Sezen Aksu literatürdeki tam karşılığı ile 1980’lerde kristalleşen bir popüler kültür örneğidir. Söylem üreten, hakim kültürel hegemonya ile gerilimli bir ilişkide olan, geniş bir sınıf yelpazesine hitap eden, yaşam şekli ve şarkıları ile ataerkil ahlaksal parametrelere meydan okuyan, buna rağmen ne çok muhalif ne de teslim olan, eşitler arası bir alanda durmayı başarmış bir şarkıcıdır.
Bir başka deyişle “pop” şarkıcısı değildir. Bu kumaşta zaten kaç tane müzisyenimiz var? Ahmet Kaya, Zeki Müren, 1970’lerdeki Orhan Gencebay belki birkaç isim daha...
Peki ne oldu da müziği bırakıyor? Daha önceki bir yazımda Sezen’in 1980’ler ve 1990’larda şarkılarında ve kendi vücudu üzerinde resmettiği erkeğe meydan okuyan güçlü kadın figürüne değinmiştim. Aynı yazıda neoliberalleşen Türikiye’de değişen yapısal, kültürel ve sanatsal dinamikler ile nasıl gerilimli bir ilişki içinde olduğunda da bahsetmiştim. Erkeğine “git” derken “gitme” diye seslenen aşk kadını, homojen bir Türk kültürü dayatmasına “Işık Doğudan Yükselir” ve Cumartesi Anneleri türküsü ile cevap veren, eski cumhuriyetçi elitlerin “Arabesk” etiketine müziğinde Onno Tunç sayesinde yer verdiği çok seslilik ile meydan okuyan bir Sezen Aksu.
AKP’nin ikinci döneminden sonra ortaya çıkan siyasi dinamikler ve müzik endüstrisindeki değişimler bu resmi tamamen değiştirdi. “Yetmez ama evet” kampanyası ile iyice billurlaşan bu değişim sürecinde Sezen 1990’larda elde ettiği konumu kaybetti. AKP hegemonyasının yükselişi ile hırçınlaşan laik-aydınlıkçı kesimin “ihanet” ile suçladığı bir günah keçisi oldu Aksu. Ne de olsa o hepimizin “yol arkadaşıydı” ve eşitler arası bir mesafede duramazdı artık. Aynı süreçte hükümete yakın duran yayın organları tarafından “açık” destek vermediği veya yeterince “ölçülü” olmadığı için eleştirildi. Kimin haddine “İzmir’in kızları sevişe sevişe de dövüşe dövüşe de ölür icabında” demek; TRT müzik kanalı galasında, muhteşem bir yırtmaçla Bülent Arınç’ın karşısında.
Tabii bu sürecin bir de müzik endüstrisi tarafı var. Her üretimin dijitalleştiği, herkesin üretme özgürlüğüne kavuştuğu ve tüketim pratiklerinde eşgüdümlü olarak tamamen farklılaştığı bir alanda artık kitleselleşen, sloganlaşan şarkılar ve şarkıcılar yoktu.
Bir başka deyişle, 1990’ların o pop furyası dönemi bitmişti. Evinde ve küçük stüdyolarda herkes müzik üretme imkanına sahip olmuşken büyük müzik şirketleri tek tek kepenk kapatıyordu. iTunes ve türevleri hem müzik üretiyor, hem alıyor, hem satıyor hem de dağıtıp dinletiyordu. Sezen bu dönem 1990’lardaki “hit makinesi” olma özelliğini kaybederken bir nostalji objesine dönüşüyor ve ölümsüzleşiyordu. Değerine değer katıyordu bir anlamda.
Özellikle postmodernizme savunmasız bir şekilde maruz kalan gelişmekte toplumlar ve diğer gelişmiş yapılanmalarda, sınıfsal ve siyasi mücadeleler öneme sahip kentsel alanlar, kültürel semboller ve objeler üzerinden gerçekleşir. Türkiye bunun tipik örneğidir. Başörtüsü, Gezi Parkı, Muhteşem Yüzyıl şu an aklıma gelen birkaç örnek. İşte bu bağlamda Sezen’in AKP iktidarında bu mücadelenin üzerinde cereyan ettiği bir kültürel kod olarak ortaya çıktığını düşünüyorum.
Cisimleştirilen, şeyleştirilen, bir nostalji objesine dönüşen Aksu’yu kendine yakın bir konumda sunmak karşı kampa atılabilecek en büyük goldü. Artık söylem üreten, hegemonyayı içerden dışarıdan şekillendiren, toplumsal yaralara tercüman olan popüler kültür figürü yerine, söylemlerin üzerinde çatıştığı, hem laik hem İslami muhafazakar sınıfların hegemonyası altında ezilen ve hit şarkı yapma özelliğini yitirmiş bir Aksu resmi vardı. Kısacası “hadi bakalım kolay gelsin bir acayip zor yarış” derken hem sosyo-ekonomik hem de müziksel anlamda rüzgarı arkasına alan o şarkıcı yerine Gezi sonrasında “hep yenilenenlere selam olsun” diyen bir şarkıcı ortaya çıktı. Sezen rüzgarı artık arkasına alamıyordu. Bu kaçınılmaz yapısal bir sondu.
Sezen’in aktif müzik yaşantısına son verme kararı bu bağlamda hiç de sürpriz olmadığını düşünüyorum. Keskin zekasını bir kez daha konuşturdu. İçinde bulduğu durumu iyi analiz ettiğine şüphe yok. Tarih kitapları onu devrinin son popüler kültür nüvesi diye yazacak.
Yeşilçam filmlerinde ölçülü olmaktan dolayı kadınların yaşayamadığı o aşkı 1980’lerde dibine kadar yaşayan, erkek hegemonyasına onun anladığı dilden meydan okuyan, hem yaşantısı ile hem şarkıları ile kendinde beslendiği tüketim toplumunu kendi ölçüsü ile eleştiren, muhafazakar tüm siyasi dinamiklere karşı durmaya çalışan, cazdan hicaza kendine özgü şarkı söyleme tekniğinden ödün vermeden atlayabilen, son 20 yılında kapı kapı dolaşıp Türkiye’nin en çok konser veren sanatçısı unvanına sahip olan Aksu...
Sezen artık daha özgür, “bizi örteceğinize nefisini terbiye edin öküzler” diyecek kadar özgür. Müziği bırakma kararı gerçekten işe yarayacak gibi, bakalım daha neler duyacağız. Yakın zamanda feminist protestoların ön saflarında, küt saçlı, köfte dudaklı minyon, tatlı kaçık bir Kanlıcalı görürseniz şaşırmayınız. (PK/YY)