Mahmut Makal Bizim Köy’ü yazdığında 18 yaşındaydı henüz. 1950 yılında yayımlanan kitap Makal’ın İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra öğretmen olarak göreve başladığı Aksaray’ın Nurgöz köyündeki gözlemlerinin ötesinde yaşadıklarını konu alıyordu. Ancak kitapta cümlelere dökülenler salt bir köy öğretmeninin başından geçenler değildi.
Bizim Köy, o güne kadar görmezden gelinen köyü farklı bir biçimde görünür kılmıştı. Sarsıcı bir kitaptı. Daha önce köy, eğitim, kültür konularının, insan ilişkilerinin merkeze alındığı roman türünde yazılanlardan bir röportaj niteliği taşıması ve sosyolojik bir belge olması itibariyle de ayrılıyordu. Bizim Köy’ün alametifarikası yazarının köyün sorununu içeriden aktarmasından geliyordu. Makal, “sebze tarlasında, bağ bellerken, güneş sıkıp ter çıkarırken”* yazmıştı kitabı.
Bir öğretmendi Mahmut Makal. İlkokul yıllarında öğretmeninin kurulacağını söylediği Köy Enstitüsü okulu onu çok heyecanlandırmış, günü geldiğinde doğduğu Aksaray’ın Demirci köyünden çıkarak enstitüye kayıt olmak için yola koyulmuştu. Kayıt olurken evrakta mühür eksik denildiğinde kilometrelerce yolu şehirden köye köyden tekrar şehre yürümek pahasına öğrenme, bilme isteğiyle doluydu. “Okumamın temelinde…” diyordu hatıralarında, “böyle bir emek var. Emeksiz olmuyor.”**
Köyün veya yaşamın çeşitli zorluklarını çocukluğunda ve ilk gençlik yıllarında birebir yaşamıştı Makal. Buna koşut yaşamın özünde emek olduğuna dair aktardığı deneyim aslında onun yaşamı boyunca kılavuzu olacaktı. Daha öğrencilik yıllarında dünyaya emek eksenli bakmaya başlamasıyla birlikte çevresindeki insanların sorunlarına, köyün, memleketin dertlerine duyarlılığı bu minval üzere gelişecekti.
Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”ü yazmasına giden süreçteki en büyük etmenlerden biri onun bir Köy Enstitüsü öğrencisi olmasıydı. Çocukluk yıllarında köyde halk edebiyatı ürünleriyle okuma ihtiyacını karşılamaya çalışan Makal; mandolin, keman çalınan, Çehov’dan, Shakespeare’den oyunlar çalışılan, Sabahattin Ali’den, Nazım Hikmet’ten, dünya edebiyatından kitaplar okunan enstitü yaşamından çok etkilendiğini söylüyor:
“Ben de bir gün kütüphaneye gittim. Dedim ki ‘Bir kitap alıp okumak istiyorum.’ İkinci sınıftan bir arkadaş bakıyordu kütüphaneye. ‘Klasik mi olsun?’ dedi. Sonradan öğrendik ki dünya edebiyatından kitaplar çevriliyor, bunlara ‘beyaz kaplı’ kitaplar deniliyor ama klasiği bilmiyorum o zamanlar. ‘Klasik olmasın’ dedim. O da bana Maksim Gorki’nin ‘Stepte’ adlı öykü kitabını verdi.”**
Yaşar Nabi’nin mektubu
Enstitü Makal’ın yaşamında bir dönüm noktasıydı kuşkusuz. Okuma kültürünü orada geliştirdiği gibi yazma merakı da orada başlamıştı. İvriz, Ülkü, Yayla gibi dergilerde okuduğu kitaplar hakkında yazdıkları ve şiirleri yayımlanacaktı. Yine Köy Enstitüleri Dergisi yazmaya eğilimli öğrenciler için önemli bir mecra niteliğindeydi. Makal bu dergilerden payına düşen telif hakkının mutlaka kendisine gönderildiğini ifade ediyor bir söyleşide.
Makal’ın yazın yaşamındaki asıl gelişme “Bir Köy Öğretmeninin Notları” başlıklı yazılarının yayımlandığı Varlık dergisinin kurucusu Yaşar Nabi Nayır ile yollarının kesişmesiyle olur. Yaşar Nabi, bir mektubunda Makal’dan köyü tanıtmasını ister. Böylece yazarın Varlık’taki ilk yazıları Nurgöz köyünde öğretmenliğe başladıktan yaklaşık bir yıl sonra 1948’in mayıs ayından itibaren çıkmaya başlar.
Derginin okur kitlesinden büyük ilgi görür köy notları. Ayrıca notlar üzerine basında yazılar yazılır. Nihayet İstanbul’a göç ederek Varlık Yayınları’nı kuran Yaşar Nabi’den bir mektup daha gelir. Bu kez dergide o güne kadar çıkan yazıların kitap olarak basılması fikrini iletir Makal’a.
1950’de Varlık Yayınları tarafından basılan “Bizim Köy” köylünün geçim derdinden beslenme biçimlerine, salgın hastalıklardan çocuk ölümlerine, toprak sorunundan okulsuzluğa, halkın karda kışta nelerle mücadele etmek zorunda kaldığından nasıl yaşadığına değin köylerin yoksulluğunu, köylülerin unutulmuşluğunu, yalnızlığını, çaresizliğini, umudunu umutsuzluğunu, dayanışmasını ya da kavgasını gözler önüne serer.
Bizim Köy
“Öyle çeşit çeşit yiyecekler, katıklar aramayın bizde. Fırından yeni çıkmış taze ekmek, bakkaldan şunu bunu, manavdan sebze ve yemişler alıp sepet sepet eve taşımak yok. Güzden eline ne geçer de viranhanenin kenarına köşesine atarsan baharı getirirsin onunla. (…) Hemen unutmadan söyleyeyim. Alfabede ‘Baba bana bal al’ cümlesini okurken, sordum: 56 öğrenci içinde yalnız bir tanesi bal görmüş. Gerisi bilmiyor. O çocuk da başka bir köye gezmeye gittiğinde görmüş.”*
Makal, öğrencileri tarafından bir anda “Öğretmenim, ata mı benzer bal yoksa kuzuya filan mı?” türünden soru yağmuruna tutulduğu için balı tanımlayamadığını yazıyor örneğin. Yine bir derste birinci sınıf öğrencilerine “Evi soğuk olanlar parmak kaldırsın” diyor. Hepsi kaldırıyor. Evlerinde yıkanma yeri olansa ancak bir tane çıkıyor.
Pek çok köye sağlık hizmeti ise gitmiyor. Halk hastalıklarla baş edemez duruma geliyor. Köyden şehirdeki sağlık yetkililerine yazılan rapora ancak bir ay sonra yanıt geliyor. Geliyor ama deniliyor ki: “Kış çok fazladır. Yollar kapalı olduğundan kamyon bulsak bile çıkamaz. Gelsek de yapılacak bir şey yoktur. Ana babaları çocukları sıcak tutsunlar, yatakta istirahat ettirsinler, öksürüğü kesici ilaçlar kullansınlar. Terletsinler. İyi gıdalarla, sütle beslesinler. İki tane broşür gönderiyoruz. Halka okuyun.”* Şartlar daha da ağırlaşınca o tarihte 130 evli köyde 34 çocuk ölüyor. On üç köyden “ölüm kâğıdı”na sadece bir ay için 120 çocuk yazılıyor.
Velhasılıkelam Makal’ın, kadınların yarı ömrüne bedel olan ekmek pişirmeyi “cehennem azabı” diye anlattığı, kibrit azlığından insanların köz-tezek alışverişinde bulunduğu, kooperatiften ödünç alınan para faizle iki katına çıkıp da büsbütün ödenemez olunca icraya verilen insanların “kara sefaleti”nin başladığı, büyük şehirlerde geçmişin köhne bir aracı olarak hatırlanan petrol lambasının bile henüz girmediği, ne elde avuçta ne de üstte başta olduğu, derme çatma okulu yağmurda akınca içine çadır kurulan bir köy gerçeğinin dile gelmiş hâliydi, Bizim Köy…
* Sait Faik Abasıyanık, Mahmut Makal, Orhan Kemal, Yaşar Kemal (Burgazada, 1952)
Sürgün, tutuklama, işsiz bırakma
Köy gerçeğini sade bir dille anlatan Bizim Köy insanları derinden etkilemiş, ülkenin ilk gündem maddelerinden olmuştu. Herkes kırsal kesimde köylünün hangi şartlarda yaşadığından haberdardı artık. Bizim Köy gazetelerde tartışmalarla, kimilerinin inkara kadar varan yaklaşımıyla, dünya basınında çıkan yazılarla ve 1950 seçimlerinin arifesinde yarattığı etkiyle çokça yankı uyandırdı.
Bizim Köy’den… “Bir köy öğretmeni varmış. Güzden biraz para geçmiş eline. Borcunun yarısını ödemiş, bir dem sürmeden çekilmiş köye. Bir torba bulgurla bir çuval un atmış kenara… Geçinmiş bununla bir ara. Kimi kimsesi yokmuş. Bu adamım emmisi yokmuş, dayısı yokmuş. ‘Medet!’ diye başına üşüşüp de eli boş çeviremediklerinin hesabı yokmuş… Üç dört günde bir pişirdiği yağsız pilâv boğazından zor geçermiş. Bulgurundan, unundan gayrı varmış bir de yatağı ya; ne biberi varmış ne yağı: Bu sebepten bir yanı aç bir yanı tok, yese de bir yemese de birmiş. İçi üşür, dışı üşürmüş. Gece ağlar, gündüz yüreğini dağlarmış. En çok ‘Anam anam, garibim’, türküsünü sever, geceleri yatağının içinde titrerken fısıltı halinde söylermiş. Bir kitap buna dermiş ki: ‘Sen bu köyü kalkındıracak tek adamsın, burada onun için bekliyorsun.’ O dermiş ki kitaba: ‘Ben kendimi kalkındıramadım, halsizim, mecalsizim. Bu güçsüz vücut bir köyü nasıl kalkındırsın? Sen beni kalkındır, ben de onu. Var benim de bir gayem, bir düşüncem. Ama kitap arkadaş, kâtip arkadaş, ne gelir benim elimden, zari zari ağlamaktan gayri…’ Böyle dermiş ama, ümidini kesmezmiş büsbütün. Okuyup yazmaya, öğrenip öğretmeye gene de savaşır dururmuş. Zaten her teselliyi okumakta bulurmuş.” |
Bizim Köy’e dair en duru nitelemeyi kitabın 1950 basımının önsözünde Yaşar Nabi yapmış: (Kitap) “(…) köylünün insanlık haklarına kavuşması uğrunda yazılmış bir rapor, hatta isterseniz bir ithamname gibi okunması lazımdır.”
Yine bu kez 1971’de Almanya’da çıkan bir yazıda Anadolu köylerinin çaresiz durumunun insanı sarsan bir gerçeklikle dile getirildiği ifade edilmiş: “İnsan haysiyet ve şerefine yakışmayacak şekilde geçirilen hayat Orta Avrupalıyı sarsmıştır.”*
Mahmut Makal’ın yazarlıktaki çilesi ise henüz daha Varlık dergisinde yazarken başlıyor. 1949’da ilk sürgününü görev yaptığı Nurgöz’den Çardak köyüne atanmakla yaşadı Makal. Ardından komünizm propagandasıyla suçlanarak tutuklandı. Ancak onun için belki de en şaşırtıcı olan dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından çağrılmasıydı. “Bu esnada” diyor, “Cumhurbaşkanlığı Fransızca çevirmeni Nurullah Ataç’la tanışma olanağı buldum.”*
Makal’ın “açık sözlü ve korkusuz” diye bahsettiği Ataç, tutuklanıp sonra da salıverilmesinin hikayesini anlatacaktı ona. Tutuklanmasında komünizm propagandası bir bahane, yukarıdakiler tarafından Niğde valisi aracılığıyla Makal’a gözdağı verilmek istenmesiymiş aslında mesele. Ataç’la karşılaşmasa bunu öğrenemeyeceğini söylüyor Makal ve soruyordu: “Hani nerede hak, hukuk, yasa ve de Anayasa?”*
Bizim Köy’le birlikte, 1950 seçimleri öncesinde bir konuşmasında sözü kendisine getirerek seçildiğinde “köylünün dertlerini dile getirdiği için mapusdamında inleyen Makal’ı savunmak olacağı” yönünde propagandasını yapan, sonra “Türk çocuklarının karşısına milliyetçi öğretmenler çıkaracağım” diyerek hem “Tonguç baba”yı hem de Makal’ı bakanlık emrine alan ikiyüzlü siyasetçiler de çok çabuk ifşa olmuştu zaten.
Resmi otoriteler ve devletçe “mimlenmişti” Makal. Kitaplarının yurtdışında basımını engelleme planlarının, görev yaptığı köyün adının değiştirilmesinin yanı sıra ne pasaport verilecek ne de çalışma yaşamında –örneğin müfettişlik görevi elinden alınarak– rahat bırakılacaktı. “Kitaplarımı yazarken, siyasal çevreler sanki yazılmamasını istiyordu, tedirgin etmeyi görev biliyorlardı. Öğretmenlik yıllarım boyunca soruşturma ve maaş kesme cezalarından usandığım için 1968 Kasım’ında bu görevden istifa ettim. Yıllarca işsiz kaldım. Bu arada kitaplarımın geliriyle geçindim.”***
Çeşitli dillere çevrilen, geniş okuyucu kitlesine ulaşan Bizim Köy ile köy edebiyatına öncülük eden Mahmut Makal daha başka kitaplar da yazdı; Memleketin Sahipleri, Kalkınma Masalı, Ötelerin Havası, Zulüm Makinesi, Bir İşçinin Günlüğünden…
Mahmut Makal’ı önceki hafta (10 Ağustos’ta) kaybettik. Hem öğretmen hem de yazar kimliğiyle insani bir yaşam, eşitlik, demokratik bir gelecek işçisiydi o bence. Köyün ayazı onu hasta ettiğinde anlayacaktı ümidin işe yaradığını: “Ümit ateşiyle içimi ısıtmasam bir gün bile ayakta duramazdım.”*
Mahmut Makal’dan, eserlerinden, mücadelesinden öğrenecek daha ne çok şey var! (SE/BK)
* Mahmut Makal. Bizim Köy. Sander Yayınları: 1973
** Mahmut Makal köy enstitüsü anılarını anlatıyor
*** Köy Enstitülerinin Yetiştirdiği Bir Ulu Çınar Mahmut Makal ile Bir Söyleşi