Evsizliğin yalnızca dünyanın “fakir ülkeleriyle” sınırlı bir gerçek olmadığını bir kez daha hatırlatan bir olay Aralık 2014’te Fransa’da yaşandı. Kısa veya uzun bir süre için ve hatta bir yaşam tarzı olarak evsiz olmak dünyanın her yerinde rastlanılabilen bir durum olsa da Marsilya Belediye yönetiminin SAMU (sosyal - tıbbi acil servis birimi) ile birlikte bu konuda hayata geçirmek istediği uygulama ise üzerinde durmaya değer cinsten.
Fransa’nın Provence-Alpes-Côte d'Azur bölgesinin merkezi Marsilya’da merkez sağda yer alan UMP’li (Popüler Hareket Birliği) belediye yönetimi, Aralık ayında evsizler için bir kimlik kartı uygulaması başlattı. “la carte de santé” (sağlık kartı) ya da "carte de secours" (yardım kartı) olarak anılan uygulama neredeyse içeriğinden çok şekliyle tepki topladı. Evsizler tarafından üzerlerinde “görünecek şekilde” taşınması istenen kimlik kartlarının üzerinde bulunan sarı üçgen, Nazi Almanya’sı ile işbirliği yapan Vichy hükümeti döneminde çıkartılan kimlik kartlarında Yahudilerin taşımak zorunda olduğu sarı yıldıza benzetildi. Bunun yanında, isim ve soy isimleriyle birlikte evsizlerin tıbbi bilgilerini de içeren bu kartların dağıtılması eleştirileri ve protestoları da beraberinde getirdi. Belediye tepkiler üzerine uygulamayı geri çekmek zorunda kalsa da uygulama hem şekli hem içeriği hem de hatırlattıkları bakımından irdelenmeye değer.
Konunun bu kadar tepki çekmesinin altında Fransa’nın evsizliğe karşı giderek “değişen” bakış açısı, bir liman kenti olan Marsilya’nın sosyo-kültürel yapısı, ve en önemlisi Avrupa genelinde özellikle ekonomik krizle birlikte yükselen göçmen-yabancı karşıtlığı ile bağı yatıyor.
Evsizliğin Fransa hali
Marsilya’daki tepki çeken uygulamanın gösterdiği gibi, sosyal bir sorun olarak görülen evsizlik yeni bir sorun olmasa da özellikle Fransa için yeniden güncelleşen bir konu. Öyle ki, o da 21. Yüzyılın tanımlama ve yeniden adlandırma fenomeninden nasibini fazlasıyla alıyor. Zira, böylelikle evsizlik Fransa’da anlamı ve içeriği hem değişen hem de genişleyen bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.
Fransa’da, özellikle 1980’lere kadar evsiz insanlar “vagabond” (serseri, hovarda) sözcüğü ile karşılanıyordu. Böylelikle konunun fiziksel ortamdan ibaret olan konut kısmına gönderme yapılırken; sosyal ilişkileri de içeren ev yönü açısından evsizler dışlanmıyordu. Yaygın olmasa da 1954 yılından itibaren sokakta yaşamak zorunda kalan kişilere destek olan sivil inisiyatifler bulunuyordu. Bunların önemli bir kaçı hali hazırda da konuyla ilgilenmeye devam ediyor. Özellikle, 1980’lerden sonra ekonomik politikalara bağlı olarak, sosyal refah programlarının askıya alınması, sosyal yardımların kesilmesi tüm dünyada olduğu gibi Fransa’da da durumu değiştirdi. UNESCO’nun da 1987 yılını “Uluslararası Evsizler Yılı” ilan etmesinin ardından, Fransa da 1990’larda bu konu hakkında politikalar üretmeye başladı. Şimdiyse konu, özellikle evsizlerin kendileri tarafından “sans domicile fixe” (SDF) yani sabit bir kalacak yere sahip olmama durumu şeklinde tanımlanırken resmi kaynaklarda ise “sans-abri” muhtaç olma durumuna referans veren bir şekilde evsiz olarak geçiyor. En önemlisi de Victor Hugo’nun Sefiller ‘de anlattığı portreyi giderek artan bir şekilde göçmen evsizler üzerinden kazanıyor. Yine de en azından 2008 ekonomik krizine değin, bazı Avrupa ülkelerinin aksine, hali hazırda da evsizleri sosyal olarak dışlanmış görme şeklinde bir tutum genel olarak söz konusu değil. Nitekim evsizliğe, bir kişi veya bir grup insanın çoğunlukça kabul edilen yaşam tarzından ayrılarak marjinalleşmesi olarak bakılmıyor. Nitekim, yakın zamana dek Fransa’da evsizlerin onda üçü iş sahibiydi ve sosyal hayatı vardı. Birçoğu ise halen “Pôle Emploi” olarak adlandırılan iş bulma merkezlerine kayıtlılar. Bu haliyle Fransa’da evsizler “sistemin” dışına çıkmamış olarak gözükseler de durumun uzun süre devam etmesi ve sayılarının ekonomik krizin sonuçları ve göçmenlerle birlikte kayda değer bir biçimde artması yeni sorunları değişen boyutlarda beraberinde getiriyor.
Saint-Martin’den Marsilya’ya
Evsizlik pek çok sosyal ve ekonomik sorunun bileşkesi durumunda olsa da tüm Avrupa’da giderek artan aşırı sağcı eğilim ve “prim yapan” dışlayıcı söylemin etkileri bu konuda da (en azından Aralık ayındaki gelişmeler bağlamında) görülüyor. Marsilya’da uygulamaya koyulmaya çalışılan projeye karşı tepkilerle birlikte, bu olayın hemen öncesine denk gelen Yahudi bir çiftin evine yapılan baskının ardından Fransa’da büyüyen antisemitizm tartışmalarını da göz önünde tutmak gerekiyor. Öyle ki Marsilya Belediyesi başlattığı projedeki amacını “evsizlerin sağlık hizmetlerinden yararlanmasını kolaylaştırmak” olarak açıklamış olsa da uygulamanın hayata geçiriliş biçimi, Fransa’nın Aralık ayı gündemiyle birlikte tepkileri fazlasıyla alevlendirebilir. Diğer yandan da uygulamayı protesto etmek için belediye binasının önünde toplanan kalabalıktan gelen “eğer yönetim, Ulusal Cephe’de olsaydı bu kart hangi amaca hizmet edecekti?” sorusu da hatırlattıklarıyla geçmişi gözden geçirmeye değer. Şöyle ki:
Fransa’da antisemitizm (Temmuz ayında İsrail’in Filistin’e gerçekleştirdiği operasyon sonrasında hız kazanan bir şekilde) ve dışlayıcı eğilimler 1929 ekonomik krizinin ardından gelişen havayla benzer bir görünüm çiziyor. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı son yıllarda mücadele etme konusunda altı çizilen başlıklardan olsa da özellikle evsizler için bu konu 2008 yılında yaşanan krizle doğrudan bağlantılı. Krizin hemen ertesinde, dönemin cumhurbaşkanı Sarkozy, seçim vaadi olarak görev süresinin sonuna değin “SDF” sayısını sıfırlayacağını söylese de gelişmeler pek o yönde olmadı. 2009’da kendilerine “Don Kişot’ un Çocukları” adını veren bir grup evsiz, Saint Martin Kanalı boyunca uzanan çadırlar kurarak Sarkozy’nin söz verdiği vaatleri yerine getirmeyişini protesto etti. Kampanyayla evsizlere ev sağlayacak yasanın çıkması hedeflendiyse de durum giderek daha kötü bir hal aldı. Nitekim, Sarkozy SDF’ lerin trajedisini gündeme getirmemeye çalışarak dönemi kapattı dense yeridir.
Ekonomik kriz ve işsizliğe ek olarak konut yetersizliğinin artması da sosyal eşitsizlikleri daha görünür kıldı. Buna bir de artan mülteci sayısıyla birlikte Balkan ülkelerinden gelen göçmenler de eklenince durum Sarkozy’den bu yana daha da vahim bir hal aldı. Fransa Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (INSEE) tarafından yayınlanan “Fransa’nın Sosyal Portresi” adlı rapordaki veriler bu tabloyu doğruluyor olsa da asıl dikkat çekilmesi gerek konu evsizlerin yüzde 55’lik bir kısmının Fransa dışında doğan yabancılar oluşu. Marsilya açısından önemli bir veri ise evsiz yabancılar arasında ilk sırayı Afrika kıtasından gelen “Müslümanların” oluşturması. Ancak ne mültecilere ne de diğer evsizlere yetecek kapasitede sosyal merkezlerin bulunmadığı bir ortamda Marsilya’da hayata geçirilmeye çalışılan uygulama adeta yarayı kaşır cinsten. Üstelik Avrupa’nın göçmenlere karşı en “misafirperver” ülkesi sayılan Fransa çoğunluğunu göçmenlerin oluşturduğu 2005 banliyö isyanlarından sonra evsizlere sosyal yardımları kısıtlamış ve göçmenlik-vatandaşlık şartlarını sıkılaştırmışken.
Evsizliğin ve göçmen probleminin en az Marsilya kadar hissedilir olduğu bir başka metropol ise başkent Paris. Paris’in banliyölerinden Créteil semtinde üç kişi, sahiplerinin “Yahudi ve zengin oldukları” varsayımıyla girdikleri evdeki genç bir kadına tecavüz etmiş ve değerli eşyaları çalmıştı. Bu gelişme, Fransa’daki genel atmosferi en azından Aralık ayı için tamamlayan bir diğer olaydı. Marsilya’daki sarı üçgen şeklindeki “işaretlemelerin” öncesinde yaşanan bu olay Fransa’yı bir de artan antisemitizmle nasıl başa çıkacağını tartışmak zorunda bıraktı. Evsizlik konusuna benzer bir şekilde yine 1929 ekonomik krizi sonrasını andıran durum böylesine ekonomik ve sosyal sorunlarla da birleşince adeta tarih tekerrür ediyor gibi görünüyor. AB ve Fransa’nın bu sorunlarla başa çıkma yöntemi entegrasyon içinde tanımlanıyor olsa da en azından Fransa için ayrımcılığı devlet olarak kendisinin ürettiği bir duruma geldiği izlenimi veriyor. Öyle ki Marsilya’daki uygulamaya tepkinin yankıları hala sürerken Fransa, bu hırsızlık olayını da “devlet eliyle” bu çerçevenin içine yerleşirdi. Créteil’de düzenlenen protesto gösterisine katılan Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, antisemitizmin “sosyal hastalık” haline geldiğini belirtti. Zira, evsizliğin özellikle “zengin” metropollerin yanı başında sorun haline geldiği bir ortama ek olarak “Yahudi ve zengin imajının” da hala canlı olduğu düşünüldüğünde Fransa’nın bu konuda başı daha çok ağrıyacağa benziyor. Fransa’nın tekerrür eden bu trajedisini bilen ve kendisi de Paris’te bir “yabancı” olarak yaşayan Cioran’ın da dediği gibi “bugünün her vatandaşının içinde müstakbel bir evsiz barksız yabancı yatmaktadır.” (HKI/YY)