* Bu yazıyı Prof. Dr. Mete Tunçay’ın 80. yaş günü nedeniyle Toplumsal Tarih dergisinin Temmuz 2016 tarihli 271. sayısından aldık.
Mete Tunçay'ın Batı'da Siyasal Düşünceler yapıtı bağlamında Mülkiye’de -sonra İstanbul SBF’de de uygulanan- "Siyasal Düşünceler Tarihi" öğretimine öncelikle Hoca’nın metodoloji, zihinsel disiplin ve kavram sahihliği kaygısına değinerek başlamak istiyorum.1 Bilineceği Bilmek adlı makaleler derlemesine Tunçay, metodoloji hakkındaki iki çevirisini de dahil eder, arkalarında durduğunu bilhassa vurgulayarak. Bunlardan Rapoport’un "Teorinin Çeşitli Anlamları" başlıklı olanının açılış cümlesi, "Aynı kelimelerin başka başka görüş açılarından bakanlarca başka anlamlarda kullanılması yüzünden o kadar çok tartışma yolunu şaşırıyor ki, hemen her tartışmaya terimlerin anlamlarını belirlemekle başlamak zorunlu görünüyor” şeklindedir.2 Mete Tunçay’ın hem hocalığı hem de tüm entelektüel verimi, günümüzde gülünç olduğu kadar acıklı sonuçlarına sürekli tanık olduğumuz bu kargaşayla mücadelenin izini taşır. Kavramsal seçikliğin yokluğu zihinsel disiplin eksikliğine işaret eder ki, bu eksiklik ile itaat kültürü ve toplumun daimi ergenlik halinde yaşaması arasında yakın bir ilişki vardır. Hocanın derslerinde vurguladığı metodoloji ve kavram sahihliği kaygısı herhalde bizleri böylesi bir "sürekli ergenlik” halinden çıkarma amacına yönelikti. Bu vurgu, Mülkiye'deki siyaset bilimi eğitimi ile daha sonra bu anlayışı İstanbul’a taşıyan Cemil Oktay gibi hocalar sayesinde İstanbul SBF'deki siyaset bilimi öğretiminin ortak noktasıdır.
Bir diğer ortak nokta ise, Anglosakson tipi siyaset bilimi yaklaşımlarına uzaklık ve siyaset bilimini esas olarak "anlam” peşinde koşan bir kavrayışla ele almaktır. Yıllar sonra Bilineceği Bilmek derlemesini yeniden okuduğumda bu yaklaşımın Mülkiye’de Yavuz Abadan Hocayla başlayan bir gelenek olduğunu anladım. Mete Tunçay kendi hocasının siyaset felsefesi yaklaşımını "felsefi bir eğilimle siyasal teorileri çözümleme çabası ile siyaseti bilim olarak incelemenin çeşitli metotlarını öğrenmeyi birleştirmek” olarak özetler.3 Şimdi geriye baktığımda Mete Hoca’nın da aynı şeyi yaptığını görüyorum. Bu, aslında öğrencilere verilebilecek en büyük armağandır: Bilgiye ulaşmanın, bilineceği bilmenin yöntemlerini öğretmek...
Anatole France, "Eğitim hafızaya ne kadar çok şey kaydettiğinizle, hatta ne kadar çok şey bildiğinizle değil, ne bildiğiniz ile ne bilmediğiniz arasında ayrım yapabilmeyi öğrenmekle ilgilidir” der. Bu ayrımı yapabilirseniz ezbercilikten kurtulmanın, dogmatizmden sakınmanın ve eleştirel düşüncenin yolunu da açmış olursunuz. Bu sadece bilgiye, öğrenmeye ilişkin bir şey değildir, aynı zamanda kamusal alanda ahlaki bir duruşu da öğretmektir; çünkü siyaset öğreniminde eleştirel düşünme yalnızca sorgulamanın ve yaratıcı düşüncenin yolunu açmakla kalmaz, aynı zamanda sizi içinde bulunduğunuz siyasal koşullara duyarlı olmaya, söz söylemeye, tavır almaya yöneltir. Siyasal Düşünceler Tarihi'nin bir parçası olduğu beşeri bilimler, Batı’da Latinlerin Artes Liberales dediği özgür insana, yani yurttaşa yaraşan beceri ve erdemlerin öğretildiği müktesebatın şemsiyesi altındadır. Bu müktesebat dar uzmanlık öğretimini hedeflemez; bizatihi bilginin niteliğine ilişkindir. Zihnin nasıl genişletileceğiyle olduğu kadar bu dünyada nasıl yaşanacağıyla, başkalarıyla nasıl bir ilişki içinde olunacağıyla ilgilidir. Bu da bizi Sokrates'in bildiğimiz önermesine getirir: "Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değmez.” Bu önerme, dünyaya karşı sorumluluğa ve aydın cesaretine işaret eder. Sokrates’in sözünü esin kaynağı olarak alan Mete Tunçay gibi insanlar, akademi içindeki ve dışındaki tutumlarıyla bu ahlaki sorumluluğu cisimleştirirler. Mete Hoca “ortam koşulları ne olursa olsun dogmatizmin zincirlerini kırmakta ve özgün yollar aramakta bireysel yiğitliğe iş düştüğünü”4 boşuna söylemez. Hocanın bu tutumunu derslerinde olduğu kadar Mülkiye’deki çarşamba toplantılarında, özel toplantılarda ve elbette kamusal konuşma ve yapıtlarında yakından izledim. Beni en çok onun akademik namusu, dobralığı dogmatizm ve klişe ezberlere karşı hatır gönül tanımayan entelektüel cesareti etkilemiştir. Kemal Tahirciliğin en moda olduğu dönemde, "Kemal Tahir’in romanlarında Marksist tarih görüşü değil, komplocu polis hafiyesi mantığı egemendir” cümlesini yazacak kimse herhalde kolay bulunmaz!5 Hoca, bir yazısında "Bir insana özgürlüğü ancak özgür insanlar öğretebilir” der. Eleştirel düşünme cesaretini de düşünmeye ve düşündüğünü söylemeye cesaret edenler ancak öğretebiliyor.
Ama Mete Hoca, önce anlama çabasına girişmeden eleştirmeye kalkışmamak gerektiğini de hep vurgular. Bu tavrın onun siyaset bilimine ilişkin kavrayışıyla yakın ilişkisi var. Sosyal ve siyasal yaşamın teorisyenleri için araştırma nesnelerinin duygu ve zihniyet dünyasına yakınlık, hatta onları paylaşmak önemlidir. Kendi üzerine yorum yapabilen bir varlığı anlayabilmek için, kendini yorumlayan bir varlık olmak gerekir. Kendini bilmek, başkalarını bilmenin ve yorumlayabilmenin ön koşuludur. Apollon tapınağının üzerinde boşuna "Kendini bil” yazmaz! Siyasal teorinin en önemli görevlerinden biri, insanların dünyayı ve kendilerini nasıl anladıklarını anlamaktır, yani esas kaygısı, anlamdır. Anlama ise nesnel yasalarda değil, paylaşılan ya da öznellikler arası anlama ediminde temellenir. Dolayısıyla siyasal teorilerin değeri doğrulanabilir öngörülerde, tahminlerde bulunmaktan çok siyasal yaşama anlamlı biçimde bilgi sağlamalarında yatar. Burada sorun doğruluk ya da yanlışlık değil, kolektif varoluşu anlamaya yardımcı olup olmamaktır. İşte bu noktada daha spesifik olarak Batı'da Siyasal Düşünceler'e geçebiliriz.
Siyaset Teorisi öğrenimi, siyasal düşünce açısından merkezî önem taşıyan düşünce ve öğretilerin analitik incelemesini kapsar. Bu da geleneksel olarak, belli başlı düşünürlerin klasik metinlerinin odak alındığı "Siyasal Düşünceler Tarihi" biçimini almıştır. Siyasal Düşünceler Tarihi’nde onların, siyasal eylemin hedeflerini ve araçlarını inceleyen ve dolayısıyla da açıkça etik ve normatif olan düşüncelerini odağa alırız. "Devlet neden vardır?”, "Bireysel özgürlüğün sınırları ne olmalıdır?”, "Toplum ile birey arasındaki en iyi denge nasıldır?" gibi sorular bu düşünürlerin yanıt aradığı sorulardır ve onları öğrenmek, bizim için de geçerli olan bu sorulara kendi yanıtlarımızı oluşturabilmemiz açısından bizlere bilgi ve düşünme olanağı sağladıkları için önemlidir. Yoksa onlardan bugünkü sorunlarımızı çözmelerini beklediğimiz için değil. Tam tersine, bugünkü sorunlarımız için kendi çözümlerimizi oluşturabilmek, kendi aklımızı harekete geçirmek ve eleştirel bir perspektif kazanabilmek için bu düşünürleri ve yapıtlarını okuruz. Quentin Skinner’in işaret ettiği gibi, "Düşünceler tarihini okuyarak aslında zaman dışı, genel geçer kavramlar olmadığını, sadece farklı toplumlarda farklı kavramlar olduğunu keşfedersek, yalnızca geçmişe ilişkin genel bir hakikati keşfetmekle kalmayız, kendimize ilişkin bir hakikati de keşfederiz”.6 Üstelik geçmişte neyin zorunlu neyin ise yerel düzenlemelerin rastlantısal ürünü olduğunu ayırt etmesini öğrenmek bizatihi öz-farkındalığın, kendini bilmenin anahtarlarından birini, belki de birincisini öğrenmektir. Öz-farkındalık ise, hep bildiğimiz gibi, eleştirel düşünmenin olmazsa olmazıdır.
Mete Tunçay'ın Batı’da Siyasal Düşünceler'de esas olarak bunu öğrettiği kanısındayım. Ama bu derste öğrettiği başka bir şeye değinmeden geçemeyeceğim. O da, bizatihi bilgi peşinde koşmanın ne büyük bir haz olduğunu öğrencilerine tattırmasıdır. Bu benzersiz hazzın bir kere tadını aldığınızda ebedi öğrenciliğin zevkine varırsınız ve her yıl yeni bir öğrenci kuşağına okuttuğunuz aynı metinlerde onlarla birlikte yeni şeyler bulmanın heyecanını yaşar, dersliklerinizi bir agoraya çevirmenin keyfini sürersiniz. Bu haz sayesinde akademiye giderek hâkim olan projecilik baskısından, sürekli şu ya da bu indeks tarafından taranan dergilerde pek de manalı bulmadığınız yayınlar yapma baskısından bir süreliğine de olsa uzaklaşır ve keyifle Platonun diyaloglarına yeniden dalarak zamanınızı "boşa harcama” lüksüne sahip çıkarsınız. Bu aynı zamanda, giderek daha az şey hakkında daha çok şey bilmenizi bekleyen uzmanlaşma baskısına, üniversitenin universitas idealinden uzaklaştırılıp meslek okuluna dönüştürülmesine karınca kararınca bir meydan okuma anlamına da geldiği için size fazladan bir zevk verir. Bazı yazarlar bilgi peşinde koşma arzusunun, boş zamanın giderek özelleştirilmesi eğilimine karşı durduğu için aslında özel ve kamusal alanlar arasında bir bağlantı oluşturabileceğini savunur. Belki de Mete Tunçay gibi bilgiseverlerin aynı zamanda kamusal aydın olmayı seçmelerinin bir nedeni budur.
Mete Hocanın aydın sorumluluğunu böylesine benimsemesinin esas nedeni, bence onun siyaseti ve siyaset öğrenimini nasıl kavradığıyla ilgili. Yavuz Abadan için yaptığı anma konuşmasında, Abadan Hoca’nın 1933’ten beri hemen her yıl yeni bir öğrenci kuşağına, "bütün eski Yunan'ın öz cevherinin agora mihrakında toplandığım" söylediğini aktarıyor.
Tıpkı Aristoteles'in "Polis, polislilerdir”, yani agorada, kamusal alanda konuşan yurttaşlardır demesi gibi, Mete Tunçay da "Siyaset, ‘yapmak'tan çok düşünmek ve düşündüklerimizi söylemektir; yani siyaset, siyaset konuşmaktır” der. Bu "konuşma”yı Hoca, dogmatizme ve önyargılara, ezber klişelere karşı her daim eleştirel aklı ve özgürlüğü savunurken "bireysel yiğitliği" hiç elden bırakmadan yaptı, yapıyor.
Mete Tunçay gibi bir düşünürü, hocayı, kamusal aydını ve yazarı tanımlara sığdırmak elbette mümkün değil. Gene de kırk yılı aşkın bir zamandır tanıdığım, hep izlediğim, örnek almaya çalıştığım hocamı düşündüğümde aklıma her şeyden önce, "eleştirel aklın Türkiye temsilcisi” cümlesi geliyor. Hayat bazen insana talihli fırsatlar sunar, Macchiavelli’nin Şortuna dediği cinsten... Mete Tunçay'ın öğrencisi olmak, bu dünyada Şortuna'ya mazhar olmaktır. (FB/EKN)