Mahir Ünsal Eriş, önce öyküleriyle sonra mütevazı ve samimi yönüyle tanıdı, sevdi okuyucular onu. Hal böyle olunca da adının sıkça duyulur olması kaçınılmaz oldu.
1980, Çanakkale doğumlu. Çocukluğu Bandırma'da geçmiş, Dil Tarih Coğrafya Fakültesini kazandıktan sonra Ankara serüveni başlamış. Yazarlığının yanı sıra çevirmenlik de yapmış hala da yapıyormuş.
Hakkında bir şeyler öğrenmek istediğimizde bu bilgilerle karşılaşıyoruz. Sözü ona bırakıp, bir de onun ağzından dinlemek istiyoruz, "Kimdir Mahir Ünsal Eriş?"
Eriş şöyle tanıtıyor kendisini, "Bandırmalı'yım, Gençlerbirliği taraftarıyım. Gül’ün oğluyum. Okumam yazmam var ama okuldan hazzetmedim hiç. Bir de devrime inanırım." Hep okuyan tarafta olduğunu söylüyor, "Yazmayı hiç denememiştim, denemek istedim ve hala da deniyorum."
Bazı öyküler yazıp, bir blogda yayınladığından söz ediyor, fakat pek kimse okumuyormuş blogda yazılanları. İlk kitabı, Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde'nin ortaya çıkış sürecini şu sözlerle özetliyor; "Çok sevdiğim biri aracı oldu, araya başka aracılar girdi ve dosyamı Levent Cantek’e ulaştırdım. Okudu, değerlendirdi, olur dedi en sonunda. Ve oldu. Tabii şimdi böyle bir nefeste anlatıyorum ama altı-yedi ay sürdü bütün bu hengame."
"Bir hatırayı ömür boyu aklımızda tutamıyoruz"
Kitaptaki öykülerden birine geliyor söz, öykünün ismi Kimi Sevse Gülderen. Öyküde şöyle bir cümle var: "Hatıraların da onları hatırlatan eşyalar gibi eskidiğini gördü."
Hatıralar eskir gibi geliyormuş Eriş'e. "Maalesef bir hatırayı ömür boyu dilimizde, aklımızda tutamıyoruz." diyor ve devam ediyor, "Önümüzden çekiliyorlar zamanları geldiğinde ve ancak o eski çekmeceleri, dolapları karıştırırsak karşımıza çıkıyorlar. Yaşadıkça o kadar çok anı biriktiriyoruz ki, belki de böylesi en iyisi."
Aynı kitapta yer alan bir başka öykü, Çok Sıkılır Arkadaşı Ölen Çocuklar. Adından da anlaşılacağı üzere hikaye iki çocuğun dostluğu üzerine kurulu. Bir genelev mahallesinde geçiyor.
"Çocukken oturduğumuz mahalle, hakikaten de o hikayedeki mahallenin bir benzeriydi" diyor Eriş, "Her şey aynıydı diyemem ama muhakkak büyük benzerlikleri var" ve hikayenin nasıl ortaya çıktığını anlatıyor.
"Bu hikayeyi yazmadan önce epey taşımıştım aklımda. En sonunda o kendi kendisini yazdırdı zaten. Öyle olur. Hikaye gelir, akacağı bir zemin buldu mu oraya akar. Benim bu hikayem de akacak yer olarak çocukluğumun geçtiği mahalleye çok benzeyen bir mahalleyi beğendi kendine."
Mahir Ünsal Eriş'in ikinci kitabı Olduğu Kadar Güzeldik 2013 yılının ortalarında ilk kitap gibi İletişim Yayınları'ndan çıktı. Kitabın ismine dair ilginç bir detay var. Kitabın ismi Yıldız Tilbe'den. Bu ismin hikayesini şöyle anlatıyor Eriş:
"Bir gece Twitter’da gördüm. Eskişehir’de bir mekanda sahne almış Yıldız Tilbe. Dönüşte otelde Twitter’a girmiş tebrikleri karşılıyor. Orada birileri, 'yine çok güzeldiniz' gibi bir şeyler demiş. O da cevap vermiş öyle, 'eh işte', anlamında, tevazu takınarak, 'olduğu kadar güzeldik.' Aralık ayının 17’siydi. not aldım defterime. Bu, dedim, kitabımın adı olsun. Sağ olsun, Levent Cantek de itiraz etmeyince, oldu."
Kitabın öne çıkan öykülerinden biri, Benim Adım Feridun.
Feridun'un hikayesi kitaptan çok daha önceye dayanıyormuş. "19 yaşındayken bir banka ajandasına roman yazmaya kalkışmıştım" diyor ve Feridun'un hikayesinden söz ediyor kısaca.
"Oradaki esas çocuğun başına türlü talihsizlikler geliyordu. Sevgilisi terk ediyor, işten güçten atılıyor, arkadaşsız kalıyordu falan. O da o kadar yalnız hissediyordu ki, nihayetinde bir düğünün kalabalığına karışmanın iyi geleceğini düşünüp rastgele bir düğüne gidiyordu. Akif (Kurtuluş) abi, benden Duvar dergisi için bir öykü istemişti. 'Ama bir sonraki kitaptan olacak öykü' demişti. Ben de oturup Feridun’u yazdım, romandaki esas çocuğun hikayesinden esinlenerek. Kendimden aşırdım konuyu özetle. Kitaba da koyduk sonra, biraz değiştirdim, düzelttim tabii."
"Sevdiklerim ve sevmediklerim yazdıklarıma da siniyor"
Yine ikinci kitaptan bir öyküye geliyor söz. Mavi Haydar'ın öyküsü. Mavi Haydar Kanatlarımız Olsa Be Metin adını taşıyan öykünün ana karakteri.
Öyküye başlamadan bir de not düşülmüş kitaba, "Bir güzel ahbaptın, anlatılmasa olmaz". Bu cümle okuyucuların pek çocuğunun kafasında bir soru işareti bırakıyor, "Mavi Haydar diye biri gerçekten var mı?"
Yanıtlıyor Eriş, "Evet böyle bir arkadaşım vardı. Mavi Haydar’ın hikayesine benzer bir hikayesi oldu ve benzer bir sonu paylaştı. Ama ailesinin ne düşüneceğini kestiremediğim için adını ilan etmenin çok doğru olmadığını düşünüyorum şimdilik."
İçinde futbol geçen öyküleri seviyormuş Mahir Ünsal Eriş, Stoper adlı bir öykü yer alıyor Olduğu Kadar Güzeldik'te.
"Yazarken kendimi çıkarıp bir kenara koyamadığım için yazdıklarıma da siniyor sevdiğim ve sevmediğim şeyler. Bir şekilde yazdıklarımda çıkıyor. Polisleri de hiç sevmem mesela, o da gayet net okunuyor yazdığım şeylerde."
"Hayatımın en güzel iki rengi, kırmızı-kara!"
Mahir Ünsal Eriş koyu bir Gençlerbirliği taraftarı. Kitaplarının başındaki kısa tanıtım yazısında, "Gençlerbirliklidir. Söylenişi bile güzel" yazıyor.
Gençlerbirliği’ne duyduğu bu büyük sevgiyi ve bağlılığı şöyle anlatıyor.
"Futboldan azıcık soğumuştum. Dört beş sene olmuştu. Şifreli kanallarda gösterilen maç, bıyıklı sakallı mahalle abisi futbolcuların yerini soyadlarıyla anılan star futbolcuların alması, büyük sektörel yatırımlar falan soğutmuştu beni. Seyretmiyordum.
"Bir de biz ailece Beşiktaşlıyızdır. Beşiktaş da bu endüstrileşmenin bir neferi olmuştu ve yüzümüzü güldürmeyi de çoktan bırakmıştı. Sonra 2002’de Dil-Tarih’i kazandım. O vakitler de Gençlerbirliği coşmuştu. Maçlara gitmeye başladık. Sonra ara ara maçlara gittim. Zamanla kombine almaya başladım. Bir Gençler-Beşiktaş maçında da fark ettim ben Gençlerbirlikli olmuşum. Öyleyim şimdi çok şükür. Hayatımın en güzel iki rengi, kırmızı-kara!"
Son dönemde Ankara öykülerine sıkça rastlıyoruz. Mahir Ünsal Eriş'in de Ankara'da geçen pek çok öyküsü var. Bu durum, "Türk edebiyatı İstanbul'da geçen öykülerden sıyrılmaya mı başlıyor?" şeklinde bir soru getiriyor okuyucuların aklına. "Sanmam" diyor Eriş.
"Türkiye, İstanbul’dur. Her şey oranın diliyle, en başta orayı hedef alarak üretilir. Neredeyse her dört kişiden birinin İstanbul’da yaşadığını varsayarsak bu gayet anlaşılır tabii. Ama ara ara olur öyle. Edebiyatta, sanatın diğer kollarında bir dışarı yönelme olur. Bunu İkinci Yeni’nin, Sevgi Soysal’ın Ankara’sında biliyoruz. Sonra ardından bambaşka bir sanat gelir ve İstanbul yeniden idareyi alır. Yine öyle olacaktır sanıyorum. Geçici gibi geliyor bana."
Eriş'in toplumdaki hareketlere duyarsız kalmadığını, hikaye ve söylemlerinde görmek mümkün. Edebiyat-toplum ilişkisine geliyor konu ve elbette edebiyatın toplum belleğine etkisine, "Edebiyat sadece bu işe yarar zaten. Tarihçiler anılması gerektiği gibi, edebiyatçılar anılması istendiği gibi anlatmakla mükelleftir bence" diyor.
"Devrimin güzel bir ihtimal olduğunu gördük"
Toplumdan söz açılınca Gezi olaylarına geliyor konu.
"Ben hep devrime inandım. Hatta benimle alay ederlerdi düne kadar. Gezi’yle, devrimin hülyalı bir hayal olmanın ötesinde bir şey olduğunu, bir ihtimal, hem de Uyurkulak’ın (*) dediği gibi güzel bir ihtimal olduğunu gördük. Ben hala inanıyorum. Benimle eğlenenler de inanıyorlar neyse ki artık."
Gezi sürecinde pek çok kitap çıktı piyasaya sürece dair. 28 yazarın Gezi Parkı öykülerini anlattığı, "Bağzı Şeylere Öyküler" o kitaplardan bir tanesi. Eriş'e ait bir öykü de yer alıyor kitapta.
Eriş, kitaba dahil olma sürecini şöyle anlatıyor, "Biz ortak projelere genellikle Sinan Sülün’le birlikte değerlendirip karar veriyoruz. Kadir Yüksel hoca, böyle bir projeden bahsetti. Gelirinin Gezi Direnişi boyunca hayatını kaybeden çocukcağızların adlarına bir fidanlık yapılmasına harcanacağını söyledi. Sinan’la düşündük, hoşumuza gitti bu fikir. Yazdık biz de. Sağolsunlar, böyle güzel bir fikre bizi de layık görmüşler."
Bahar aylarında yeni bir kitapla okuyucu karşısına çıkmayı planlıyor Mahir Ünsal Eriş, "Bir uzun öykü yazmak niyetindeyim" diyor. "Tek öykülük bir kitap, bir novella. Bakalım, bahara kim öle kim kala..."
Sohbetimizi noktalarken, şunu eklemeyi ihmal etmiyor; "En büyük Gençlerbirliği!" (CA/ÇT)
(*) Murat Uyurkulak'ın Tol adlı kitabi "Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" cümlesiyle başlıyor.