23 Şubat 2008... Hukuk öğrenimi gören, Erzurum ve Sivas kongrelerine katılan, Birinci Mecliste Erzurum Mebusluğu yapan, TBMM İkinci Başkanlığı görevini yürüten, hukukun üstünlüğünü ve cumhuriyetin demokratikleşmesini savunan, Mustafa Kemal’e muhalif “2. Grup” kurucuları arasında yer alan Hüseyin Avni Ulaş’ın ölümünün 60. yılı.
Savunduğu değerler, dile getirdikleri ve sonuçlar o günden bu güne koca bir cumhuriyet tarihi boyunca farklı düşünce sahiplerine reva görülenin hiç değişmediği ortada.
Yıl 1923 1. Meclis, yıl 2008 sanıyorum 23. Meclis.
Hüseyin Avni Ulaş’ın o gün ifade ettiklerini bu gün ifade ettiğinizde başınıza gelebilecekler o günden farklı değil.
Hatta bugün dünü aratır gibi.
Trabzon mebusu ve 2. grup üyesi Ali Şükrü Bey’in “faili malum” öldürülmesi sonrasında Mart 1923’te TBMM’de yaptığı konuşmada duygularını şöyle ifade ediyordu Hüseyin Avni Ulaş.
“Sana da mı taarruz ey kabe-i millet ? Sana da mı taarruz ey ara-yı millet ? Sana uzanan eller sırmalı paşa kolları olsa da kırılacaktır. Allah’tan çok isterim ki , memleketin elim zamanlarında bu hal adi bir suç sonucu zuhur etsin. Ya siyasi ise efendiler ? Demek ki bu memlekette herhangi bir fikrin serdarı ölecektir.”
Şimdi de ölmüyor mu ? En son Hrant Dink öldürülmedi mi 19 Ocak 2007’de ?
84 yıl sonra
Aradan 84 yıl geçmesine rağmen bize çok tanıdık gelen, o siyasi cinayeti işleyen ve işleten arasında kurulan ilişki ne kadar güncel ve tanıdık ? Belki tek fark cinayeti işleyene kahramanlık payesi verenlerin birlikte çektirdiği bayraklı fotoğrafların elimizde olmaması.
“Hepsi de benden bigünah ve namuslu arkadaşları astınız. Bende ne gibi bir namussuzluk gördünüz ki bu şerefli ölümden esirgediniz ?” diye, İzmir suikastına karıştığı iddiasıyla İstiklal Mahkemesinde yargılanırken Kel Ali’ye çıkışını aklınıza getirdiğinizde “Yargı bağımsızlığı” konusunda şimdilerde sürmekte olan tartışmanın köklerinin ta o zamanlara kadar gittiğini ve “Evet ben muhalifim,ama neye muhalifim ? Haksızlığa, Adaletsizliğe muhalifim” dediğini düşündüğünüzde 2008’ler Türkiye’sini kanser gibi sarmış hukuksuzluk ve adaletsizliğin devlet geçmişimizde ne kadar güçlü bir damara sahip olduğunu düşünmez misiniz ?
“TBMM’nin gerçek şurevi fonksiyonu bulunmazsa, siyasi saltanatın şekli değişmekle birlikte bu kez şahıs, zümre ve parti diktatörlükleri ile özde devam eder. Cumhuriyet ancak hürriyetle olur. Hürriyet’e, millete istinad etmeyen cumhuriyet iğfalkardır” tespitine katılmıyorum diyebilir misiniz ?
12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 141’ler, 142’ler, 159, 163, 301 ve diğerleri ile sürdürülmek istenen cumhuriyet iklimi Hüseyin Avni Ulaş’ı haklı çıkarmıyor mu ?
Hüseyin Avni Ulaş 1948’de, düşündüğü cumhuriyeti görememenin üzüntüsüyle öldü.
“Soy”, “sop”, “ırk” çığırtkanlığı yapmadı. Zinde güçler onun için “Tanırız, iyi hukukçudur” demedi.
Düşünceleri, yani hem meclis başkanlığının hem başvekilliğin hem de başkumandanlığın tek bir adamda toplanmasına yürüttüğü muhalefet nedeniyle tüm arkadaşlarıyla birlikte tasfiye edildiğinden “İkinci” TBMM’ye giremedi.
Demokratikleşememe inadındaki cumhuriyet
Onun giremediği TBMM onun bıraktığı gibi değil mi hala ?
Farklı olanın önü ya öldürülerek ya 301’ler ya da seçim barajları ile kesiliyor.
Hüseyin Avni Ulaş, Küçüksu’da, sırtını müesses nizama, çeteye, mafyaya, ranta değil küçük bir yamaca dayamış, “Halk’a isnad etmeyen Cumhuriyet iğfalkardır” demekle ne kadar da haklıymışsın diye her yıl onu “yad” eden dostlara sahip olarak onurlu ve huzurlu yatıyor.
Ve...
80 yıllık tespitlerinin değişmediğini görmenin dudaklarına yayılan hüzünlü gülümsemesiyle, Topal Osman’ların, Yahya Kahya’ların, Ergenekon’ların yerine “Evrensel Hukuk”u ikame edemeyen demokratikleşememe inadındaki cumhuriyete hayretle bakıyor. (ŞH/TK)