"düşünce ve ifade özgürlüğü"ne yalnızca düşünen ve ifadede bulunan açısından bakılmasına alışmışızdır. genellikle bize bunun yeterli olduğu öğretilmiştir.
gerçekten de en temel insan hakları belgesi; insan hakları evrensel bildirgesi düşünce, vicdan, din, ifade hak ve özgürlüğünü 18. ve 19. maddelerinde açıkça kayıt altına alıyor. her iki maddede de özne olarak bu haktan yararlanan "birey" öncelenmiş ve düzenlemeler ya "herkes" ya da "hiç kimse" denilerek yapılmış.
haklar ve özgürlükler genel olarak onu kullanana, kullanmak isteyene ve/veya kullanacağı varsayılan, düşünülen kişiye göre tanımlanırlar; bu temel olarak doğrudur.
pek çok hak ve özgürlük alanında o hak ve özgürlüğün kullanılması halinde olacaklar açısından da düşünülmelidir.
"düşünce ve ifade özgürlüğü" alanı ise bu işlevlerin kendi doğaları gereği, bu hakkı kullananın dışındaki kişilerin de varlığını ve onlarda doğuracağı sonuçları da dikkate almak zorundadır. çünkü bu hak ancak muhatabına ulaşıp onun tarafından algılandığında, bunun sonucunda bir karşılık ve etki çıktığında anlamlı olur. yalnız başında bir odada ya da adada düşüncelerini bağırarak söyleyen bir insan düşünce ve ifade hak ve özgürlüğü hakkını kullanmış sayılamaz. dolayısıyla bu hak ve özgürlük alanında muhatap / alıcı önemli ve "olmazsa olmaz" temel bir unsurdur. bu gerçeklik yalnızca bu hakkı tanımlayan açısından değil, bu hakkı kullanan açısından da önemlidir!
kimse üzerinde yeterince düşünmemiş mi, yoksa bu hak ve özgürlük alanı muhatabı, alıcısı, yararlanıcısı açısından bir anlam ifade etmiyor mu, bunu bilmiyorum, ama bu uzun zamandır kafa yorduğum bir konu. neden böyle tek yanlı ve yalnızca "eyleyen" açısından ele alındığı da tartışılması gereken bir başka boyut.
ama "hak temelli" olarak bakıldığında "düşünce ve ifade özgürlüğü"nün aslında bildirgede ifade edilenden ibaret olamayacağı açıktır. irdelendiğinde "hak temelli bakış açısı" ile bu düzenlemelerin örtüşmediği görülebilir.
düşünce ve ifade etme süreci
"düşünce ve ifade hak ve özgürlüğü" bir süreç olarak irdelenirse bunun iki yanı ya da boyutu olduğu görülecektir. sürecin bir tarafında düşünen ve onu kendi kafasında sistemleştirip bir sonuca varan ve vardığı sonucu bir düşünce ya da kanaat olarak ifade eden kişi vardır.
diğer yanda ise bu düşünce herhangi bir yolla ifade edildiği andan başlayarak onu duyan, algılayan, anlamlandıran, öğrenen, tartışan ve üzerinde düşünüp, değerlendiren, kendine göre başka bir sonuç çıkarak kişi ya da kişiler bulunur.
bu sürecin iki tarafı da aslında aktif ve eyleyen yani "özne" durumundadır. süreci bir çember gibi düşünürsek, her iki taraf ancak bu çemberin "bir yarısını" oluşturur ve ikinci yarısı olmaksızın o çember ya da döngü oluşmaz, oluşamaz.
bu döngü eğer tamamlanırsa, o zaman çemberin zamansal sıralamadaki ikinci yarısı birinci yarı haline gelir. çünkü bu kez ikinci yarı ya ilk düşüncenin öğrenicisi, ya tamamlayıcısı ya da bunlardan yararlanarak veya antitezini üreterek yeni oluşan bir düşüncenin yaratıcısı olarak alıcı konumundan ifade eden konumuna yani, son noktada tanımlanan "düşünce ve ifade özgürlüğü"nün öznesi (kullanıcısı) haline geçmiştir.
düşünce sürecinde bu çemberler birbirinin üzerine yükselen sarmallar şeklinde döner gider. hatta her çember başka çemberlere de nüfuz eder, açılır onların üzerinden gider, büyür, genişler, çoğalır, dağılır, yaygınlaşır.
eğer bu hak ve özgürlük kategorisini tek taraflı olarak düşünürsek, yani düşünce ifadenin ulaştığı kişi ve/veya kişileri hesaba katmazsak, insanın asıl varlık nedeni ve işlevi olan düşünmesi, bundan yola çıkarak da beyinsel varlığı ve gelişimi, dolayısıyla insan soyunun ilerlemesi ve evrimi de gerçekleşemeyecektir.
ifadeden örgütlenmeye
hak temelli yaklaşımla "düşünce ve ifade özgürlüğü" ve ifadenin algılanması ve anlaşılması amaçlı ilişkiyle, aslında onun tamamlayıcısı olan "örgütlenme" özgürlüğünün ilk aşaması bu çemberin ikinci yarısının gerçekleşmesiyle başlar.
insan türü olarak ilerlememiz, gelişimimiz ve evrimimizi tamamlamamız ancak bu yolla mümkün olmuştur ve olmaktadır. Kısacası, düşünce bizatihi doğası gereği örgütlenmek zorundadır.
bu süreçte ve döngüde düşüncelerin, eksik, yanlış, ters algılanması ve yorumlanmasından korkmamak, çekinmemek gerekir.
tıpkı doğadaki yanlış mutasyonların sonucu ortaya çıkan olumsuzlukların süreç içinde yok olması gibi, onlar da yok olacaktır. ama yok olurken bile bir işlevi yerine getirirler: yanlışı ve eksiği gösterirler.
bu süreçte asıl korkulması gereken ise ifade edilen düşüncelerin "yorumlanmaması, tartışılmaması, irdelen(e)memesi"dir.
bilgi, düşünce, kanaat bu ilişki sürecinde her an yanlışlanabildiği için diğer tüm beyinsel üretim kategorilerine göre daha önemli ve öndedir. insanın gelişimi de bu yolla olur.
eğer bu "özelliği"ni ve bunu sağlayan "yanlışlama eylem ve isteğini" ortadan kaldırırsak, o zaman ortaya "dogma"lar ya da "mutlak""lar çıkar ki, "bunların olduğu yerde ise yaşam yoktur, gelişim yoktur, evrim yoktur!"
ne yapılmalı?
ne yapılması sorusunun yanıtını verirken aslında şu sorunun "doğru" yanıtı bulunmalıdır: düşünce, ifade ve örgütlenme hak ve özgürlüklerini kullananlar açısından, bu hak ve özgürlüğün sonucunda ortaya çıkanların ulaştığı, onları, duyan, dinleyen, algılayan, öğrenen, üzerinde düşünen, düşüncesinde veri olarak kullanan, sonra tartışan ve bunlardan yola çıkarak üzerine bir şeyler koyarak kendi düşüncesini oluşturan ve bu şeklini ifade edecek olanların hiç bir önemi yok mudur?"
bunu "neden bir düşünce ifade edilir", "kime yönelinir", "amaç ve beklenen bir sonuç yok mudur", "varsa nedir", "bir düşüncenin ifadesinin ve bundan yola çıkarak örgütlenmesinin başkaları açısından hiçbir etkisi olmayacaksa bunun o düşünenler açısından bir anlamı yok mudur" gibi başka sorularla açımlayıp, çeşitlendirebiliriz.
bu soru ve soruların yol açtığı düşüncelerin sonucunda benim vardığım nokta, "bu hak ve özgürlük alanları bir kez de onların muhatap olduğu kesimler açısından da bir kez daha yeniden düşünülmesi gerektiği ve söz konusu haklar ve özgürlüklerin bir de bu yönüyle bir hak ve özgürlük alanı olarak tanımlanması ve ortaya konulması gerektiği"dir.
bu bakışla "insan hakları evrensel bildirgesi"nin ilgili maddelerinde değişiklikler yapılmalı ve sürecin muhataplarının hakları da ortaya konulmalıdır. yalnızca derdimi "anlatabilmek" açısından söz konusu maddelere şu eklemeleri yaptım. (italik yazılmış bölümler)
madde 18: herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar. bu aynı zamanda, bu hak ve özgürlükler kullanıldığında söz konusu düşünce, vicdani kanaât, inançları öğrenmek isteyenler, bunları benimsemek ya da geliştirmek isteyenler açısından da bir temel hak ve özgürlüktür.
madde 19: herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar. bu hak ve özgürlük, her türlü düşünce, bilgi, kanaât, inanç vb. öğrenmeyi insan beyninin ürünü olan tüm işlevleri muhataplar ve alıcılar bakımından da, yerine getirme hak ve özgürlüğünü de kapsar.
kuşkusuz bunlar çok daha doğru ve kapsamlı bir şekilde ifade edilebilir. ama önemli olan sürecin doğru biçimde ortaya konulmasıdır. (ms/ YY)