iyi bir oğul, beğendiğim kadınlar için iyi bir sevgili, arkadaşlarım için iyi bir dost..."
sonra kitabın arka kapağında da yer verilen "içimdeki seytan" şiirini okudum:
"içimdeki şeytan / istediği zaman kan akıtmamı / dikenli gül'ün dikenini / işaret parmağıma batırırım / parmağımdan akan kızıl kanımı / yarık dilimle yalarım"
o zaman onu anladım. anlar anlamaz da aklıma "köy şairi" geldi yıllar önce karşılaştığım ve yazdığım. benziyorlar mıydı acaba diye düşündüm?
hem "hayır", hem "evet"...
"hayır" çünkü dünyaları birbirinden çok uzak, algı ve yönelimleri birbirinden çok farklı iki insandı ikisi de.
"evet" çünkü derdini dizelerini dökebilmek için önce o dertleri yoğun yaşamak, o dertlere yoğunlaşmak gerekiyordu. "köy şairi" de "yalnız adam" da dertlerini yoğun yaşayan iki insandı.
bülent aslan'ın "kara şiirleri"nde ne kadar yoğunlaştığını şiirlerinden anladım:
o sivas'ta yakılan 33 kişiyi, hrant dink'i, işkencede katledilen süleyman yeter'i, yitirilen pek çok devrimciyi, dağlarda, şehirlerde katledilen insanları, teslim olmayanları, filistinli çocukları, bastırılan demokratik eylemleri, kutlanan ve kutlanamayan 1 mayıs'ları, zindanları, duvarları yazmıştı.
"sevgilinin gül yanağına konacak / bir öpücük / yasak bize / masmavi gökyüzü yasak / meydanlarda omuz omuza çekilecek halaylar / fabrikalarımız / kondularımız / bir lokma ekmeğimiz yasak / grevlerimiz / 1 Mayıs'larınız / taksim'lerimiz yasak / teslim olmak yasak bize."
deyişini muhtemelen bu yüzden büyük ozan enver gökçe'nin söyleyişine benzettim.
aklıma geldi, yıllar önceye gittim "panzerler üstümüze kalkar" kitabıyla onu ilk kez tanıdığım öğrencilik günlerime. sonra o kitaba adını veren şiir geldi aklıma...
benzer şeyleri söylüyorlardı:
"panzerler / üstümüze / kalkar / armut / çiçeğindeyiz / meğer / sokakta / düşenler / var / ve / okulda / gösteride / işkencede / ve / mağarada / kışda / karda / kıyamette / silahlı / silahsız / ve / yalnız..."
kara çocuklar
bu şiirin son dizeleriyle "kara çocukları / ölüm eksiltmez / dağları mesken tutanlar / işgalciye yenilmez" diyen kitaptaki "kara çocuklar" şiiri birleşti aklımda.
ve yine aklım kayıp gitti 30 mart 1971'de 'direnişin ve dayanışmanın tarihini yazanlar'a doğru.
onların içinden birinin "adalı"nın, birkaç gün önce posta kutuma düştüğü için yeniden anımsadığım şiiri geldi:
"gündüz, gece diye bir ayrım yoktur hücrede, / zaman ve mekan özümlenmiş artık. / sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren. / ışık yirmi dört saat yanar. / bir nefes, bir dumandır yoldaşım. / cigaramı her çekişimde duman olur, / uçar giderim, ta uzaklara, / çoğu kere ada'ma giderim, / cigaramın dumanı, beni memleketime; / ada'ma götürür.
ben ne şuralıyım, ne buralı, / adalıyım adalı, / ada'm ormanlıktır./ dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı,/ bütün ada'mı kaplar. /erdemin güneşi, yirmi dört saat aydınlatır adamı / biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı./ ben adalıyım ey kahpe hücre, ada'lı/ doğru ya sen nereden bileceksin ada'mı./ asırlık, feodal,/ militarist, hücre.
elde mitralyözüyle, / sierra maestra'da, falcon'da, vietnam'da / mozambik'te, angola'da, sina çöllerinde.../ özgürlüğün türküsünü söyleyenler. / zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı.../ dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar
benim evlatlarımdır kahpe hücre./ benim adamın ormanlıklarından aldıkları fideleri, / "birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına
evet, benim gibi birçok adalı çirkef suların altında,/ ama boşuna sevinme, ada'm batmaz, yok olmaz/ ada'm sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi./ hepsi o kadar."
ben de gittim o gidilmemiş ve varılmamış adalara yeniden, "kırk yıl sonra", aklımda...
benzerlikler
bülent aslan'ı hiç tanımıyor, bilmiyordum. onun da beni tanıdığını hatta duyduğunu sanmıyorum. toplumdaki pek çok "adsız şair"den birisiydi.
kendi parasıyla bastırdığını fark ettiğim bu kitaba ulaşacak çok sayıda insan olmayacaktı muhtemelen. bir zamanlar benim yaptığım gibi belki basımevine "borç" ödeyecekti, aylarca belki yıllarca.
ama yazdıklarından ve anlattıklarından bir çok koşutluk hissettim.
bu dünyanın üzerinde yaşayanların bir kesimi birbirlerine çok benziyorlar. onların çok azı birbiriyle karşılaşıyor, buluşuyor, tanışıyor, dost, arkadaş oluyor, ama bunlar olmasa da birbirlerine güç veriyorlar...
tanınmak, ünlü olmak için değil de, benzerleriyle buluşmak için, bazılarının tanımadığı insanlara böylesine içini açma özgüveni içinde olması, bildiklerini yaşadıklarını paylaşıma açık olması hoşuma gidiyor böyle insanların, eğer bülent aslan gibi yaparlarsa.
en çok da hayalleri hoşuma gidiyor:
"bir ölümsüzlük destanından bahsettim / geçen akşam sevdiğime / ancak özgür insanlar / ölümsüzlüğe ulaşabilirler // her yerde içebilirsin / yaşam iksirinden / ama / ille de istanbul derim ben / ille de istanbul" .
kitabı bitirince şöyle bir şey karaladım kitabın arkasına:
"sıradan şiirlerin sıradan duyguların sıradan sözlerin şairi, yaşamın sıradanlığını, kendi sıradanlığımızı, sıradan sözlerle, uyaklarla anlattığın için sevdim seni ve şiirini. sende buldum bir kez daha kendi sıradanlığımı."(MS/EKN)
kitabın künyesi:
Dikenli Gül / Yalnız Adamdan Kara Şiirler (Şiir) Bülent Aslan
İkinci Adam Yayınları, İstanbul, Mart 2011 ISBN: 978-605-128--050-9, 119 sayfa,