PAZARTESİ/ Kadınlara Mahsus Gazete'nin Temmuz 1996, 16. sayısının kapak hikayesi Kadınların Galatasaray'ı idi. Hikayeyi hazırlayan Filiz Koçali de bu kadınlardan biriydi. Hikaye ''Her hafta oradaydılar. Her hafta orada sözü edilen kayıplarla ilgili bilgileri onlar topladı, her hafta okunan basın açıklamasını onlar hazırladı, kayıp fotoğraflarını onlar getirdi, orada yaşanan çeşitli gerginlikleri çözdüler'' sözleriyle ve Filiz'in giriş yazısıyla başlıyor. Anlatılar kayıp yakınları Hasena Türkoğlu, Elif Tekin ve Hanım Tosun ile cumartesi kadınları Filiz Karakuş, Nimet Tanrıkulu, Nadire Mater ve Sonat Zelyut ile sürüyor ve cumartesi erkekleri Erkan Kayılı ve Ahmet Çakmak ile tamamlanıyor. 500. Galatasaray haftasında PAZARTESİ'yi de selamlayarak aynen yayımlıyoruz.
Herkesin dilindeki adıyla “Galatasaray” ya da “oturma eylemi”, yani gözaltında kayıplara karşı yürütülen 58 haftalık mücadele, son yılların en uzun, en gündemde kalan, en ses getiren eylemlerinden biri oldu. 27 Mayıs 1995'ten itibaren her hafta saat tam 12.00'de gelindi, yarım saat sessizce oturuldu ve bir basın açıklaması okunduktan sonra dağılındı.
Önceleri ellerde tek tük resimler vardı, sonra resimler çoğaldı. Üç yüzü aşkın kaybın nerede olduğu soruluyor, başka kayıplar olmasın isteniyordu. Her hafta, 1980 sonrasının kayıplarından birinin hayat hikâyesi anlatılıyor, nasıl kaybedildiğine ilişkin kanıtlar sunuluyordu. 27 Mayıs tan bu yana yaklaşık yirmi kayıp daha eklendi kayıplar listesine. Ama hiç değilse kayıplara karşı bir duyarlılık oluştu kamuoyunda. En önemlisi kayıp yakınları kendilerini yalnız hissetmediler.
Kayıp ailelerinin dışında, bir yakınını kaybetmemiş olduğu halde her hafta Galatasaray'a gelenler de var. Bu gelenler içinde 'bir grup kadın, orada oturanların, kayıp yakınlarının, hatta polisin de dikkatini çekiyor. Her hafta kayıp fotoğraflarını onlar getiriyor, basın açıklamasını onlar hazırlıyor, zaman zaman polis müdahale ettiğinde onlar muhatap oluyor, basın açıklamasına katılan konukları onlar davet ediyor, onlar ilgileniyor, basına onlar haber veriyor, yeni kayıpların bilgilerini onlar topluyor, oturma sırasında çıkan ufak tefek sorunları onlar halletmeye çalışıyor. Çoğunluğu kadın olan, zaman zaman az sayıda erkeğin de destek verdiği küçük bir grup bu.
Anlık, günlük görev bölüşümü yapan, zaman zaman eksilme ve çoğalmalarla sayısı değişen, sadece tanışıklık nedeniyle bir araya gelen, adı konmamış bir grup. Birbirlerini insan hakları mücadelesinden ve feminist hareketten tanıyorlar, bu nedenle aralarında bir politik güven ilişkisi var. Çünkü eylem öncesi, eylem sırası ve eylem sonrası birbirlerinin ne yapacağını tahmin ediyorlar, bunda da yanılmıyorlar.
Haftalardır insan hakları mücadelesinin yöntemleriyle, feminist hareketin yöntemlerini birleştirip “Cumartesi”lere kendi renklerini vermeye çalışıyorlar. “Cumartesi”nin herkesin katılabileceği, sadece kayıplardan söz edilecek, sessiz ama çarpıcı bir iş olmasına özen gösteriyorlar. Bütün bu işleri yaparken kendilerine destek veren çok az sayıdaki erkeği de kendilerine benzetiyorlar, (ya da kendilerine benzeyenleri buluyorlar). Mesela bütün bu işleri yaparken gerilmiyorlar, birbirlerini kıran tartışmalar yapmıyorlar. Bir yanlan son derece gevşek; hiçbir şeyin adı konmamış, sadece tanışıklık ve gönüllülük temelinde biraraya geliyorlar, bir yandan da son derece disiplinliler; herkes üstlendiği işi yapıyor.
Gergin Cumartesilerde, oturma öncesi birbirlerine çocuklarını nereye bıraktıklarını anlatıyorlar, gözaltına alınırlarsa işlerinin nasıl aksayacağından, hatta korkularından söz ediyorlar ama her Cumartesi orada oluyorlar.
Galatasaray'a gitmeden önce, “Benim kız evde yalnız, arkadaşıma tembih ettim, bir şey olursa o alacak”, “Benim oğlan ablamlarda, birkaç gün idare edebilirler”, “Benimki sınav öncesi gerginliği yaşıyor, bu hafta gözaltına almamam lazım”, “Ben korkuyorum, birbirimizden ayrılmayalım”, “Bu ruju ver de ben de süreyim, moral olur” diyorlar birbirlerine.
Endişelerini, korkularını, gözyaşlarını, coşkularını, öfkelerini birbirlerinden saklamıyorlar. Gergin haftalardan birinde, içlerinden biri polisin her haftaki yerlerinde oturduğunu görünce, “Sizin sorumlunuz kim” diyerek “sorumlu”yu buluyor, “Orası bizim yerimiz, hep biz oturuyorduk, kalkabilir misiniz?” diye soruyor.
Bir başkası, gözaltına alınırken, “Lütfen beni çekiştirmeyin, ben kendim gelirim,” diyor, bir diğeri gözaltına alındığında basın açıklamasını okumaya çalışıyor, slogan atmayı tercih ediyor. Aralarından birkaçı, arkadaşları gözaltına alınınca, “Ben de gelmek istiyorum,” diyerek kendi ayaklarıyla gözaltı otobüsüne biniyor.
Otururken, kayıplar dışındaki başka sorunlardan söz etmek isteyenleri, “O sorun için de birlikte başka işler yaparız, burada sadece kayıpları dile getirelim” diyerek durduruyorlar. Oraya zarar vereceğini tahmin ettikleri davranışları engellemeye çalışıyorlar.
Eylem öncesi ve sonrası çocuklarından, işlerinden konuşuyorlar, politik yorumlardan fırsat buldukça birbirlerinin özel hayatları hakkında topluca yorum yapıyorlar.
Onlar kayıplarla ilgili politikayı böyle yapıyorlar, yani erkeklerin yaptığı politikadan çok başka, ama basbayağı politika yapıyorlar. Ve yaptıkları politikada erkeklerin politika yapış tarzlarındaki sorunlara ayna tutuyorlar. Kimse karar alırken doğru bildiğini dayatmıyor, sadece ikna etmeye çalışıyor, saatlerce aynı fikri tekrar tekrar anlatmak yerine, “Sana katılıyorum,” sözü çok kolay ediliyor. İş sırasında kimse birbirinin önüne geçmiyor, hatta bir başkasının daha kolay halledeceği iş ona devrediliyor. İş sonrası değerlendirmelerde birbirlerini ezmek yerine, olumlu yanlar öne çıkarılıyor. Hata yapan da yaptığı hatayı açıkça söylemekten çekinmiyor.
Ve ben de “onlar”dan olduğum için kendimi çok mutlu hissediyorum. Kayıpları aramaya devanı edeceğiz. Dün oturarak, bugün çiçeklerimizle... Yarın...
Kayıp yakını kadınlar
Üç kayıp yakını kadınla, “kayıp sonrası değişimlerini konuştuk.
Hasena Türkoğlu: Bazen ona sesleniyorum
Talat Türkoğlu 1 Nisan'dan beri kayıp. Hasena Türkoğlu 1 Nisan'dan beri yaşadıkları anlatıyor. Talat kaybolduğundan beri hayatımda neler değişmedi ki. Artık sabahtan akşama kadar Talat'la paylaştığımız her şeyi tek yaşıyorum. Sabah kahvaltıyı o hazırlardı, ekmeği, gazeteleri alırdı. Gözümü açınca bunları hatırlıyorum. Ben yıllardır insan Haklan Derneği'ne üyeyim. Önceleri cezaevi komisyonunda çalışıyordum, şimdi kayıplar komisyonunda çalışıyorum. Talat'la birlikte bütün gücümle şimdi kayıplarla ilgileniyorum. On yıldır her şeyi birlikte paylaşıyorduk, onsuz bir yaşam çok zor. Bu belirsizlik çok zor. Cezaevinde olsa kabinlerde görüşsek, yurt dışında olsa telefonda sesini duysam yeterdi. Şimdi çok çelişik duygular yaşıyorum. Geçen sabah erken kalktım, iki arkadaşını vardı evde, uyuyorlardı, kahvaltı hazırladım. Talat'tan sonra ilk kez doğru dürüst bir kahvaltı hazırladım. Bazen çay yaparken demliğin içine nane ya da kahve boşalttığım oluyor. Pazar sabahıydı. Çok güzeldi her şey. Birden evde iki arkadaşım olduğunu unuttum, yatak odasına doğru bir iki adım attım, Talat orada uyuyor gibiydi, seslendim ona. Sonra olmadığım hatırladım, yığıldım kaldım oraya. Bir boşluk duygusu... Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir şeyler koptu. Böyle şeyler çok yaşıyorum. Kapı çalınınca hemen koşuyorum, geldi diye. Telefon çaldığında evde kaç kişi olursa olsun hemen ben atlıyorum, eğer oysa sesini ilk ben duyayım diye. Kötü şeyler uykumda buluyor beni. Talat'ı görüyorum ya morgda, ya yüzü parçalanmış, ya cenazedeyiz. Tabut, hücre, çok korkunç şeyler. 83 gündür geceleri sadece iki saat uyuyorum. Bunları görmek istemiyorum. |
Elif Tekin: Artık her yerde konuşuyorum
Elif Tekin'in tekstil işçisi oğlu da cumartesi oturmalarından sonra kayboldu. Şimdi Türkçe öğrendim. Çok ilerlettim. Düzgün'üm için canım feda. Onun için her şeyi öğrenirim. Her yerde konuşuyonım artık. Galatasaray'da konuşuyorum. Gördüğüm herkese konuşuyorum, savcıya konuşuyorum, polise konuşuyorum. Çok öfkelenince polisin yakasına da yapışıyorum. Eskiden bunları bilmezdim. Yaşantım köydekine benzemiyor hiç. |
Hanım Tosun: Hâla umudum var
Hanım Tosun'un eşi Fehmi Tosun sekiz ay önce kayboldu. Yani cumartesi oturmalarının başlamasından epeyce sonra... Çocuklar gördü, telsiz görmüş, tabanca görmüş. Biz buraya Diyarbakır dan geldik. On bir av eşimle beraber kaldık. İstanbul'u bilmezdim. İşimiz olunca Aksaray'a. Laleli'ye giderdik. Ama yalnız gitmezdim. Eşim kayboldu, eşimden sonra her yere gittim, aradım. İstanbul da her yeri aradım. Ama bulamadım. Çok zor. Beş çocuk, bir de ben altı. Bizim memleketimiz değil, kimsemiz vok. Hâlâ eşimi arıyorum. |
Filiz Karakuş: Neden kadınlar?
12 Eylül sonrası ilk güçlü muhalefet kadınlardan geldi. Tutuklu ve hükümlü yakını kadınlardan. Anne ve eş kimlikleri ile başlayan, giderek annelik ve eşlik kimliğinden çıkarak insan hakları ve demokrasi mücadelesinin bireyleri haline dönüşen kadınlardan... Yine 12 Eylül sonrasında Türkiye'de en önemli muhalefet kadınlann kendi bedenlerine, kimliklerine, emeklerine el konulmasına karşı yürüttükleri mücadeleydi. Kadınlann bir taraftan insan haklan için, bir taraftan erkek egemenliğine karşı verdikleri mücadele, dostluk ve dayanışma bağlanvla birlikte yürüdü. Bu iki mücadelenin özneleri olan kadınlann bir kısmı aynı kadınlardı. Bu süreçte, bu muhalefetlerimizi sürdürürken kadınlar olarak birlikte iş yapmanın daha kolay olduğunu kavradık. Özellikle feminist mücadelenin kadınlara kazandırdığı eylem biçimlerinin, ortaklıklan öne çıkarmanın sadece kadın mücadelesinde değil, başka alanlarda da geçerli olduğunu gördük. Ve feminist kadınların deneyimleri, kazanımlan ile, kendilerine feminist demeyen ama yaşam tarzlan, hayata bakışlan ile ortaklaşmayı, birlikteliği, aslolanın hedefe ulaşmak olduğunu düşünen kadınların deneyim ve kazanımlan birleşerek, başka alanlarda da önemli işler yapmalarım sağladı. "Arkadaşıma Dokunma" böyle bir gruptu. Ben bu grubun bir üyesi olarak kadınlarla birlikte iş yapmanın kolaylığının tattım yaşadım. Kürtlerin içinde yaşadığı duruma tepki olarak doğan ve giderek ırkçılığa karşı bir kampanyaya dönüşen Arkadaşıma Dokunma yalnızca kadınlardan oluşan bir gruptu. Çoğumuz çocuklu ve çalışan kadınlardık. Amacı itibariyle kadınlardan oluşması gerekmeyen bu gruba, erkeklerin katılması ilkesel olarak reddedilmezken, grup mensubu kadınlann hiçbiri erkeklerin katılması için çaba harcamadı. Tam tersine erkekler katıldığında grubun çalışmalann, sohbetlerin bu kadar keyifli ve kolay olup olamayacağı endişesini çoğumuz duyuyorduk. Kayıplara karşı Galatasaray insanları olma işini Arkadaşıma Dokunma kadınlan olarak yüreğimizde ve beynimizde hissettik ve insan haklan için çalışan başka kadınlarla biraraya geldik. Başka bir platfomda doğan bu öneriyi gerçekleştirmek ve sürekliliğini sağlamak için elimizden gelen çabayı inanarak ve zevkle harcadık. |
Nimet Tanrıkulu: Olması gerekeni yapıyorlar
Öylesine derinden hissettikleri bazı acıları ana, eş, sevgili, kardeş kimliklerinin dışında kadın kimlikleriyle birey olduklarının farkına vararak yaşananlara kendi duruşlarıyla tavır aldılar. Evet, tüm insan haklan ihlallerinde olduğu gibi kadınlann kayıp insanları arayıp bulma mücadelesiyle birlikte dünyanın birçok yerinde örneklerine benzer en büyük insan haklan protestosunu gerçekleştiriyorlar bu ülkede. Mumlarıyla, kayıp insan fotoğraflanyla, çiçekleriyle yaşama hakkını savunmanın zorlu savaşımını veriyorlar. Kayıpları hem ulusal gündemde, hem de uluslararası kamuoyunda yankılandınyorlar. Kayıplanm aradıklan Galatasaray alanlarını yaratıyorlar. İnsanların kaybedildiği, hukuksuzluğun yaşandığı ülkede geleneksel kadın kimliğinin dışına çıkarak sokaklarda yaşamı savunarak siyasal araçlan yaratıyorlar. Ve kadım politika dışı görenlere karşı yarattıklan değerlerle yanıt veriyorlar. Kayıplanmızı aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Bugün çiçeklerimizle, yarın yeni yaratıcı düşüncelerimizle mücadelemizi sürdüreceğiz. |
Nadire Mater: Erkekler yüksek politikayı tercih ediyor
Galatasaray'a kadar da Türkiye'de gözaltında kayıplar vardı ama. her şeye ne kadar tepki veriliyorsa, o kadar tepki veriliyordu. Hasan Ocak'ın kaybolması ve sonra cesedinin bulunması, ve özellikle ailesinin mücadelesi kayıplara dikkat çekti. Hasan Ocak Türkiye gündeminde önemli bir yer edindi. Ocak ailesi ve insan hakları savunuculan Hasan'm bulunması için mücadele verirken, onun çoktan öldürülerek ormana gömüldüğünü öğrenmek dayanılacak gibi değildi. Kişi olarak çok çok öfke duydum. Başka öfke duyanlar da birbirini arıyor, yolda biriyle karşılaştığında bunu konuşuyordu. Sonuçta kayıp aileleri ve tepki duyanlar buluştuk. Dünyadaki insan haklan ihlalleriyle Türkiye'deki insan hakları ihlalleri birbirine benzediğine göre, mücadele yöhtemleri de benzer olacaktı. Kayıplarla ilgili en çok ses getiren eylemlere, Arjantinli, Şilili, Guatemalalı kadınların yaptıklanna bakalım dedik. Belli bir periyodla bir yerde bulunmak ve olayı sürekli canlı tutmak yararlı bir yöntem: hiçbir grubun ismini, etiketini taşımayan, yoldan geçen herhangi birinin ben de onlann yanında olmalıyım diyebileceği bir şey, "Sessizce oturalım," dedik. İlk cumartesi basına neredeyse yalvarırcasına haber verdiğimizi hatırlıyorum. Her eylemde düşünülen, "Ünlüler de gelsin"i biz de düşündük, hem ses duyurmak, hem polisi bir adıın geriletmek açısından. Pek başarılı olamadık. Elli kişi kadardık. Giderek gelişti. Herhangi bir grubun eylemi olmaması çok önemli. Sadece kayıp yakınlan ve onlan destekleyenler katıldı. Görünmeyen bir organizasyonu vardı. Her hafta ne yapılacağı katılanlar arasında ayaküstü konuşuluyordu. Kısa bir süre sonra tek tek kayıplan tanıtmaya başladık. Son yıllarda çok fazla sayılara takıldık. Şu kadar ölü. bu kadar yaralı, şu kadar işkence, gözaltı gibi... Sayılar gerçeğe yabancılaştınyor insanı. Galatasaray oturmaları herhangi bir gruba bağlantılı olmaksızın bir konuyu Türkiye'nin gündemine oturttu. Her hafta basında yer buldu, yaygınlaştı. Türkiye'ye gelen yabancı gazeteciler başka bir nedenle Türkiye'ye gelmiş de olsalar, mutlaka Galatasaray'a uğruyor. Galatasaray ismi futbol takımıyla değil kayıplarla özdeşleşti. Kayıp yakınları için Galatasaray'ın ne kadar umut olduğunu Kürt kayıp yakınları geldiğinde daha iyi anladım. Diyarbakır'dan nihayet gelebildiklerinde, Galatasaray'da kayıplarını bulacaklarını umuyorlardı. Galatasaray bizim hayal etmediğimiz kadar kayıp yakınları için önemli oldu. Biliniyor, insanlar konuşuyor. Şimdi insanlar gözaltına alınanlar konusunda daha hassaslar, gözaltına alınan yakınının peşini bırakmamaya çalışıyor. Orada her şey için bir şey yapmak gerekmiyor. Zaman zaman muhaliflerin, derdi olan herkesin başvuracağı bir yer haline geldi ama her konuyla ilgili başka işler yapmak lazım. Bugüne kadar pek çok dernekte, platformda yer aldım. Burada bu görünmez organizyonu gerçekleştiren kadınlarla birlikte olduğum kadar kolay olmamıştı hiçbiri. Kadınlarla olmanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Tartışmalar hep bir yere varmak için. Oranın çıkan için. Kimse, yönetmek, öne çıkmak, bu işin kahramanı olmak, cesaretini kanıtlamak derdinde değil. Herkes çok kendi gibi. Erkekler yüksek politikayla ilgilenmeyi daha çok seviyorlar, belki de o nedenle cumartesi eyleminin en istikrarlısı kadınlar. Bir yılı aşkın süredir iş edindik bunu. Ucu açık bir grubuz, ama gene de grubun bir iç düzeni var. Mesela hemen hepimiz İstanbul dışında değilsek her cumartesi mutlaka orada oluyoruz. |
Sonat Zelyut: Niçin her cumartesi Galatasaray'dayım?
Niçin her cumartesi Galatasaray'da, kayıp ailelerinin yanındayım? Kızm, oğlun, kocan, sevgilin evden çıkıyor ve bir daha dönmüyor. Günler, aylar, hatta yıllar geçiyor. Geri dönen yok. Dönüşün son durağı kayıplar mezarlığı. Birileri onları, sevdiklerimizi kaybediyor. Tek neden muhalif olmaları. Bir yıldır hemen her cumartesi arkadaşlarımla beraber kayıp ailelerinin yanındayım. Ben ya da bir yakınım kaybedilir mi bilmem. Muhalif insanları kaybetme çılgınlığının nerede durabileceğini kim bilebilir? Kayıp ailelerinin sessiz çığlıklarını duymamak mümkün mü? Onların acılannı yüreğimde hissediyorum. İnsanlann gözaltında kaybedildiği bir ülkede yaşamaktan utanıyorum. Nerede o oğullar ve kızlar? Son iki haftadır ellerinde kaybedilmiş yakınlarının resimleriyle oturan, basm açıklamasında, "Kayıplarımız nerede, artık kayıplar olmasın" diyen acılı insanlar gözaltına alınıyor. Söyleyin bana, acılar, acılı çığlıklar gözaltına alınabilir mi? |
Erkan Kayılı: Kadınlarla çalışmak
Bir seneden daha uzun bir zamandan beri her cumartesi Galatasaray Lisesi önünde oturma eyleminden sonra bir kafede toplanıp sonraki hafta ne yapacağımızı konuşuyoruz. Birbirimizi bu süreçte tanıdık. Ben aralanndaki çok az sayıdaki erkekten birisiyim. Giderek arkadaş olduk. Onlarla çalışmaktan mutluyum. Daha önce erkeklerle çalışırken tanımadığım, varlığından haberdar olmadığım tarzları keşfettim sayelerinde. Bu toplantılar boyunca yaptığım bazı gözlemlerimi bu dergi aracılığıyla aktarmak istiyorum. Beni ilk ve en çok çarpan şey, toplantı boyunca kadınların hep bir anda ve çok alçak olmayan bir sesle konuşmalaıydı. Daha da ilginç olanı aynı anda konuşan kadınlar ve hatta ayrı ayrı konuları seçmiş kadınlann birbirlerini duymalan ve uygun zamanda birbirlerine cevap vermeleriydi. Inanamıyordum. Ve bu durumdan hiç rahatsız gözükmüyorlardı. Bir sonraki haftanın pratik görevleri konuşulurken arada konuyla ilgili olmayan konuşmalar birden başlayıveriyordu. Her şey içiçe geçebiliyordu. Büyük bir karışıklık duygusu yaşıyordum. Ama kadınlar kolayca bu karışıklıktan sıynlıyor ve gene esas konularını diğer konulann yanısıra konuşuyorlardı. Erkeklerin böyle yaptığına hiç şahit olmadım. Hatta bizim orada olduğumuzu bile unutuyor ve kadınlara mahsus konulan konuşuyorlardı. Bazen bizi farkedip gülüyorlardı. Hazırlıklar konuşulurken pratik konular da belli bir düzenle değil, gene rastgele gözüken ve herkesin aklına geleni söyleyip konuşmaya devam ettiği bir biçimde hallediliyordu. Ancak kadınlar şaşırtıcı bir beceriyle bütün bu kanşıklık içinde pratik iş bölümünü kolayca yapıyorlardı. Ben çoğu zaman konuşmanın eksik kaldığı duygusuyla daha kesin iş bölümü konuşmalan beklerken, kadınlar teker teker dağılıp gidiyordu. Eylem sırasında karşılaşılan pratik durumlan çözmedeki becerileri de beni çok şaşırttı. Biz erkekler her ufak çelişme durumunda birbirimizle sakince konuşmayı beceremez ve süratle güç gösterisine hazırlanıveririz. Kadınlar polislerle ve oranm disiplinine uymakta zorlanan katılımcılarla sorunlan çözmekte ustaydılar. Tatlılıkla, inatçı ama kararlı, benim hiç aklıma gelmeyecek gerekçeleri bularak, sabırla sorunlan hallediyorlardı. Birkaç kez beni bile yatıştırmak zorunda kaldılar. Hemen itiraf etmeliyim, eylemin başlamasından çok kısa bir süre sonra kadınlar Galatasaray'ın doğal önderi oldular. Herkes tarafından tanındılar ve sözleri dinlenir oldu. Oturma eylemi hiç abartmadan söylemek gerekirse kadınların eylemi oldu. Yapılması gereken herhangi bir şey ortaya çıktığında süratle ve basitçe karar veriyorlar, hemen üşenmeden işe koyuluyorlar. Birçok kimsenin sadece konuşup hiçbir zaman yapmadığı, angarya sayılabilecek işleri büyük bir ciddiyetle yapıyorlar. Sekiz-on kadın aralarında süratle haberleşip gerekeni yapıyor. Ben sonradan duyduğumda yapacak iş kalmadığını öğrenip şaşırnakla yetiniyorum. Bütün kadınlar böyle midir bilmiyorum. Ama Galatasaray kadınları böyle. Onlarla çalışmak hem eğlenceli, hem düşündürücü. |
Ahmet Çakmak: Tırnaklarını nerede çıkaracaklarını biliyorlar!
Galatasaray'ın müdavimlerinden, hatta bir kez bu nedenle gözaltına alınan Çakmak'ın gözüyle "kızlar." Geçen yazdan bu yana birçok cumartesiyi kızlarla birlikte geçirdim. Önce yanm saat kadar Galatasaray Lisesi'nin önünde, sonra da bir iki saat bir kafede oturarak. Onlann "o kızlar" olduklarun ne zaman farkettiğimi hatırlamıyorum. "O kızlar" ısırgan cadılardı. Bunu nereden çıkardım, onu da hatırlamıyorum. Ya onlar hakkında söylenenlerden olmalı ya da her nedense hayalimde böyle canlandırdım. Bana iyi davranıyorlar ama bu durumu değiştinnez. Bence tırnaklarını çıkardıkları yaşantılar muhakkak vardır. Zaten onlardan hiç korkmadım. Ben kendimi yaşamaktan rahatsız olmamayı öğrenmekte olan biriyim çünkü. Bu cumartesi ne yapılacağına onlar karar verecekler. Geçen hafta da öyleydi. Ve bu sıralar cumartesilerde neler yapılacağına ilişkin kararlar önemli kararlar. Etkisi cumartesi eylemlerinin çapını aşan kararlar. Ve bu kararlan onlar veriyorlar. Ve bu herkese çok doğal geliyor. Çünkü onlar cumartesi eylemlerinin doğal önderleri oldular. Aslında cumartesi eylemlerinin bir özelliği örgütlü olmamasıdır. İsteyen oraya gelir, oturur ve gider. Bu eylemin sorumlusu, yetkilisi, bilmemnesi yoktur. Bu belki hoş bir şeydir ama niyeti bozuk olanlar için bizim yumuşak karnımızdır. İşte bu kızlar bu yumuşak karnın delinmesine izin vermediler. Özellikle son aylarda neredeyse her cumartesi sorun çıkıyordu. Bir bakıyorsunuz birileri çıkıyor ve cumartesinin özelliği olan sessiz oturmaya uymayan davranışlarda bulunuyor. Buna engel olacaksınız, polisle sürtüşmeye neden olmasım önlemeye çalışacaksınız. Bu duruma bozulan ötekilerin tepkilerini zarar vermeyecek biçime sokacaksınız, vs. Kızlar hepsinin üstesinden geldiler. Cumartesi kendi geleneğini oluşturarak bugüne gelebildiyse onların payı büyüktür. Daha doğrusu onlar olmasaydı bugüne ulaşabilir miydi, bunun cevabını vermek zor. Kızlann bu işleri yaparken bir yönleri dikkatimi çekti. Nerede yumuşak, nerede sert davranmak lazım? Nerede geri gidilmez, nerede gidilir? Bu tür konularda hiç hatalarını görmedim desem yeridir. (Ben erkek müfettişim ya!) O nedenle bunlar tırnaklannı da herhalde çıkanlması gereken yerde çıkanyorlardır diye düşünmeye başladım. (FK/NM) |
* Pazartesi / Kadınlara Mahsus Gazete Temmuz 1996 sayısı için tıklayınız.