bianet’in 11 yıldır düzenlediği Okuldan Haber Odası’na (OHO) bu yaz katıldım. Yani OHO 2017 öğrencilerindenim.
OHO, çeşitli üniversitelerden gelen öğrencilerle bir şeyler paylaşmamıza ve yeni dostluklar kurmamıza olanak sağladığı gibi, birbirinden değerli hoca ve gazetecilerle tanışma, hatta onlardan eleştiri alma fırsatı tanıdı bize. Zaman zaman programın eksiklikleri üzerine eleştirilerde bulunsak da, kısa sürede bianet’in bu programı yapma amacını kaçırdığımızı fark ettim.
bianet bize sadece haber yapmayı değil, habere hazırlık ve bilgi toplama sürecinde görev dağılımını grup üyelerinin yeteneklerine göre yapabilmeyi, kolektif çalışabilmeyi ve üretim sürecinde üyelerin birbirine gösterdiği toleransla haberin niteliğinin doğru orantılı olduğunu anlamımızı sağladı.
Program sayesinde, farklı yerlerden gelip farklı yaşam biçimlerini benimsememizin eksiklik değil, şans, hatta ortak yaşam için bir ihtiyaç olduğunu da gördük.
Barış gazeteciliği ve hak odaklı habercilik eğitimleriyle bianet, sadece gazeteciliğin dilini değil; gündelik yaşamda kullandığımız dili ve bu sayede davranışlarımızı da sorgulamamızı sağladı.
Ada’da kaldığımız süre içinde, ülkenin karamsar havasının aksine barış sözcüğü küçük ya da büyük grupların tartışmalarında kendine yer buluyor, konuşmaların merkezi haline geliyordu. Türkiye’nin herhangi bir yerinde barış kelimesi bu kadar revaçta mıdır bilinmez ama OHO’nun gündeminde barışın Trend Topic (TT) olduğundan eminim. Aynı çatı altında bu kadar barış destekçisinin olduğunu bilmek bile bizi heyecanlandırmaya; umut ve cesaret dopingi almamıza yetti.
Büyükada’dan İstanbul’a alternatif bakış
Büyükada’da oturmuş, İstanbul’un ışıltılı haline bakarken, adanın İstanbul’a alternatifliği üzerine düşünmeye başladık. Birbirine uzaktan bakan iki farklı bölgenin ekonomisinden örgütlenme yapısına, politik duruşundan sosyal ilişkisine kadar çeşitli etkenler üzerine kafa yorduk. İstanbul’un canlı ve renkli, bir o kadar kalabalık ve gürültülü yaşamının aksine Büyükada’da kaldığımız yer doğayla iç içe, sessiz ve düşünmeye fazlasıyla olanak sağlayan bir yerdi.
İstanbul, ekonomik olarak devasa bir gücü elinde bulunduran, hiyerarşik örgütlenen, devlet ve sermaye gruplarıyla yakın ilişki kuran, çoğunlukçu ve popüler bir alanı temsil ettiğinden bize ana akım medya izlenimi vermişti.
Büyükada hatta çevre adalar ise, farklılıkların göz ardı edilmediği, “dönemlik” önem kazanan, imkânları kısıtlı, kolektif çalışmanın ön planda olduğu, devletten az destek alan -zaman zaman hiç desteklenmeyen- dolayısıyla muhalif bir yer olduğu için alternatif bir mecra gibiydi.
Bu benzetmelerden ana akım medyanın işlevsiz olduğunu düşündüğümüz anlaşılmasın. Aksine ana akım mecralar çok büyük öneme sahipler ve görevlerini layığıyla yerine getirdiklerinde denetleyici rolleri nedeniyle ülke gündeminde belirleyici olabiliyorlar. Ana akım medya sorumluluklarını yeterince yerine getirmediğinde ise, bir “tehdit” olarak alternatif mecralar önem kazanıyor. Bu “tehdit” ana akıma “Kendine çekidüzen ver” mesajıyla iletilirken, alternatif mecralara da yeri geldiğinde hem ana akımı hem de ülke sorunlarını denetleme şansı tanıyor.
Ana akımda kalıp, yaptığı haberlerden rahatsız olsalar dahi direnmeye devam edenler olduğu gibi; medyanın daha farklı olabileceğine inanan ve alternatif mecralara yönelenler de var. Bu bir tercih: İstanbul’un monotonluğundan sıkılanların adalara yerleşerek farklı bir yaşamı seçtiği ya da İstanbul’da kalanların mevcut şartlarla mücadele ettiği gibi... (OG/AS)