12. İstanbul 1001 Belgesel Film Festivali kapsamında düzenlenen "Belgesel Sinema ve Tarih İlişkisi Bağlamında Yunanistan İç Savaşı" adlı söyleşinin ardından, bu ilişkiyi daha yakından inceleyebilmek adına, söyleşiye katılan Vangelis Kechriotis ile Yunanistan İç Savaşı üzerine konuştuk.
İç Savaş'ın birkaç deneye sığdırılamayacak bir süreç olduğunu ve bu sürecin kökeninin Birinci Dünya Savaşı'na kadar uzanabileceğini anlatan Kechriotis, İç Savaş boyunca yaşanan çatışmaları ve bu çatışmaların günümüze nasıl yansıdığını da açıkladı.
"Yunanistan İç Savaşı" adlı filmin yönetmeni Roviros Manthoulis Yunanistan'ı İç Savaş'a hazırlayan sebepleri, Almanların Atina'ya gelişine kadar hatta "altıların davası" denen olaya ve hatta Türk- Yunan Savaşı'na kadar götürebileceğimizi söylemişti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir bakıma haklıdır, çünkü Iç Savaş, II. Dünya Savaşı'na değil, daha öncesine dayanıyor. Eğer tarihin bir noktasını göstermek gerekiyorsa 1909 diyebiliriz. 1909'da Gudi darbesi olarak bilinen askeri bir darbe oldu (Gudi eskiden kışla olan Atina'da bir semt). Daha çok kraliyete karşı bir hareketti bu. Bu önemlidir, çünkü o darbenin sonuçlarından biri Venizelos'un Girit'ten Yunanistan'a davet edilmesi oldu.
Venizelos ile Yunanistan'daki siyasi alan tamamen değişti. Yeni bir modernleşme gündemi getiren Venizelos, 1915'e kadar kendi kadrosunu üretti ve hükümet kurdu, böylelikle Yunanistan'da yeni bir dönem başladı.
Modernleşme, liberal ekonomi, bürokrasi, eğitim ve işçiler ile ilgili bazı reformlar uygulandı. Böylece, 1910-1915 arasında Yunanistan yeni bir döneme girdi. 1915 diyoruz, çünkü 1915'te Venizelos ve Kral Konstantin arasında ilk kriz patlak verdi.
Bu kriz de Manthoulis'in anlattığı gibi, I. Dünya Savaşı'na girip girmeme meselesiydi; Kral daha çok Alman yanlısı iken, İngiliz hayranı ve Antant yanlısı Venizelos baştan beri bu savaşa girilmesi gerektiğini söyledi. Bu savaşı kaybedersek Megali İdea, yani Yunan Devleti'ni büyütme ve bütün Osmanlı topraklarında var olan Rumları kucaklama fikri, tamamen suya düşecekti. Bu yüzden savaşa girilmelidir dedi Venizelos.
Öbür tarafta kral, nötr kalınması gerektiğini söylüyordu. Bu da Almanların işine geliyordu. Şu çok kritik bir noktadır, orada sorun savaşa girip girmemek meselesi değildi. Birkaç sefer üst üste seçim kazanan ve kralın müdahalesinden dolayı istediğini yapamayan bir hükümet vardı.
İlk defa şöyle bir soru çıktı ortaya: Bu ülkede halkın iradesi var mı? Eğer halkın iradesinin yansıması hükümet ise, bu hükümet kararlaştırdığı politikaları uygulayamaz mı? Sonuçta uygulayamadı.
Kral müdahale etti, başka bir hükümet kuruldu. Venizelos Selanik'e kaçtı ve orda 1916'da devrimci bir hükümet kurdu. Bu arada İngilizler ve Fransızlar Venizelos'a destek verdiler ve Yunanistan küçük bir iç savaş durumuna geldi. Ama 1917'de kral kaçtı, savaş da bitmek üzereydi. Antant Yunanistan'ın mutlaka savaşa girmesi gerektiğini düşündüğü için Venizelos'a destek vermeye devam etti.
1917'de Venizelos seçimi kazandı, Atina'ya geldi ve Yunanistan savaşa girdi. 0 dönem büyük bir ayrışım dönemidir; inanılmaz bir nefret, çatışma ve gerginlik ortaya çıktı. Sadece savaşa katılma meselesi değil, ya da şahsi çekişmeler değil, iki siyasi anlayış belirginleşti.
Hükümet dolayısıyla halkın iradesi ve kral ya da daha muhafazakâr güçler arasında büyük bir ideolojik yarılma ortaya çıktı. Sonrasını biliyorsunuz. 1919'da Yunan ordusu İzmir'i işgal etti ve Türk-Yunan kuvvetleri arasında savaş başladı.
1922'de Yunan ordusu yenildi ve Küçük Asya dediğimiz Anadolu'yu terk etmek zorunda kaldı. Bu arada 1920'de Venizelos seçim kararı aldı ve bu seçimi kaybetti. Kralcılar iktidara döndü, eski kral geri getirildi.
Tabii bu Antant güçlerini çok rahatsız itti. Bu önemlidir, çünkü Antant güçleri ve İngilizler artık Yunanistan'a değil, Türklere destek vermeye başlar. Kuva-yi Milliye'nin o savaşta zaferinin bir sebebi de bu uluslararası şartların değişmesidir. Yunanistan'a destek verilmediği için Yunanistan savaşı kaybeder.
Tek sebebi bu değil ama böyle bir sebep de var. 1922'deki bu yenilgi Yunan tarihyazımında "Küçük Asya Felaketi" olarak bilinir. Sonra, tekrar askeri bir müdahale oldu. Asker perişan halde Atina'ya döndüğünde yenilginin sorumlusunu aradı. Sorumlu olarak altı siyasetçi ve askeri lider gösterildi.
Sadece onlar değildi sorumlu ama bu altı kişi öldürüldü. "Altıların davası" denen olay budur. Bu, yukarıda tarif ettiğim ayrılmanın yeni bir dönemidir. Nefretler ve çatışmalar tekrar alevlendi. Kral bir kez daha Yunanistan'ı terk etmek zorunda kaldı. Venizelosçular geri döndü. 1933'e kadar Venizelos'un eski yoldaşlarından oluşan partiler o dönemde iktidardadır.
Venizelos 1928-1932 yılları arasında iktidar oldu. 1924'te kraliyeti bile kaldırdılar. 1935'e kadarki ilk cumhuriyettir bu. 1935'te var olan nefret, Venizelosçular ve kralcılar arasında devam ediyordu.
1932'den sonra, yeni bir kraliyetçi hükümet kuruldu, 1935'te Venizelos başarısız bir darbe düzenler, ülkeyi terk etmek zorunda kalır ve akabinde yeni bir referandum olur. Konstantinos'un oğlu 2. Georgios davet edilir ve cumhuriyetten monarşiye geçilir. 1936'da ise bir siyasi çıkmaza girildi. Siyaset tıkanmıştır, parlamentoda çoğunluk oluşturulamaz ve hükümet kurulamaz.
Bu defa kraliyetin bir darbesiyle, 1936 yılında bir diktatör iktidara getirildi: Ioannis Metaksas. Kraliyetçi dönemde hatta Venizelos'un son hükümeti sırasında da başlamıştı ama özellikle Metaksas döneminden 1940'a kadar komünistler çok kötü muamele gördüler, hapishanelere gönderildiler.
28 Ekim 1940 yılında, İtalya Yunanistan'a saldırdı. Yunan halkı inanılmaz bir direnişle İtalyanları geri gönderdi. Büyük bir zafer coşkusu yaşandı. Peki, kimdi bu zaferin sahibi? Metaksas mı direndi, halk mı direndi? Bence Metaksas'ın direnmekten başka seçeneği yoktu çünkü ülkenin elitlerinin büyük bir kısmı zaten İngilizlerin tarafındaydı. Yunanistan'daki İngiliz askeri, Yunanlarla beraber Almanlara karşı savaştı.
Metaksas savaşmak zorunda kaldı ve sonrasında halk faşizme ve otoriteye karşı da mücadele verdi. Yıllarca susturulmuş Yunan halkı için bu bir fırsattı, savaştı ve kazandı. Sonra ise, Almanlar ülkeye saldırdıktan sonra, Yunan hükümeti Kahire'ye kaçar. Alman ve İtalyan işgal kuvvetlerine karşı artık direniş başlamıştır.
Bütün bu İç Savaş öncesi olaylar bizi niye ilgilendiriyor? II. Dünya Savaşı ve İç Savaş sırasında, eski Venizelosçular ve kraliyetçiler arasında nefretler ve çatışmalar tekrar alevlendi. Bu defa eski Venizelosçular ve onların çocukları, ister istemez sırf ideolojik sebeplerden değil de yerel sorunlardan da dolayı veya tesadüfen ELAS'a (Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu) katıldılar.
Asıl örgüt ise EAM'dı (Ulusal Kurtuluş Cephesi). Buna katılanlar yüzde yüz komünist değil. Ben bu konuda Manthoulis ile hemfikir değilim. Bu Komünist Partisi'nin bir görüşüdür. II. Dünya Savaşı sırasında EAM'a katılanlar farklı sınıflardan, grup ve ideolojilerden geliyordu.
Merkez veya liberal güçler de, EAM'a katıldılar. Çünkü öbür seçenek, sözde liberal ama aslında komünistlere karşı mücadele veren EDES (Ulusal Demokrat Yunan Örgütü) ordusu, baştan beri halk arasında yaygın destek kazanamadı.
EAM ulusal bir cephe oldu. İki milyon kadar insandan destek kazandılar. Merkezde olabilir, solcu veya sempatizan olabilir ama hepsi komünist de değil. Bunu da belirtmeli. İnanılmaz bir örgütlenme ve destekle başladı. Bu halk ayaklanmasından dolayı ve açlıktan da tabii, Yunanistan inanılmaz kayıp verdi. Bu 1944'e kadar devam etti.
Bu arada, çok önemli bir şeyi unuttuk: Mübadele faktörü. Mübadele sırasında Küçük Asya'dan en az 1.200.000 insan geliyor Yunanistan'a. Perişan durumdaki büyük çoğunlukla beraber burjuvalar da var, kendi mallarını yanına almış olanlar da var.
Atina, Selanik gibi büyük şehirlerde yeni bir hayat kurmaya çalışırlar fakat bu insanları yerel halk hiç iyi karşılamadı. Zaten Yunanistan'da kriz vardı ve bir felaketten çıkan 4 milyonluk ülkeye 1,2 milyon insan gelir.
1920'li, 1930'lu yıllarda toplumsal sorunlarla baş edebilmek için inanılmaz bir gayret gerekiyordu. Bu insanlar nasıl entegre olacaktı? Bir gayret gösterildi ama ekonomik açıdan hızla erişilen başarılar söz konusuyken, toplumsal açıdan pek başarılı olunamadı.
İnsanlar 1970'li yıllara kadar kendi kimliklerini korumayı başardılar. Belli bir yerel kimliğe sahip olmaktan ziyade, yerel halkın ön yargıları ve bazen kötü muamelelerinden dolayı, Türkiye'de olduğu gibi, bu toplumsal entegrasyon başarıyla gerçekleştirilemedi.
Bu başarısızlık da İç Savaş'ın bir sebebidir. Çünkü II. Dünya Savaşı sırasında özellikle büyük şehirlerde hâlâ perişan durumda olan mübadiller bu yenilgi için kraliyetçileri suçluyorlardı, dolayısıyla EAM'a katıldılar. Fakat özellikle Yunan Makedonyası'nda yerel halkın büyük ölçüde hâlâ Slavofondu ve onlarla yeni gelen mübadiller arasındaki bazıları Türkçe konuşuyordu, zaten bir gerginlik söz konusu.
II. Dünya Savaşı sırasında etnik farklılıklar siyasi farklılıklara yol açtı. Diğer taraftan yerel halk EAM'a katılırken, Yunan Makedonyası'ndaki mübadiller kraliyetçi güçlere katıldılar. Bu tür etnik farklılıklar, ideolojik ve siyasi farklılıklara yol açabiliyordu. Bu çok tipik bir örnektir. (SA/EÖ)
(*) Toplumsal Tarih dergisinin Ocak 2010 tarihli 193. sayısında röportajın tamamı yer almaktadır.