Oku
Okumak yazının kardeşi, yaşıtı... Ve yazı, okumak kelimesinin macerasını izleyebildiğimiz en iyi mecra. Okumayı, yazılara soralım; bakalım bize neler anlatacak.
Okıglı
Okumak kelimesinin en eski haline, diğer birçok kelimeyi araştırırken olduğu gibi, Orhun Yazıtları'nda rastlıyoruz. Sekizinci yüzyıldan kalma bu yazıtlarda Bilge Kağan'ın, ilk kısmı zaman içinde okunaksızlaşmış cümlesi şöyle "...üçün kişi balıkda mana okıglı keki", yani "...için kişi şehirden bana çağrılı geldi."
[okigli]
Bu dönemde okımak diye telaffuz edilen ve okıglı, okınç gibi türevleri bulunan bu kelime çağırmak, davet etmek, seslenmek anlamında kullanılıyordu. Okınç kelimesi de toy-düğün davetiyesi, çağrısı anlamında kullanılmaktaydı.
Benzer şekilde Kutadgu Bilig'de geçen okıçı kelimesi de çağrıcı anlamındaydı ve bakın kimi nitelemelek için kullanılmış:
[okıçı]
"Okıçı ol erti bayattın sana", yani "O, Tanrıdan sana (gönderilmiş) bir davetçi idi."
Evet, Yusuf Has Hacib'in okıçı derken kastettiği kişi Hz. Muhammed'den başkası değildi. Anadolu Türkçesinde de "davetiye götüren kişi" anlamında okucu kelimesinin bulunduğunu TDK'nin Derleme Sözlüğü teyit etmektedir. Peki çağırmak ile okumak kelimesi arasındaki bağlantı nedir? Bunu cevaplamak için günümüze kadar gelmiş bazı izleri takip etmek mümkün:
Okumak kelimesi seslenmek anlamına geldiği gibi seslendirmek, yani ezberden söz söylemek anlamına da gelir. Mesela okuyup üflemek derken yazı okumak değil, dua okumak kastedilmektedir.
Canına okumak da aslında "canına dua okumak" anlamına gelir; yani kişiyi öldürüp cenaze seremonisini dahi tamamlamak gibi bir anlamı vardır. Günümüzde türkü söylemek yerine türkü çağırmak (çığırmak) dediğimiz gibi "türkü okumak" diyor olmamızın bu köklerle ilgisi var. Türkü okumak, türküyü seslendirmek anlamına gelir.
Aynı konuya, yani okumak kelimesinin "seslendirmek" anlamıyla "bir yazıyı okumak" anlamının bir diğer kesişimine aşağıdaki İkra başlığında ayrıca değineceğim. Ama önce okumak kelimesinin bugünkü anlamının ilk izine de değinelim.
Okurüm
Moğolistan topraklarından Ukrayna topraklarına, 8. yüzyıldan 10 yüzyıla geldiğimiz zaman aynı Runik alfabeyle ve aynı kelimeyle tekrar karşılaşıyoruz. Kiev Mektubu adıyla bilinen, orijinali Cambridge Üniversitesi'nin kütüphanesinde bulunan, İbranice harflerle yazılı bu metnin sonunda Orhun Yazıtları'ndaki aynı harflerle ve el yazısıyla okurüm, yani "okuduk" yazmaktadır.
[okurum]
Hazarlar kendilerine özgü bir Türkçe konuşan, Museviliği benimsemiş bir topluluktu. Bugünkü Türkiye topraklarına da çok yabancı değillerdi. Daha 8. yüzyılda Hazar hakanının kızı Çiçek Hatunun İstanbul'a gelin geldiğini ve imparator IV. Leon'un (Hazarlı Leon da denirdi) annesi olduğunu biliyoruz. İbranice yazının altına Rünik harflerle düşülen notun açıklaması da tam olarak bu dinsel-ulusal kompozisyonudur.
Kelimenin buradan türeyen anlamı zaman içinde "anlamak", "şifre çözmek" anlamlarına da ulaşmıştır. Mesela "Gözlerinden okunuyor" derken kullandığımız anlamı tam olarak budur. Kelimenin "seslendirmek" anlamıyla "yazı okumak" anlamı arasındaki bağlantıyı bir de Arapça üzerinden kuralım.
İkra
Hz. Muhammed'e gelen ilk emri herkes bilir: "İkra!", yani "Oku!" Oysa Hz. Muhammed okuma bilmemektedir ve "Ama ben okuma bilmem" der. Eğer Hz. Muhammed okuma bilmiyorsa ona gelen ilk emir neden "Oku!" idi. Yukarıda izah ettiğimiz geçiş ışığında bunu inceleyelim.
[ikra]
Kıraa kelimesinin Arapçada iki anlamı vardır: Birincisi bir sözü ezberden ya da yazıya bakarak söylemek, diğeri ise bir yazıyı sesli ya da içinden okumak. Nitekim İngilizce çevirilerde kelimenin bu bağlamdaki anlamı genelde "recite" kelimesiyle tercüme edilmektedir; yani yüksek sesle okumak.
"Oku" emrini alan Peygamberin "Ben okuma bilmem" itirazı üzerine gelen âyet şöyledir: "Yaradan rabbinin adıyla oku!" Yani peygamberden yazılı bir metni okuması değil, vahiy yoluyla iletilen sözleri ezberleyip sesli olarak insanlara ilan etmesi istenmektedir. İkra, okumaktan emirdir dedik. Kıraat kelimesinin okumak anlamına geldiği zaten malûm. Aynı kökten türemiş bir diğer kelime ise Kuran kelimesidir. Kur'an,"okunacak", "okumaya yarayan", "okunması gereken" anlamına gelmektedir. "Okumak" kelimesi sadece kitabın ilk kelimesi değil, kitaba adını da veren kelimedir.
Okul
Türkçeye damgasını vuran dil reformu günlerine dönelim. 1930'lu yıllarda öztürkçe karşılıkların derlendiği sözlükler oluşturulur. Bunların ilk örneklerinden biri olan 1934 Tarama Sözlüğünü okulağ kelimesi girer. Bu kelime medrese, mektep anlamındadır.
[okulag]
Mektep "yazı yazılan yer" anlamına gelmektedir ve okumaktan türemiş bir kelimeyle pek eşanlamlı durmamaktadır. Ancak "ders verilen yer" anlamına gelen "medrese" için durum biraz daha umut vericidir; çünkü okumak kelimesinin Türkçede "tahsil görmek" anlamı da vardır. "Nerede okuyorsun?", "Durumumuz yoktu, okuyamadım" derkenki gibi.
Aynı yıllarda Siyasal Bilgiler Okulu açmaya karar veren Atatürk yetkililerden bu kuruma verilecek Türkçe bir ad ister. Yetkililer de Urfa ağzından derlendiği kaydedilmiş bu kelimeyi önerirler ve böylelikle Siyasal Bilgiler Okulası'nın adı konmuş olur. Atatürk 4 Aralık 1934 tarihinde, Mülkiye'nin kuruluşunun 58. yılı için çektiği kutlama telgrafında bu kelimeyi ilk defa kullanır:
"Siyasal Bilgiler Okulası'nın 58. yıl toplantısında benim için gösterilen duyguları öğrendim, gönenç oldum. Sizler için ulusa, oluşa büyük yararlıklar dilerim." Ve kelimenin bu şekliyle kabulü uzun sürmez:
Mülkiye'nin bu yeni adı bir süre kullanılır. Zaman içinde okula kelimesinin yerine okul kelimesi geçer. Bunda da muhtemelen yeni türetilen kelimeleri Batı terminolojisine benzetme kaygısı etkili olmuştur.
İmge kelimesinin "image" kelimesine benzerliği, terim kelimesinin Fransıza "terme" ve İngilizce "term" kelimesi ile benzerliği ve genel kelimesinin "general" kelimesine benzerliği gibi okul kelimesinin "ekol" kelimesine benzerliği de dikkat çekmektedir.
Peki okul kelimesine esin kaynağı olan "okula" kelimesi halk ağzında gerçekten var mıdır? Bu türetme doğru mudur?
1934 tarihli Tarama Sözlüğühu kelimenin türetilişini şöyle açıklamaktadır:
"Okulağ (Oku köküne "-lağ, -lak" yer eki getirilerek yapılmış. "Yayla ve "kışla"da olduğu gibi son sessiz düşerek 'okula' şekli de vardır.)"
Ünlü Türkolog Geoffrey Lewis ise bu açıklamanın yetersiz olduğunu, çünkü "-lak (-lağ)" ekinin fiil köklerine değil, isim köklerine geldiğini belirtmektedir. Bu kelimeyi tasvip etmeyen Tahsin Banguoğlu da şöyle demektedir:
"Ben doçenttim henüz, Dil Fakültesi'nde, dedim ki 'Bu okula kelimesi eğer Urfa'da mektep mânâsına varsa ben kendimi asarım bu fakültenin kapısına.'Ben Türkçe kelime yapımı hakkında bilgime dayanarak konuşuyordum. Ama sonradan yine Kurum'dan biri kulağıma eğildi: 'Bizim Urfa mebusu Refet uydurdu' dedi."
Tahsin Banguoğlu da Geoffrey Lewis ile aynı yaklaşımla, bu türetmenin yanlış olacağı düşüncesiyle kelimenin varlığını eleştirmektedir.
Kayıtlarda o zamanki Urfa mebusundan başka hiçbir şahidinin adı geçmese de bu kelimenin türetilişinin gerçekten dile aykırı olup olmadığı irdelenebilir.
Türkçede yayla ve kışla kelimelerine benzer bir de tarla kelimesi vardır. Aslında tarmak ("darmaduman etmek" derkenki gibi) "dağıtmak" anlamına gelen bir fiildir; ancak tarığ (Anadolu Türkçesinde "darı") türemesi üzerine -lak eki gelerek tarığ+lağ = tarla kelimesini oluşturmuştur.
Yani oku kelimesinden türetilen isim (okuğ) da oku halini almakta, kelimenin fiil haliyle isim hali aynı olmaktadır. Türkçede boya(mak), sıva(mak) gibi buna benzer başka örnekler de mevcuttur. İşte bu açıdan okumak fiilinden oku(ğ) isminin türemiş olması ve okuma yapılan yer anlamında okula(ğ) kelimesinin türemiş olması teknik olarak mümkündür.
Fakat bu kelimenin kullanıldığının Refet Bey'den başka şahidi var mıdır, yok mudur orasını bilemeyiz. Ama 1300 yıl önce okumak kelimesinden türetilmiş bir isim olduğunu biliyoruz: Okığ ve bu kelimenin bugünkü Türkçede oku şeklinde isim olarak kullanıldığını, yukarıda bahsettiğimiz okucu kelimesinden çıkarmak mümkün.
Tek sorun şu: Okumak fiilinden türemiş olan oku kelimesi halk dilinde sadece çağrı anlamında mı kullanılmış, yoksa yazı okumak anlamında da kullanılmış mı? Yani döndük ta en başa...(BA/NV)
* Bu yazı iki aylık yazıkültürü dergisi Mürekkepbalığı'nın Mart-Nisan sayısında yayımlandı. Derginin bu sayısında imza ve paraftan, dünyada ekslibrise, dolmakelem incelemesinden, kokunun tat alma üzerindeki etkisine kadar birçok yazı mevcut.