Varlığından Bozcaada’da haberdar olduğum Dr. Mehmet Sadettin Aygen’in izini Afyon’da sürerken daha önce hiç bilmediğim bir gazeteci, araştırmacı, hekimi tanıdım.
“Yol'cu”nun yolculuğu ve bu yolculuğu sırasında yerlere, insanlara, olaylara, olgulara ve onların ardındakilere yönelik yaptığı keşifleri sürüyor. Ben de sizlere onları anlatmayı sürdürüyorum. Bu hafta sizlere, daha Bozcaada’dayken adına bir “mim” koyduğum Mehmet Sadettin Aygen’i anlatacağım. Onun izini Afyon’da sürerken önce kitaplarını yayınladığı “Türkeli Matbaası”na gitmeyi planlamıştım. Oraya gidince “matbaadan öte bir yerel gazete”buldum, “Türkeli Gazetesi”.
Gazeteyi Dr. M.Sadettin Aygen’den devralan, şimdiki sahibi Hakkı Özsoy ve gazetenin eskiden beri yazarları arasında yer alan ve Aygen’le birlikte uzun yıllar birlikte çalışan emekli öğretmen Ahmet Tunca onu bana ayrıntılarıyla anlattılar.
Daha sonra onların anlattıklarından yola çıkarak Afyon Gedik Ahmet Paşa İl Halk Kütüphanesi’ne ulaştım. Çünkü onun yapıtlarının bir çoğu orada yer alıyordu.
29 Ekim bayramı öncesindeki son iş günü akşamı olması nedeniyle ancak göz atabildiğim kitaplardan öğrendiklerime hoş bir rastlantının da katkısı oldu. Dr. Aygen’i çocukluğunda bir hekim olarak tanıyan bir kütüphane çalışanıyla karşılaştım. Onun verdiği bilgiler de çok yararlı oldu.
Hekim gazeteci
Dr. Aygen’in önemsediğim yanlarından birisi de bir “hekim-gazeteci” olması. Bilenler biliyor; “sağlık medyası” da ilgi alanımda, “sağlıkçı medyacılar” da tabi!...
Dr. Aygen’in 5 Aralık 1951 tarihinde yayınlamaya başladığı “Türkeli” gazetesi bugün hâlâ yayında ve ülkemizin en eski gazetelerinden birisi durumunda.
Başlangıçta 15 günlük bir “dergi” olarak yayınlanan, Türkeli, 8 Kasım 1960 tarihinde başlığının altında yer alan ibareye göre “tarafsız siyasi gazete”ye dönüşmüş. Gazetenin o dönemdeki sahibi Hulusi Özerkan, yayın müdürü ise Doktor M. Saadettin Aygen’miş.
Neden Aygen'den haberimiz olmadı?
O dönemdeki teknolojik olanaklarla elle dizilen bir “tabloid” gazete olan Türkeli’yi, Dr. Aygen 15 Haziran 1987’ye kadar aralıksız yayınlamayı sürdürmüş. Bu tarihte de gazetesini şimdiki sahibi Hakkı Özsoy’a devretmiş.
Aynı yıl çok sevdiği ve çok hizmetler verdiği Afyon’dan ayrılarak İstanbul’a yerleşen Dr. Aygen tek oğlunu burada yitirdikten sonra geçirdiği bir inmeden sonra evine kapanarak eşi Meserret Hanım’la birlikte yaşamının son dönemini burada yaşamış.
5 Mayıs 1998’de vefat eden Dr. Aygen’in izini İstanbul’da da sürdürmeye söz veriyorum. Çünkü aynı yıllarda “tüm hekimlerin meslek örgütü olması gereken” tabip odasında bir gönüllü hekim olarak ben de vardım, çeşitli sorumluluklar üstlenmiştim, örneğin İstanbul Tabip Odası’nın yayın organı “Hekim Forumu”nun yayınına katkıda bulunmuştum, ama Dr. Aygen’i tanımıyordum.
Şimdi kendi kendime soruyorum:
“Neden o zaman Dr. Aygen’den haberimiz olmadı.”
Sorumu başka bir soruyla sürdürüyorum: “Acaba tabip odasının hâlâ farkında olmadığı başka ‘Dr.Aygen’ler var mı?”
Bu sözü verip Dr. Aygen’in Afyon’dan ayrılana kadar geçen zamandaki macerasına ilişkin bazı ipuçlarını sunayım. Açık söyleyeyim Dr. Aygen’in kısa biyografisi kitaplarının bazılarının arkasında yer alıyordu. Bunları oradan aldım.Mehmet Sadettin Aygen
Mehmet Sadettin Aygen 6 Mart 1922’de Çanakkale’nin Ezine ilçesinde doğmuş. Babası Necati Aygen bir öğretmenmiş. Onun çocukluğuyla ilgili bilgileri “Bozcaada” kitabında okumuştum. Bozcaada’daki “İstiklal İlkokulu”nda, adalı Rum çocuklarla birlikte, babasının sınıfına değil, okulun diğer öğretmeninin sınıfında öğrenim görmüş. Ardından ortaokulu Çanakkale Ortaokulu’nda, liseyi de Bursa Lisesi’nde bitirmiş.
Mehmet Sadettin Aygen 1940 yılında İstanbul Tıp Fakültesine girmiş ve 1945-46 döneminde mezun olmuş. (Eğer sağ olsaydı, bugün 60 yıllık bir hekim olarak aramızda olacaktı. Acaba ona da “50-60 yıllık hekimlere verilen onur plaketlerinden birisi verilmiş midir?)
1947 yılında askerlik görevini yapmak üzere Afyonkarahisar’a gelen Dr. Aygen askerlik sonrası buraya yerleşmiş. Afyonlular “ısrarla aslen Afyonlu” olmadığını söylediler. Ama o belli ki Afyon’u çok sevmiş. Çünkü askerliği biter bitmez. 1948 martında burada muayenehane açarak hekimlik yapmayı sürdürmüş.
Afyonkarahisar'ın Lokman hekimi
Uzun yıllar serbest hekim olarak, kekemelemesi nedeniyle Afyonluların deyişiyle “pepe doktor” olarak hizmet etmiş.
Dr. Aygen Afyon kamuoyunda “fakir babası” olarak tanınırmış. Hastalarına bazen kendi yaptığı ilaçlardan verirmiş. Ona giden ve “iyi olmayan” hiç kimse olmazmış. Onun için herkes ona gidermiş. Hastaları ona “Afyonkarahisar’ın Lokman Hekimi” derlermiş.
Hastalarına çok az parayla, bazen para bile almadan bakmış. Çoğu zaman ilaçlarını kendisi vermiş. Başka doktorlara gidenler bile ona uğrayıp bir de onun değerlendirmesini alırlarmış. O nedenle orada çalışan bazı doktorlar onu, “hastadan az ya da hiç para almıyor, bizim hastalarımızı da muayene ediyor” diye, bir çok kereler tabip odasına ve maliyeye şikayet etmişler. Müfettişler ise muayenehanesine gelip durumu anlayınca “bir acı kahvesini içip” giderlermiş.
Dolayısıyla köylüsü, şehirlisi, çocuğu büyüğü, zengini, memuru, yoksuluyla tüm Afyonluların çok sevdikleri bir hekim olmuş.
Anlatılanlara göre Afyon’da görev yapan yöneticiler, kentin ileri gelenleri de onu çok sever sayarlar, kendilerinden birisi olarak görürlermiş. Çünkü herkesle iyi geçinirmiş.
Muayenehanesi eski Afyon Çarşısının en önemli caddesinde gazetenin az ilerisinde küçük ahşap bir binadaymış. İkinci kattaki odasına gitmek için bir dar koridordan geçilirmiş ve bu koridorda bir kişi ancak yengeç gibi “yan yan” yürüyerek ilerleyebilirmiş. Çünkü koridorun bir yanında yerden tavana kadar yığılı, araştırmaları için dünyanın dört bir yanından getirttiği kitapları dururmuş.
Aynı sıkışıklık muayene odasında da yaşanırmış. Muayene için bir hasta içeri girince içerdekiler çıkmak zorunda kalırlarmış. Çünkü orası da kitaplarla doluymuş ve kendi koltuğundan başka yalnız bir kişinin oturacağı bir sandalye bulunurmuş.
Dr. Aygen kitaplarının hemen hepsini Afyon’dan ayrılırken söz ettiğim il halk kütüphanesine bırakmış. Kütüphanedeki memure hanım, kitapların kaydını kendisinin yaptığını ve çok fazla olduğunu ve depoda ayrı bir bölümde muhafaza edildiğini söyledi.
Dr. Aygen’in yine nereden kaynaklandığını bilemediğimiz yazarlığı daha tıp fakültesini bitirdiği yıllarda başlamış. Kendi yazdığı biyografisinde de ifade ettiği gibi, uzmanı olmamasına karşın 1946 yılında ilk kitabını, “dermatoloji” yani deri hastalıkların alanında bir bilimsel kitap olarak yazmış. Bu kitaptan uzmanlık alanı dermatoloji olan birisi olarak da haberim yok.
Çok değil üç buçuk yıl sonra kurduğu Türkeli Matbaasıyla dergi ve gazete yayıncılığına başlamış. Bu matbaada çoğu kendisinin yaptığı araştırmalardan ve Afyon’un çeşitli özelliklerini anlatan kitaplar hazırlayıp yayınlamış.
Onun kendi başına ve başka bazı dostlarıyla yazdıkları kitapları arasında şunlar var:
1973’de “Afyonkarahisar Camileri”, 1979’de “Afyonkarahisar Kaplıcaları ve Maden Suları” -bu kitap uzmanları tarafından bugün de önemli bir kaynak kitap olarak kabul ediliyor-, 1980’de “Şair ve Mutasavvıf Gülâboğlu Muhammed Askeri”, “Afyon’da Söylenen Ninniler”, Afyonkarahisar Bilmeceleri”, 1981’de “Büyük Lügatçi Şemseddin Karahisari Ahteri”, 1982’de “Ali Çetinkaya” monografisi, “1983’de “Atatürk Afyon’da”, 1984’de “Büyük Zafere Doğru”, 1985’de “Büyük Filozof Esirüddin Ebheri”, 1985’de “Afyonkarahisar Masalları”, 1985’de “Bütün Yönleriyle Bozcaada” “İmadoğlu Hasan Karahisari”, 1986’da “Afyon’daki Kadınana”.
Bu kitapların çoğu bir çok araştırmanın ve bu konulardaki Türkçe, Osmanlıca ve Arapça kaynakların derlenmesiyle oluşturulmuş. İçlerinde çok sayıda doğrudan görüşmelerle kaleme alınan tanıklıklar, o dönemde çekilmiş, kimi resimler var.
Yerel tarihçiler iş başına
Bunca yoğun ve etkin yaşamına karşın, kendisinin çekilmiş resimleri yok denecek kadar az. O kitaplardan birisinde gördüğüm bir resmi onu tanıyan kütüphane memuresine sorup doğrulattım. Kısa boylu, tıknaz, bir insan olduğu söylenen bu hekim, araştırmacı ve yazarla ilgili olarak başka kaynakları da araştırıp, onu daha yakından tanımak sanırım pek çok insanın hoşuna gidecektir.
Aslında işi bu olan, yani “tıp tarihi” ve “yerel tarih”le uğraşan uzmanlar onu araştırıp bizlere çok daha iyi tanıtmalılar. “Gezerken” de ondan söz etme nedenlerimden birisi de bu. Belki birileri özenir ve bu işe soyunur. Hadi “yerel tarihçiler” iş başına... (MS/NZ)