1990'lı yıllardan itibaren hem kadın hareketinin hem de akademideki feminist çalışmaların üzerinde yoğunlaştığı konulardan birisi kadın emeği oldu.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Gülay Toksöz, hem akademisyen hem de kadın hareketinin bir üyesi kimliğiyle bu konuda çok değerli çalışmalara imza atan isimlerin başında geliyor[1].
Gülay hoca son olarak bu alanda çalışanlara Kalkınmada Kadın Emeği[2] kitabını armağan etti.
Kadın emeğinin kalkınmadaki rolünün ve kalkınmanın kadın emeğine etkisinin incelendiği kitap, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadınların ikincil konumuna, kadın emeğine ve kapitalizm ile patriarka ilişkisine dair yapılan kuramsal tartışmaları çok sistematik ve anlaşılabilir bir şekilde özetlemesi açısından da çok değerli.
Kalkınmada Kadın Emeği bir yandan kalkınma düşüncesinin gelişiminin, kadınların kalkınmaya dahil edilmesinin ve bunun sonuçlarının farklı bölge ve ülkelerdeki zaman içinde değişen sonuçlarını tartışıyor.
Diğer yandan ise piyasa kodlarıyla karşılığı bulunması mümkün olmayan yeniden üretici emeğin, hem toplum hem de kapitalist sistem açısından taşıdığı anlama, kadınların gelir getirici işlerde çalışmaları ile güçlenme arasındaki ilişkiye, çalışmanın kadın özgürlüğüne hizmet edebilmesi için gereken koşullara dikkat çekiyor.
Kadın emeğinin denetimine ilişkin ataerkil aile, devlet ve sermaye arasındaki zaman zaman gerilimli çoğunlukla da uyumlu ilişkileri gözler önüne seriyor. Gülay hoca ile kadın hareketinin güncel tartışmalarına ve politika oluşturma süreçlerine de ışık tutucu kitabı hakkında konuştuk.
Öncelikle ellerinize sağlık. İlk olarak bir kavram kargaşasından başlayalım. Türkiye'de son yıllarda hep ekonomik büyüme konuşuluyor. Kalkınma ile ekonomik büyüme arasındaki fark nedir? Türkiye'de kalkınmadan söz edilebilir mi?
Böyle bir söyleşi yapmayı düşündüğün için ben de sana çok teşekkür ederim. Benim doktoradaki "Toplumsal Kalkınma ve Kadın Emeği" dersimi sen de çok yıllar önce almıştın. Ben bu kitapla alandaki uzun yıllara dayanan birikimimi, Türkiye'deki okurlar için literatür eksikliğini göz önüne alarak ortaya koydum.
Özellikle ekonomik büyüme ve kalkınma arasındaki farkın altını çizmek, gerçek bir toplumsal kalkınmada toplumun iyilik ve refah hali için kadın emeğinin taşıdığı yaşamsal öneme dikkat çekmek istedim. İkinci Dünya Savaşı'nın ertesindeki dönemde kalkınma denilince daha çok ekonomik büyüme, sanayileşme, dış ticaretin büyümesi, kişi başına milli gelir artışı anlaşılıyor.
Ancak gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme sağlansa bile insan unsuru göz ardı edildiği için yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği gibi sorunlar çözülemediğinden yeni bir insan odaklı kalkınma anlayışı nasıl olabilir tartışmaları önem kazanıyor.
Özellikle kadınların kalkınmanın getirdiği nimetlerden yararlanamadığı ve yoksulluktan, işsizlikten çok daha olumsuz etkilendiği açığa çıktığı için kadın hareketleri ve feminist akademisyenler toplumsal cinsiyet eşitliğini hedeflemeyen bir ekonomik büyümenin kalkınma olarak tanımlanamayacağını söylüyorlar. Bu perspektiften bakıldığında Türkiye'de bir kalkınma olduğundan söz edilemez.
Kitapta Batı merkezli modernizasyon projesi bağlamındaki kalkınma yaklaşımına yönelik eleştirilere yer vermişsiniz. Eleştirilerden birisi de kadınların görülmemesi, marjinalleştirilmesi idi. Alternatif kalkınma yaklaşımlarında bu sorun ortadan kalktı mı?
Ekonomik büyüme temelindeki kalkınma anlayışının başarısızlığı alternatif kalkınma adı altında birçok yaklaşımın ortaya çıkmasına yol açıyor. Kadınların konuya olan ilgisinin özellikle 1975 yılının Birleşmiş Milletler tarafından Kadın Yılı ilan edilmesiyle arttığını görüyoruz.
Güneyli feminist araştırmacılar küreselleşme sürecinde ortaya çıkan kalkınma sorunlarını feminist perspektiften ele almak, geleneksel kalkınma anlayışı karşısında adil, katılımcı, bütüncül ve sürdürülebilir kalkınma alternatifleri oluşturmak amacıyla DAWN'ı kuruyorlar. DAWN, Yeni Bir Çağ İçin Kadınlarla Kalkınma Alternatifleri'nin (Development Alternatives with Women for a New Era) baş harflerinin kısaltması.
DAWN'a göre toplumsal ilerleme maddi kaynakların adil dağıtıldığı, sosyal, politik ve manevi ihtiyaçların karşılandığı, insan yaşamının değerinin ve onurunun korunduğu, ırk, din, sınıf, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelime dayalı baskı ve egemenlik ilişkilerinin olmadığı barışçı toplumların yaratılmasına bağlı.
Kadınlar üretim ve yeniden üretimdeki sosyal sorumluluklarından ötürü kalkınmanın yeniden kavramsallaştırılmasının merkezinde olmalı, kadınların ailelerine bakma ve koruma tecrübeleri yeni bir kalkınma stratejisinin köşe taşlarını oluşturmalı diyorlar. Kadınların yeniden üretici çalışmalarına değer verilmeli, desteklenmeli ve bunları kolektif sorumluluk haline getirmek için sosyal yatırımlar yapılmalı diye belirtiyorlar.
Adil bir toplum yaratılması için var olan kaynakların yeniden dağıtımının ve yeni kaynaklar bulunması için askeri harcamaların kısılmasının, spekülatif mali işlemlerin vergilendirilmesinin, az gelişmiş ülkelerin borçlarının kaldırılmasının gereğine dikkat çekiyorlar.
Yani bir yandan kalkınmanın sadece piyasa için üretilen mal ve hizmetlerle sınırlı olmadığının, kadının hane içindeki görülmeyen, değer verilmeyen emeğinin, ev işleri ve bakım hizmetleri için harcadığı zamanın ne kadar önemli olduğunun altını çiziyorlar. Diğer yandan daha adil bir toplum, daha adil bir dünya yaratılması için kaynakların makro düzeyde yeniden paylaşımını vurguluyorlar.
Kadının karşılıksız emeği ve kapitalist ekonomi ilişkisi
Karşılıksız emek kapitalist ekonomi açısından nasıl bir anlama sahip?
Kadının hane içindeki karşılıksız emeği öncelikle erkeğe yarar sağlıyor. Yani erkek için evde ona hizmet eden, onun ihtiyaçlarını karşılayan, pişiren, kotaran, temizleyen, çocuklara ve yaşlılara bakan bir kadının olması ki, bunlara yeniden üretici faaliyetler diyoruz, onu bu ihtiyaçlarını kendi kendine karşılama külfetinden veya piyasadan para karşılığı temin etme sıkıntısından kurtarıyor.
Elbette kapitalist ekonomi açısından da çok önemli çünkü kadınlar hem çocuk doğurarak bir sonraki işgücü kuşağının yetişmesini sağlıyorlar, hem de sundukları hizmetlerin karşılıksız olması erkeklerin ücretlerinin daha düşük tutulmasını mümkün kılıyor. Kapitalizm ve patriarka arasındaki gerilim kapitalizmin ucuz işgücü ihtiyacı doğrultusunda kadınların işgücüne talep olduğunda ortaya çıkıyor.
Erkekler kadınların tüm emeklerini hane içindeki yeniden üretici faaliyetlere hasretmelerini istedikleri zaman, kadının hane dışında gelir getirici bir işte çalışmasını kendi otorite ve egemenliklerine bir tehdit olarak algıladıkları zaman kadınların ev dışında çalışmasına izin vermiyorlar.
Ancak kapitalizmin işgücü ihtiyacı ağır bastığında kadınların işgücü piyasasına katılmalarının patriarka ve kapitalizm arasındaki bir uzlaşma üzerinden sağlandığını görüyoruz. Yani işgücü piyasasının kuralları, kadınları yeniden üretici faaliyetleri nedeniyle dezavantajlı konuma sokacak şekilde işliyor.
Kadınların bakım yükümlülükleri nedeniyle işgücü piyasasına kesintili veya kısmi zamanlı katılımı, kadına verilen düşük nitelikli işlerin ve ödenen düşük ücretin gerekçesi yapılıyor. Cinsiyete dayalı işbölümü sonucu kadınların daha düşük ücretli işleri yapması erkeklerin kadınlar üzerindeki maddi avantajını pekiştiriyor, kadınların evle ilgili sorumlulukları ise onların işgücü piyasasındaki aşağı konumlarını güçlendiriyor.
Kadınlara düşük ücret, daha az hak ve daha az ilerleme fırsatları onların aile içindeki tabi konumlarını pekiştirerek, şiddete dayalı ilişkilerden kaçmalarını zorlaştırarak patriarkal sistemin maddi temelini koruyor.
Direnişe katılan kadın değişir
Kitapta kadınların istihdama katılımı ile özgürleşme arasındaki ilişkiye dair tartışmalar da yer alıyor. Sizce neoliberal ekonomi politikalarının egemen olduğu bir piyasada, çalışma kadını ne kadar özgürleştiriyor?
Evet, feministler kadınların istihdama artan katılım koşullarında gelir getirici çalışma ile kadınların refahı, güçlenmesi ve eylemliliği kısaca özgürleşmesi arasında doğrudan bir ilişki kurulup kurulamayacağı sorusunu soruyorlar.
Kuşkusuz buna doğrudan, net bir cevap vermek mümkün değil. Bu sorunun cevabında çeşitli faktörleri göz önünde tutmak gerekiyor; kadının ücretli işi ev içinde veya dışında mı, ücretli çalışmaya ek olarak ev işlerinin tüm sorumluğu hala kadınların omuzlarında mı, kadınlar formel veya enformel sektörde mi çalışıyor, gelirlerini aile üyeleri mi denetliyor, işgücü piyasasında aldıkları ücretler ne kadar düşük veya yüksek, yaptıkları işlerin çalışma koşulları üzerinde ne ölçüde denetim sahibiler gibi...
Kadınlar elde ettikleri gelir üzerinde denetim hakkından yoksun olduklarında, ücretlerin düzeyi çok düşük olduğunda, ev içi işlerin tüm sorumluluğunu taşımaya devam ettiklerinde çalışmanın kadını güçlendirici etkisinden söz etmek zorlaşıyor. Öte yandan tüm olumsuz koşullara rağmen kadınların sanayide ve hizmetlerde elverişsiz koşullarda istihdamının kaçınılmaz veya sonsuz olmadığını, kolektif ya da bireysel eylemlilik biçimleri üzerinden sermaye ve emek arasındaki pazarlık sürecine katılabilmeleri halinde koşulları değiştirebileceklerini görmek gerekiyor.
Feminist iktisatçılardan Diane Elson son yirmi yılda dünyanın çeşitli yörelerinde kadınların koşullara boyun eğmek, tabiiyetlerine razı gelmek yerine kadın ve işçi olarak çıkarlarını korumak için yaratıcı stratejiler geliştirdiğine, ücret, çalışma koşulları, sağlık ve güvenlik, cinsel taciz, işyeri ve evdeki şiddet, üreme hakları, sivil ve politik katılım, tüketici sorunları, eğitim gibi konularda mücadele ettiğine dikkat çekiyor. Kadınların bilincinin kolektif üretim ve kolektif mücadele tarafından biçimlendirildiğini söyleyerek kolektif eylemin kadınların "güçlenmesinde" anahtar konumunda olduğunun altını çiziyor.
Dolayısıyla kadınların gelir getirici çalışma amacıyla evin dışına çıkmasının onların özgürleşmesi yönünde bir potansiyel sunduğunu düşünüyorum. Mücadeleleri her zaman kazanımla sonuçlanması bile güçleniyorlar. Örneğin TEKEL direnişine katılan kadın işçilerin direniş öncesinde ve sonrasında hala aynı insanlar olduklarını kim söyleyebilir? (HÇ/BA)
[1] Gülay Toksöz'ün daha önce yayınlanmış kitapları: Sendikacı Kadın Kimliği (Seyhan Erdoğdu ile birlikte), İmge: 1998; Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik Üzerine Güncel Tartışmalar, İmaj: 1999; Sosyal Koruma Yoksunluğu-Enformel Sektör ve Küçük İşletmeler (Şerife Türcan Özşuca ile birlikte), SBF: 2003; Uluslararası Emek Göçü, Bilgi Üniversitesi: 2006 ve Türkiye'de Kadın İstihdamının Durumu, İLO: 2007.
[2] Varlık, 2012