Yaşamını sosyal hizmet eğitimine ve uygulamalarına adayan binlerce öğrencinin yetişmesinde hep var olan ve ülkenin sosyal hizmet politikalarının oluşmasında yer alan Prof. Dr. Sema Kut’u, 1997-1981 yıllarında öğrenci-hoca ilişkisi sınırında –uzaktan- tanımıştım.
2004’te Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi adına, Sema Hocamla yaşamı, aile ilişkileri, öğrenimi, çalışma özgeçmişi, hocalığı, akademisyenliği, yöneticiliği, gönüllü çalışmaları, sosyal hizmete ve sosyal hizmet eğitimine ilişkin eleştiri ve özeleştirileri, ulusal ve uluslararası resmi ve hükümet dışı görevleri, gezip gördüğü yerleri, hayata bakışı iç görüsü, beklentileri, umutları çok yönlü gözlemleri, düşünceleri, anılarını içeren nehir söyleşi yapmayı üstlenmiştim. Sonuçta Dernek adına yayımlanan “Yaşamla Bütünleşen Bir Mesleğin Öyküsü: Sema Kut & Sosyal Hizmet(**)” kitabı çıkmıştı ortaya.
Söyleşi esnasında “Sevdiklerini kaybetmek hazin bir şey. Yokluk insanı derinden üzen bir durum, ama bu yokluğu nasıl kabul ettiğin çok önemli. Çünkü kaybettiğin insan yaşamından çıkmıyor. Kaybettiğim sevdiklerim yaşamımdaki yerini koruyor ve hep onlarla beraberim. Bu duygular beni yaşama daha çok bağlıyor ve yaşama sevincim sürdürüyorum. Ben yaşamımda hep kavuşmaları sevdim. Kavuşmalar sevinçli, ayrılıklar hüzünlüdür” diyen hocamı 17 Mayıs 2017’de kaybettik.
*****
Sema Kut, 1931 İstanbul doğumlu. Anne-babasının tek çocuğu. Erkek olsaymış adı ‘toprak’ manasında ‘zemin’ olacakmış, kız olunca da ‘gökyüzü’ manasında ‘sema’ olmuş. ‘Kutsal’ anlamına gelen “soyadımı çok sevdiğim için hiç değiştirmek gereği hissetmedim galiba” demişti.
Anne Kafkasya kökenli. Bakımlı, duygusal ve duyarlı, içindeki çocuğu büyütmeyen, dans etmeyi seven, Fransız okulundan terk. Baba Yalvaç’lı. Dürüst, düzgün, çalışkan ve ciddi. Ankara Hukuk mezunu ve Anadolu’da hakim-savcı-ağır ceza reisliği yapan edebiyat aşığı bir entelektüel. Ailesi küçük Sema’yı bağımsız, yüksek öz güvenli yetiştirme çabasında. Minnacıkken yüzmeyi öğrendiği Gerze’yi, sahilindeki bir gazinoda çalan taş plaktan yükselen “Ümitlerim hep kırıldı, yârim artık gelmeyecek” şarkısını hiç unutmayacak.
Gazete-kitap okuma ile ‘ajans’ dinleme alışkanlığı babasından, şık giyim tutkusu annesinden. Çocukluğundaki tatilleri, Ankara ve İstanbul’da geçirdiğinden küçük yaşta öğrenir yeni ortamlara hızla uyum ağlamayı ve ayrılıkların sonunda kavuşmaların olduğunu. Her zaman evinde-çoğunun adı- ‘Emine’ olan yardımcısı olan Sema Hoca, dini bayramlarda evini terk etmemiş mecbur kalmadıkça. Çocukluğunun Ankara’sına özlemi bitmedi hiç.
Ankara Kız Orta Okulu’nda birinci sınıfı okuyor, sonrasını Üsküdar Amerikan Koleji’nde yatılı okuyor. Ailesini özlese de, yaşamının en köklü arkadaşlıkları burada filizleniyor. İyi eğitimin yanı sıra kendine yetmeyi, yaşamı paylaşmayı, dayanışmayı vb. burada öğrenecektir. Cumhuriyet Türkiye’sinin tanıklık eden Sema, ölümü Atatürk’le tanıyacaktır.
Babasının ailesiyle ilişkisi zayıf. Ankara Çıkrıkçılar yokuşundaki Almanyalı mimar-mühendislerin eseri evde oturan anneanne, iki teyze ve kuzeninin yeri hep çok önemli olacak. 33 günlük lohusayken dul kalan – kuzen Gülören’in annesi Şehime Teyzesi; otoriter, sevgisi kontrollü, akıllı ve ailenin baskın bir kişi.
Diğer teyze Mediha Eldem, kadın doğum doktoru. İlk icraatı genelevde hijyen sağlama olan Ankara’nın ilk kadın hükümet tabibi. Çocuk Esirgeme Kurumu, Verem Savaş Derneği, Kızılay, Yardım Sevenler Derneği gibi kuruluşlarda gönüllü ya da yönetici. Hastalandığında Ulus’taki Yahudi Mahallesindeki Sinagogda, Yahudi Cemaatince, iyileşmesi için ayin yapılacak kadar, adı Sıhhiye’de bir sokağa verilecek kadar öncü ruhlu, heyecanlı ve pırıltılı, topluma mal olmuş biri.
Kuzen Prof. Dr. Gülören Ünlüoğlu, Rasim Adasal’ın öğrencisi, Ankara Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğine çok emek veren, insan ilişkilerinde keyifli, gerçekçi, öğretici biri.
Liseyi bitirdiği yaz babasını kaybeden Sema Kut, o yıl İstanbul Hukuk’a yazılsa da yarım bırakıp, ertesi yıl Dil Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümüne kaydolacak ve keyifli öğrencilik geçirecektir. Öğrenciyken Ankara Radyosu İngilizce Servisinde sözleşmeli çalışıyor, parası az olsa da mikrofondan hoşlanıyor. 60 ihtilalinin olduğu gece radyoda nöbetçi. İsim benzerliği nedeniyle Askeri Mahkemede yargılanmışlığı, özel bir ilkokulda İngilizce dersi vermişliği de var.
Memuriyete (ilk adı "Orta Doğu Yüksek Teknoloji Enstitüsü" olan) Orta Doğu Teknik Üniversitesinde(ODTÜ) başlıyor. Okulun kurucusu Amerikalı müşavir Mr. Godfrey’in akademik idareciliğini yapan Sema Kut, ilk rektör Feyzioğlu’nun, Üniversite Genel Sekreterliği teklifini reddecektir; aklı başka yerlerde olduğundan.
Yıl 1959. Birleşmiş Milletler sosyal refah müşaviri Miss Hersey’in önerisiyle girdiği burs sınavını kazanır ve iki yıllığına İngiltere Svansea Üniversitesi’nde sosyal hizmet yüksek lisans programına dahil olur.
Londra’daki okulda ve yurtta her kıtadan, her renkten, her ırktan arkadaşı olur. Türkiye’yi ve ailesini çok özleyen ve çok ders çalışan Sema Kut için uygulama çalışmaları çok öğreticidir. Bit Pazarından radyo aldığı gün Ankara’da Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na (SSYB) bağlı Sosyal Hizmetler Akademisinin (SHA) açıldığını duyunca heyecanlanır.
Söyleşirken “İlk bakışta sosyal hizmet çok depresif bir meslek gibi. Hep karanlıklarda, insanların sorunları, sıkıntıları, ıstırapları, yoksunlukları ve yoksulluğuyla yüz yüzesiniz. Mesleğiniz bu durumda size umut veriyor aslında. Siz ‘Ben bu çaresizliklere çözüm getireceğim’ dediğinizde güçlenip, hayatınızı aydınlatabilmelisiniz. O nedenle mesleği algılama biçiminiz ve mesleğinizle bağdaşabilmeniz önemlidir”, demişti hocamız.
Ülkemizde sosyal hizmetlerin kökeninin çok eski olduğunu, halen yaşayan Osmanlı dönemi kurumları olduğunu, Cumhuriyet döneminde yasal değişiklikler yapılması, Çocuk Esirgeme Kurumu ile Yardım Sevenler Derneğinin açılması, SSYB ile Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kurulması, planlı kalkınmaya geçilmesi, 1959’da Sosyal Hizmetler Enstitüsü, Sosyal Hizmetler Akademisi (SHA) ve Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğünün kurulmasının önemini de vurgulamıştı.
1962-1963 öğrenim yılında SHA’da göreve başlar. “Çocuklar beni hafife aldılar önceleri. Öğrenciler yeni, meslek yeni, eğitim yeni, ben de hocalıkta yeniyim Birleşmiş Milletler Teknik Yardım Bölümü müşavir ve uzmanlarının, Fullbrigt aracılığıyla Amerikan Üniversitelerinden gelen hocaların, ikili anlaşmalar çerçevesinde gelen hocaların ilk yıllarda sosyal hizmet eğitimine anlamlı katkısı oldu. Üç kurum; Enstitü- Akademi- Genel Müdürlük aynı amaç için çalışıyordu. Akademide, üniversitelerden ve yurtdışından gelen hocalarla uyumlu çalıştık. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, CENTO, Hollanda Teknik Yardımı ve FULLBRİGHT gibi örgütlerin bursuyla, yurt dışında eğitim alan arkadaşların bazıları dönüşte akademide çalıştı.”
Akademinin uluslararası Sosyal Hizmet Okulları Birliği2ne (1963) üye olması diğer ülke eğitimlerinin deneyimlerinden yararlanmasını sağladığı, Asistanlık Yönetmeliği (1969) sayesinde Akademiye öğretim görevlilerinin atandığı, eğitimde bütüncül yaklaşımın benimsendiği, sosyal hizmet uzmanı (SHU) mezun etmeden önce UNICEF (Çocuklara Yardım Fonu) işbirliğiyle “koruyucu aile“ hizmeti için “sosyal yardımcı yetiştirme programı” açıldığını, sosyal hizmetin odağındaki insan ve toplumun süreç içerisinde bütünleştiğini, ilk yıllarda kırsal kesimde toplum kalkınmasını etkin uyguladıklarını, yıllar sonra yükselen değer olacak toplum kalkınması ve organizasyonu bir sosyal hizmet yöntemi iken şimdilerde halk katılımına ve bilinçlenmesine ilişkin bir yöntem olduğunu, farklı yaklaşımlar/tartışmalar öne çıkmasında değer yargıları, yönetim, politika ve siyasetin etkin olduğunu, okulun kurumsallaşma aşamasının çok sancılı olduğunu, hedefe bata çıka yüründüğünü söyleşide belirtti.
Sosyal hizmet teorisiyle pratiğinin farklı olması eleştirilerine ilişkin cevabı önemli. “Bu tartışma hep sürdü. Beceri, kişiye ait bir yeti. Örneğin: mesleki karar verme. Eğitimdeki kalıpları aynen kullanamazsın. Mevcut bilginle yönlendirme yapabilirsin ancak. Bilgi- uygulama- deneyim- beceri birlikte önemli. Kuram ve bilgi önümüzü açar. Her müracaatçı başkadır. Sosyal hizmette bireyselleştirme önemlidir. Bireyi tek göreceksin. SHU müracaatçısına tavsiyede bulunmaz, çözüm alternatiflerini sunar, tartışırlar. Ama ‘Yaşam senin, karar senin. Bunlardan birini seç’, der. Müracaatçı kendisine zarar verecek bir şeyi seçerse onu yönlendirir. Akli dengesi yoksa, yaşı küçükse yani karar verme düzeyinde değilse yönlendirme ve müdahale yapar. SHU’nun tavsiyesi o kişi için en iyisi değildir, kişi kendisi seçmeli. Sosyal hizmet eğitiminin en önemli ve incelikli yeri budur. İğneyle kuyu kazanmak yani. Sosyal hizmet eğitiminde her şeyin en iyisini yaptık diyemem. Hep bir üniversite bünyesinde olmak istedik, başvurularımız oldu ama başaramadık. YÖK’ten sonra Hacettepe Üniversitesine bağlandık. Bağlanma süreci sancıları beni çok yordu.”
Sema Hoca, söyleşi sırasında da “Keşke daha birçok sosyal hizmet eğitimi veren okullar açılsa” demişti ama sonraki sohbetlerimizden son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan ve yetersiz olanaklara sahip sosyal hizmet bölümlerine de mesafeli olduğunu biliyorum.
Sema Hoca çok uzun yıllar akademinin müdürlüğünü yaptı. “Alışılmış, beklentilere uygun bir bürokrat olamadım. Yöneticilikte hep fire verdim. Patronluk yapamadım hiç. Uluslararası sosyal hizmet camiasıyla kurduğum ilişkiler eğitime yansıdı. Bazı olanaklar ve tesadüfler çok işe yaradı. Katıldığım her bir uluslararası toplantı bana okul oldu, bireysel ve toplumsal düzeyde çok şey kazandırdı. Okulda pembe (çeviri) kitaplar okutuluyor diye çok eleştirildim. Yerli materyal üretemedik yeteri kadar doğru.”
Her bir öğrencisi Sema Hoca’yı farklı anlatabilir. O, öğrenci/gençlerle çalışmanın büyük güzellikleri ve keyfi olduğunu, onları dengede tutmanın kolay olmadığını, ‘böyle/söyle yap’ değil, ‘isterseniz böyle/şöyle yapın’ söyleminin daha uygun olduğunu, hoca-öğrencinin karşılıklı alışveriş yaptığını; onların öğrenme hevesi, dinamizmi, sabırsızlığı, tahammülsüzlüğü, atılganlığı, her şeyin üstesinden gelebileceklerini düşünmelerinin çok hoş olduğunu ve bu özelliklerinin bazılarını tolere etmek gerektiğini, şekilci/biçimsel bir hoca olmadığını ama kendine biçimsel olduğunu, öğrencilerine hep inandığını ve güvendiğini, kendine karşı olan öğrencileri dahil hepsini sevdiğini, mezunlarla ilişkisinin kopmadığını, mesleğin gelişimi ve yaşatılmasına tüm mezunların katkı verdiğini, ilk mezunların mesleki kimliklerinin sorgulandığını ve kendilerini tanıtmada zorlandığını söylemişti.
Söyleşi esnasında toplumsal ve politika boyutunda önem taşıyan, gelir dağılımı, sosyal adaletin sağlanması ve fırsat eşitliği ilkelerini temel alan sosyal hizmet mesleğine ilişkin söylediklerinin bazılarını alıntılamak şart. “Olanaksız insanlarla çalışılırken, yani insani sorunlara yönelirken hep sorun çözümleme ilkesi uygulanmıştır. Toplumla bütünleşemeyen, toplumda yer alamayan, topluma katkıda bulunamayan kişi-grup-topluluklarla çalışma misyonunu temel alan bir meslek inkar edilemez. Sosyal politikanın oluşturulma sürecindeki dengesizliklerin politik, ekonomik ve sosyal açıdan değerlendirilerek giderilmesi gerekir. Sosyal hizmet çok alanlı bir meslek. Uygulama için pek çok alandan destek almakta zorlanıyor. Sosyal hizmet, toplumsal değişmeyle ilişkili bir meslek. Kendisini yeni düzende de ayakta tutabilmek için mücadelesi sürmek zorunda.”
Hocanın, sosyal hizmet uzmanlarına(SHU) ilişkin söyledikleri önemli ve tekrarlamakta yarar var.
SHU, hayatı seven, mücadeleden kaçınmayan, duygulu fakat duygularını kontrol altına alabilen, sıcak fakat gerçekçi, peşin hükümlü olmayan, insanları ayırt etmeden kabul edebilen bir kişidir.
SHU, yaşamı önce kendisi için sevmeli, yaşamanın güzel bir şey olduğunu ve insanların yaşama hakkı olduğunu çok iyi algılamalı ve herkesin güzel yaşamasını istemeli.
SHU, pesimist değil optimist olmalı ve her şeyde bir çıkar yol aramalı.
SHU, mücadeleden kaçınmaz. Mücadele bizim kaderimiz. Ülkede hak kavramı yerine oturmadığından sistem bizi mücadeleye sevk ediyor. Sistemle çelişkiye düşen insanlarla çalıştığımız için ya da bu mesleğin uygulanmasını zorlaştıran boşlukları doldurulmayan bir sistemde çalıştığımız için işimiz zor.
SHU, toplumun sesini iyi dinlemek zorunda. Toplum tarafından zaman zaman kabul edilmesi güç bireylerle çalıştığımızdan SHU, müracaatçıya ‘ben seninle ilgiliyim, sana önem veriyorum’, mesajı verebilmeli.
SHU, müracaatçısıyla sıcak ilişki kurabilmeli, ona dokunabilmeli. Kullanacağı sözcüklere, hitap şekline dikkat etmeli. Bilgisini aktarmalı.
SHU, gerçekçi olmalı ve olmayacak şeyler için müracaatçısına umut vermemeli.
SHU, asla pesin hükümlü olmamalı, ırk, dil, din vb. ayrımı yapmamalı.
“Yöneticilik, akademisyenlik, profesyonellik, hepsinin ötesinde gönüllülük zor iş” diyen Sema Hoca’ya ilişkin gerek nehir söyleşiden alıntı yapmak, gerek sonrasında kaydettiğimiz yaşantıların bazılarını yazmak mümkün.
Hocaya “Sizi en çok üzen öğrencilerinizden, iki muzur öğrenciniz Şadiye ve Hürriyet (Uğuroğlu), sizi, mesleği ve mesleki uygulamayı anlatmaya kalkıştı. Ne düşünüyorsunuz” diye sorduğumda şöyle cevap vermişti:
“Muzur muydunuz? Onu bilemeyeceğim. Ama ben sosyal hizmet gibi değişime inanan bir meslek elemanlarının toplum gibi insanların da değişebileceğini, değişimini yaşam deneyimiyle, öğrenmekle sağlanabildiğini biliyorum. Bu yüzden ben kimsenin aynı kalacağını zaten düşünmemiştim ve görüyorum ki doğru düşünmüşüm. Olgunlaşma dediğimiz şey bu işte…”.
*****
Sema Hocam; bir vesileyle ölüm üzerine konuşurken söylediklerinizi not almıştım.
“Biz dünyaya gelirken kimse bize gelmek isteyip etmediğimizi sormuyor. Dünyaya veda ederken de aynı şey. Ama arada fark var. Gelirken nereye geldiğimizi bilmiyoruz. Giderken ise ayrılmak istemediklerimiz, hala yapmak istediklerimiz ve umutlarımız var; pek çok. Onları bırakıp gitme düşüncesinden bile uzak duruyoruz.
“Tüm üzüntülerimize, sıkıntılarımıza ve umutsuzluklarımıza rağmen hep söylediğimiz aynı şey: yaşam devam ediyor ve yaşamak güzel. Evet, yaşam güzel de inkar edemediğimiz bir gerçek var; gitmek. Ancak giderken şairin dediği gibi, bu kubbede hoş bir seda bırakarak gitmek var.”
Sevgili Hocam; sizi özlediğimi hissettiğimde içimden hep “Gesi Bağları” türküsünü söyleyeceğim. (ŞD/ÇT)