İlk dinlediğim Bowie şarkısı Starman'di. Napster'dan (Napster diye bir şey vardı) tesadüfen bulup indirmiştim. Bizim evde Alice Cooper bile biraz konuşulurdu ama Bowie'yi ben "keşfetmiştim".
(Alice Cooper'ı da çok cool buluyordum. O makyaj filan. Bir yandan da, Kiss'le birlikte "imaj/içerik uyumu ne değildir" dersi gibiydiler. Tiplerine baksan, kesin black metal yapıyorlar, öyle bir "sertlik". Kaseti takar takmaz kükreyecekler, çığlık atacaklar diye albümlerini çalmadan önce kasetçaların sesini iyice kısardım. Ama sonra Alice Cooper beni şu şarkıyla karşılardı. E ben de şaşırırdım tabii. Gene de severdim.
Alice Cooper tipinde makyajlı bir adamı dinlemek zaten isyan etmekle eş anlamlı gibiydi. Ama bazı şarkıları da insanı acayip gaza getirirdi. Cuma günleri okuldan eve dönüp bangır bangır School's Out çalınca, kendimi başka biri gibi hissederdim. Asiyim, çılgınım, zaten beni kimse anlamıyor, yaşasın iyi ki Alice Cooper var ve oh "No More Teacher's Dirty Looks". Hatta hell yeah. Ama albüm bitince oturup mutfak masasında coğrafya ödevi yapıyorum. Annem portakal sıkıyor filan. -içmeyi reddetsem neyse, bir de içiyorum üstüne-. Neyse efendim. Bu Alice Cooper asilik çağı annem sayesinde sona erdi. Önümde defterler, kafa bir ileri bir geri sallanıyor -ve tabii yine çok asiyim çünkü hayat bir Bed Of Nails, of yani, öyle böyle değil. Acılar içindeyim. Sonrası şöyle:
"ANNE girer.
- Aa, kim bu?
- Sen tanımazsın.
- Yok canım biliyorum bir yerden.
Es.
- Yahu, kim söylesene, delireceğim.
- Öf... Alice Cooper.
- Aaaa! Hah. Doğru.
- Tanıyor musun...
- Ay bayılırdım, şimdiki gibi öyle kaset almak filan yoktu bizim zamanımızda, radyoya her hafta mektup yazar, Alice Cooper şarkısı isterdim. Poison var mı onda?"
Bunun üstüne Alice Cooper'a küstüm. Cidden. Yıllarca dinlemedim. Annemin dinlediği Alice Cooper, benim Alice Cooper'ım olamazdı. Ben öyle ergen filan da değildim ayrıca. Angst'ım vardı. Hayret bir şey. Haklıydım küsmekte. Parantezi kapatıyorum.)
Alice Cooper olayından sonra temkinliydim. David Bowie'den önce Starman'in, ardından Ashes To Ashes'ın, sonra da Heroes'un müptelası olunca hemen önlemimi aldım. Sesini iyice açtım. Bizimkiler duysun da, bilip seviyorlarsa hemen vazgeçeyim. Çaldım, çaldım, çaldım. Bir tepki vermediler. Emin olmak için sordum. "Yok, hiç bilmiyoruz," dediler. "Bakın bu adammış," diye fotoğrafını gösterdim. En şıkır şıkır Ziggy Stardust hali. Fotoğrafı görünce, "Haa," dediler, "Ay aman aman". Ben de kendi kendime "Oh" dedim, "Bu adam benim adamım."
Aslında o zamanlar (yaş 11) Starman'i pek "pop" bulmuştum. Bir yandan dinlemeden duramıyorum. Ama bir yandan da okulda Iron Maiden, Overkill konuştuğumuz "abiler"in yanında bahsini bile açamıyorum. Sabah akşam içimden "la la la la la la" diye Starman söylüyorum. Ama onlarla "Overkill'in basçısının amfisi buzdolabı kadarmış yea," diye muhabbet ediyorum. Kimseye de "pop mop, öyle bir şey değil, bu adamda bambaşka bir şey var, buralı değil gibi," diyemiyorum. Gerçekten de -Let's Dance hariç- yaptığı her şeyde bir tuhaflık vardır. Baştan sonra bir Bowie albümü dinleyince harika bir roman okuyup bitirmiş gibi olur insan. Öyle bir zevk.
Üç yıl boyunca aralıksız Bowie dinledim. (sene 2002, yaş da oldu mu sana 14 -iyice korkunç). Tabii Ziggy kimdir, nedir filan okumuşum biraz arada. Artık az çok anlıyorum. "E buralı değilmiş zaten," diyorsun. Mars'tan gelmiş.
Bowie buralı değil. Aladdin Sane değil. Thin White Duke değil. Ziggy hiç değil.
Şimdi bunları insan bir çırpıda sayıveriyor ama o zamanlar zordu. Tam takip edemezsin. Hangi albüm hangisinden önce, hangisi hangisinden sonra zor anlarsın. Zaten "albüm" bulmak kolay iş değil. (Ya da bizim paramız yoktu.) Napster'dan indirdiklerin de alt tarafı bir winamp playlist'i yaparsın. Moonage Daydream'le Rock 'N' Roll Suicide'ın neden aynı albümde olduğunu anlamazsan, Bowie'nin de biraz canı sıkılır. "Albüm toplayayım," diye yola çıkınca, mecbur Akmar'a gidersin. Kaset doldurmaya. Bazısı mükemmel kopyalar. Orijinal kasetin A yüzü Akmar'dan aldığın kasetin de A yüzü olur. Ama çoğu fecidir. 45 dakikalık albümü, 90'lık kasete çekerler, A yüzü nerede başlıyor nerede bitiyor anlamazsın, şarkı isimleri yanlış yazılır. Ne dinlediğini bilmezsin. Ama olduğu haliyle de güzeldir. Bir başka kısa albümü de kasetin diğer yüzüne kaydedersin. Yeter ki, kaset ziyan olmasın.
Bowie'yi diğerlerini sevdiğimden başka türlü sevmiştim. O zaman bile. Her şeyi yüksek sesle dinlerken, ona pek kıyamazdım.
Orijinal albümler kadar walkman/discman gibi müzikseverin hayatını kolaylaştıran ekipman da pahalıydı. Dolayısıyla, bende de yoktu. (Galiba ilk walkman'imi 2005'te filan aldım. "MP3 çalan discman" diye bir şey çıkmıştı çoktan. Ben walkman'e ancak o zaman yetişmişim demek ki. Neyse.)
Bowie'yi özellikle gece yattığımda dinlemek gibi bir alışkanlık edindim zamanla. Walkman'in olsa kolay. Gir yorganın, battaniyenin altına, walkman'i sıkıştır donunun kenarına, tak kulaklıklarını bas play'e. Ama sadece mini stereo'n varsa işin zor. (Mini diyorum da, yatarken koynuna almak için de fazla büyük.) Neyse o kasetçalara akıl edip bir kulaklık girişi yapmışlar. Büyük buluş. Hayat kurtaran cinsten. Kulaksız dinleyince gecenin ikisinde annenle babanın odasından bir ses yükseliyor çünkü:
"Erdeeeeeeeeeeeeeeeem! Yeteeer!”
Odamdaki kütüphanenin arkasında bir tane priz vardı, oraya takınca stereo'nun kablosu yatağa kadar uzanmıyordu. Bir üçlü priz aldım sonra. Önce uzatmayı kütüphanenin arkasındaki prize tak. Sonra kasetçaları üçlü uzatmaya. Teybi de koynuna al, duvarla yastığın arasına sıkıştır. Kulaklık girişine kulaklığını tak. Play'e bas. Cızırtı. Sonra şu. Yavaş yavaş sız. Sabah uyan, bir de bak, kaset çoktan durmuş, kulaklığın teki kulağından çıkmış, sen kasetçalara sarılmışsın. Bowie gece boyunca söylemiş de söylemiş. Sanki birileri sana kafanın asla almayacağı şeyler anlatmış, kitaplar okumuş. Mutlusun. Ama kafan da kazan gibi. Kulağın kıpkırmızı olmuş. (Kulaklıklar da iğrençti.)
Bowie dinleyince neden roman okumuş gibi olduğumu aynı yıl (2002) anladım. Roll dergisini yeni yeni takip etmeye başlamışım. "Hmm einstürzende neubauten, evet. Drum & bass, hı hım," filan diyebiliyorum sayelerinde. 2002'de bir de Bowie sayısı yapmışlardı. İçinde Bruce Springsteen'in de olduğu. O da fena değildir ama Bowie'den sonra nasıl katır kutur, nasıl tam "herif herif" gelmişti anlatamam. Neyse. (Sonradan kontrol ettim. Roll'un 68. sayısıymış. Üstelik Bowie değil, Bruce Springsteen sayısıymış Bence Bowie sayısı.)
Dergide bir de Bowie'nin bir söyleşisi de vardı. 40 kere filan okumuşumdur. Heathen, yeni mi çıkmıştı, çıkmak üzere miydi, öyle bir şey. Bowie, "albüm" demiyordu. "şarkı" demiyordu. "şiir" diyordu. Sonra "edebiyat" diyordu. Oturup söyleşiyi yapan adama Nietzsche anlatıyordu. Ben Nietzsche'yi ilk kez Bowie sayesinde okudum. Ve David Bowie şunu bir gece kulağıma söyleyince anladım:
"The gods forgot that they made me / so I forget them, too. / I dance among their shadows / I play among their graves."
Bunu dinleyince tabii gözlerin dolar. Hele şimdi.
O yıl evden iki David Bowie kasetim kayboldu. Annemler hâlâ "Ay biz dokunmadık," diyorlar ama emin değilim.
14 yaş filan belalıdır. Pis bir şey.
Ama David Bowie dinleyince, sanki onu bir tek sen tanıyormuşsun gibi hissedersin. Sadece sen "keşfetmişsin". Herkesin Bowie'si de o yüzden bambaşka biri. Benimkini aşağıda:
Duvarda posteri olan fotoğrafı da buydu. Bana fellik fellik skinny jeans aratan fotoğraf da buydu. Skinny jeans deyip geçmeyin, o zamanlar hiç bu kadar cool bir şey değildi. Bulması da zordu. Bulunca da insan kendini Ziggy gibi hissederdi. Kostüm mühimdir. (Kostümden anladığı da skinny jeans... Olsun ama. Böyle çizgilisini bulmak zaten imkânsızdı.)
Bowie'yle insan kendine bir ikonografi yaratır. Ama şıkır şıkır. Ama sessiz. Nasıl olursa olsun, kayıtsız kalamazsın. İnsan annesi babasıyla Alice Cooper'da hemfikir olur. Ama Bowie'de anlaşamaz. Akşam o pantolon yüzünden evde kavga çıkar. Ama zaten insan aileden filan da böyle kurtulur.
Bowie'yi herkes sever. Ama onu herkes "en çok" sever.
Bowie'yi ben keşfettim.
Benimki ölmedi.
* Bu yazıyı Bowie’nin öldüğü günün akşamı Lazarus dinleye dinleye yazdım. Bir tür iç dökme. Kendi kendime (ve Facebook’taki arkadaşlarla) bir konuşma. Kapsamlı bir “Bir Uzaylı Olarak Bowie: Hayatı ve Eserleri” yazısı değil.
Bu kişisel hikâyenin başkalarına da bir şey söyleyeceğini düşünüp burada yayımlanmasını öneren bianet’e çok teşekkür. (EA/AS)