Bir güne nasıl başlanır? Hangi umutlarla hangi öfkeyle?
Bu satırları yazalı 2 gün olmuştu, 8 Mart’ı kutladık, 9 Mart’ta alanlara çıktık. 10 Mart sabahı o kara haber ile uyandık… Berkinim… Küçücüktü bedenin… Karagözlüm…
Seni uğurladık önceki gün… Milyonlarca insanın yüreği senin için yandı, milyonlarca insan göz yaşlarını tutamadı… Öfkelendik, çok öfkeliyiz… Ama yine de çocuklar üzerinden beddualar etmiyoruz, senin acın bize bunu öğretti güzel yüzlü oğlum…
Senin haberinle içimiz kan ağlarken, ölüm haberleri bitmek bilmiyordu, adliye çıkışında kadınlar öldürüldü en sevdikleri tarafından… 7 Mart’ta yazmıştım aşağıdaki metni ve ölümlerin ardı kesilmedi… Değişmiyor hiçbir şey, bu devlet katil...
7 Mart sabahı…
Sabahın erken saatleri ve güne Berkin’in hastanedeki durumunun kritik olduğu haberi ile başlamak. Haberin devamını okuma korkusu ile hareketsizlik, sanki atmak istemiyor kalbim… Sonra durumunun eski haline dönmesi haberi… Kalbimin sızısını hafifleten haber… Dönüp yatakta uyuyan küçük oğluma bakıyorum ne kadar da çok benziyor kara gözleri Berkin’inime…
Dilime dolanıyor Şükrü Erbaş’ın şiiri:
“Aylarca bir çocuğun gülüşüne takıldı
Kalbim ki,
Bulanık bir gökyüzünde duru kalmış,
Tek incelik bulutuydu...”
Sonra ikinci bir haber, kadın cinayetlerine bir yenisi… Eski sevgilisi tarafından kurşunlanarak katledilen Özge… Öfkem kalbimi zorluyor, dünyaları yakmak istiyorum. Doktora yaptığım üniversitenin koridorlarında adım atan, aynı havayı soluyan Özge, polise defalarca can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair başvuru yapmış olmasına rağmen dün eski sevgilisi tarafından otobüste kurşunlanarak katledilmiş. Öfkem boğazımda düğüm oluyor, ellerimin titremesi geçmek bilmiyor… Kurşunlanmasını düşünüyorum kalbime ağrılar giriyor… Sonra yakınlarının haberi aldıklarını… Öfkem arttıkça artıyor, nefretim büyüyor, erkek şiddeti ve yine kadınlar katlediliyor…
Öğlen saatlerinde İstanbul Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Özge için tören var, onu katleden erkeğe lanet okuyan, onu katleden zihniyete batsın sizin sevginiz demek için çağrı var. Veda… Hava buz gibi, mart kendini hissettiriyor. Üniversiteye yaklaştıkça adımlarım geri geri gidiyor, sanki Özge arkamdan fısıldıyor beni öldürdüler bakın, yine erkek sevgisi bir kadının hayatını yok etti diye… Fakülte önü kalabalık, ölüm kalabalığı… Ne yapacağını bilmeme hissi… Pankartlar asılmış, dövizler yazılmış… Ve basın bildirisi okunmadan önce dekana söz veriliyor… Özge’nin katledilmesinden duyulan üzüntü dile getiriliyor ve Özge “Rahat uyu” diye bitirilen bir konuşma. Kurşunlanan bedeni soğuk, buz gibi toprağın altında olacak bu gece, “Rahat uyu”… Her ölüm haberi sonrasında uyuyamıyorum. Soğuk toprağın altında, tek başıma olduğunu düşünmek uyutmuyor. Ensemde hissediyorum fısıltılarını, tıpkı diğer katledilen kadınların çığlıkları gibi… Bunları düşünürken basın bildirisi okunuyor… Sonra yürüyüş ve yine oturma eylemi… Kalabalığı izliyorum ve öfkem artıyor… Çığlık atmak istiyorum “Belki siz de benim gibi Özge’yi tanımıyordunuz, ıraktı ölüm, ıraktı erkek şiddeti ama yanınızda duran erkeklere bakın bir, düşünün sahteliği, ikiyüzlülüğü… Özge için oraya gelen erkeklerin gözlerine bakın, neler görüyorsunuz.”
“Eski eşine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan hocanız var, eski eşi ailesinin yanına gittiğinde yıllardır maruz kaldığı baba şiddetini maruz kalıp hastanelik olduğunda babaya erkek dayanışmasını bir kez daha sergileyen ‘ellerinizden öperim’ ile bitirilen mesajlar atan bir hocanız var”, “ bu hocanızın yaptıklarına göz yuman kadın hocalarınız var” diye çığlık atıp kalbimin atışlarını sakinleştirmek istiyordum ama Özge vardı, bugün onun için oradaydık. Cenaze için arabalar kalktı, oturma eylemi başladı ve bir süre sonra biz de ayrıldık oradan…
Beynimi kemiren düşünceler, yazmam gerekiyor, konuşmak yetmiyor… Yazmak neyi değiştirecek o konuda çekincelerim olsa da yazıyorum… Birkaç olaydan bahsetmek istiyorum, hem erkek şiddetini anlatan hem de kadın dayanışmasını-dayanışamamasını anlatan.
Birkaç hafta önce birkaç kadın bir metin yayınladılar çoğunuz gibi ben de bir solukta okudum, sonra tekrar okudum, sonra yavaş yavaş okudum… Kendi hayatıma değen, beni öfkelendiren konulara değinen ve sorular soran bir metin.* Şöyle başlıyor: “Birlikte düşünmeye, fikir üretmeye ve tartışmaya çağrı! Bizim metnimiz aklımızdaki soruları ortaya dökmenin ilk adımı olsun, isteyenler de bu tartışmaya kendi metinleriyle katılsınlar ve birlikte bir tartışma inşa edelim istiyoruz. Çünkü konu çok çetrefilli!” diyip devam ediyorlar “Konumuz “özel”, kişisel, duygusal, cinsel ilişkiler. Üstelik bunların belirli bir siyasi çevre içinde olanları! Pek çoğumuzun, geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir “erkeklik” ifşası ve ardından gelen özür/özeleştiri vesilesiyle haberdar olduğu bu tartışma, aslında uzun zamandır “biz bize” yürüyen, devam eden bir tartışma.”
Metnin geneline değil ama birkaç nokta üzerinde duracağım. Hala kafamdaki şeyleri nasıl anlatacağım yani yöntem konusunda belirsizliklerim olsa bile bunu anlatmazsam olmaz diye düşünüyorum. Öncelikle belli bir noktadan başlayıp kısa bir yolculuk yapıp soruların bazılarına cevap vermek istiyorum.
Temelde söylemek istediğim metinde de ifade edildiği gibi “sol çevrelerde hem sol siyaset hem de feminizm üzerinden yazıp çizen erkeklerin gerek cinsel ve duygusal ilişkilerinde yaşadıklarını veya çevrelerindeki kadınlara yönelik cinsel taciz uyguladıklarında” biz kadınların bu durumu kamulaştırmak ve karşı tavır alırken ne tür zorluklarla karşılaştığımızı anlatmak ve buradan hareketle neler yapılabilirliğini tartışmaktır. Ve tabii ki yapamadıklarımız sonrasında bu erkeklerin nasıl hayatlarına bu yaşadıklarını-yaşattırdıklarını sistematik hale getirdiklerini dile getirmek. Buradan yola çıkarak ben bir kadın olarak aşağıda anlatacağım olaylarda neler yaşadım, neler yapmaya çalıştım, neler yapamadım bunlardan bahsetmek istiyorum.
İlki metnin önceki paragraflarında da dillendirdiğim eski eşine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulayan üniversite hocamız… Çeşitli dergi ve gazetelerde (Radikal, bianet, BirGün, sendika.org gibi) hem sol siyaset hem de feminizm üzerine yazıp çizen bir erkeğin hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etme hikayesinden bahsetmek istiyorum. Özel olarak bu erkeğin neler yaptığına dair haber silsilesi vermek yerine sadece birkaç olaydan bahsedeceğim ve bir feminist olarak kendi açımdan yaşadıklarımı ve düşündüklerimi anlatacağım.
Hikayemiz şöyle başlıyor: Uzun sayılabilecek yılların ardından akademide yardımcı doçent olan erkek ile doktora yapan kadın arkadaşımız evlenir. Akademisyen erkek ve akademide yer alacak kadın öğrenci hikâyesi tekrarlanır. Ev işleri kadından sorulur erkek sadece yardımcı olur, erkek oturur makale yazar, kitap okur kadın yemek yapar temizlik yapar vs. Para kazanan erkek olur ve bu bir baskı aracı haline gelir. Evliliklerinin sonunda fiziksel şiddet ve psikolojik şiddet ve daha birçok nedenden ötürü boşanma süreci başlar. Kadın arkadaşımız bu andan itibaren - yaklaşık iki yıl- ağır depresyon ilaçları kullanır ki intihar edeceği korkusunu her gün yaşarız biz birkaç kadın arkadaşı. Derken 38 kiloya düşer. Sonra toparlanmaya başlar yavaş yavaş ama bu defa feminist kadınlardan aldığı yaralar canını yakar. Şöyle ki üniversitede bu konuyu ıncığına cıncığına kadar bilen (biz bize bilme hali) kadın feminist hocalarımızdan biri hariç diğer hocalarımız “durumu biliyorum ah vah canım” diyip başka sebepler bahane ederek ama asıl olarak erkek ile aynı üniversitede aynı bölümde hoca olarak arkadaş olmaları, birlikte kitap çıkarmaları, aynı odada olmaları ve zıtlaşmak istememeleri vs nedenleri ile “kadın dayanışmasını” sergilememişlerdir. Temel mesele “kim için ve niye erkek akademisyene karşı tavır sergileyecekleridir.” Bugüne kadar yaşadığım deneyimlerden –aksini çok az deneyimlemiş olduğumu belirteyim- bu yaşadığımız olayda şunu gördüm ilk önce: Bu kadın arkadaşımız akademide hoca değildi, öğrenciydi ve kadın feminist hocalarımızın bu kadın için tavır geliştirmeleri, politika üretmeleri neye hizmet edecekti ki? Ayrıca başka kadınlarla dayanışırdık bizler, bizden coğrafya olarak uzakta olan, sınıfsal, etnik, statü vs açısından bizden olmayana karşı hep dayanışırdık. Oysa tam yanıbaşımızda olan bir olayda ne yapardık ki?! Biz bize olan konuşmalarımızda hep şu soruyu sorduk, kadın arkadaşımız aynı üniversitede akademisyen olsa idi bu feminist hocalarımız ne yaparlardı? Tüm bu örneklere rağmen yine diğer metinde dile getirilen duruma ses çıkaranın yalnız kalması hikayesine de örnek verebiliriz. Erkek akademisyene tavır alan ve her durumda neden tavır aldığını feminist argümanlarla dile getiren hocamız ise diğer feminist hocalarımız tarafından bir şekilde diğer metinde dile getirildiği gibi ses çıkardığı için dışlanır. Başka bir örnek daha verelim yine feminist bir kadın hocamız durumu çok sonra öğrenmiş ve kadın arkadaşımız ile konuşmalarında bundan sonra erkek akademisyene karşı tavır alacağını söylemiş olmasına rağmen belli bir süre sonra eski ilişki biçimine devam etmiştir. Yine kendi kendimize sorduk bu kandırmacanın sebebi neydi?
Kadın arkadaşımızın yanında olmanın yanında biz üç-beş kadın ve erkek arkadaşlar neler yaptık, biraz ondan bahsedelim. Erkek akademisyenin her şeyin sorumlusunun kadın arkadaşımız olduğuna dair geliştirdiği ve suçsuzum politikalarına karşı her yerde her zaman olayın öyle olmadığını açık açık anlattık. Bazı internet sitelerinde yazısının çıkmasını “bu kişi eşine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamıştır” diyerek engellemeye çalıştık. Gideceği atölye, konferans vs organizasyonlarda da aynı tavrı geliştirerek yılmadan anlattık bu adamın ne olduğunu, neler yaptığını. Çoğu zaman başarılı olduk ama bu çaba yeterli değil biliyoruz. Bu erkek akademisyenin özelikle sol ve feminizm üzerinden kendini ifade etmesi ve tabii ki buradan sosyal statüsünü örmesi, piyasada ekmek yemesi devam ediyor.
Diğer olayı da anlattıktan sonra toparlayabiliriz. Bu yine üniversitede akademisyen olan erkek, özelikle kültürel feminizm eleştirisi üzerine yüksek lisans tezi yazmış, sonrasında sol bir damardan HES karşıtlığı üzerine doktora tezi yazmış olması ile piyasada ekmek yiyen adam bütün bölümde tacizci ve teşhirci olarak bilinmesine rağmen hiçbir şey yapılmamıştır. Bu olaya mesafe açısından uzak olması nedeni ile destek (yasal yolların ne olduğu, raporların nerelerden alınacağı, dayanışma destek mekanizmalarının nasıl kurulacağı vs) vermeye çalıştık.
Bu kişinin sınıf içinde teşhircilik yaptığı, öğrencilere karşı cinsel şiddet uyguladığı diğer hocalar tarafından bilinmesine rağmen hiçbir şey yapılmamıştır. Hatta olay çok uzun olduğu için burada nasıl başladı nasıl sonuçlandı anlatmayacağım ama sonuca dair şunları söyleyebilirim kadın öğrencilere iftira nedeni ile üniversite tarafından soruşturma açılmış, erkek akademisyen ise üniversiteden belli bir süre uzaklaşması için post-doktora ile ödüllendirilmiştir. Fakat sonrasında YÖK müfettişleri şikayet dilekçeleri sayesinde devreye girdi, sonuca dair henüz bir bilgim olmadı. Bu olayı öğrenip ne yapabilirim-yapabiliriz diye düşünürken aynı üniversitede erkeklik çalışan akademisyenler ve kadın feminist akademisyenler olduğunu öğrendik, onlarla tanıştık, yüzyüze konuştuk. Fakat ilginç olan konumuz açısından bize bu konuda yardımcı olamayacaklarını, öğrencilerin bu konuda bir şey yapmaları gerektiğini söylemeleriydi. Hatta görüştüğümüz kadın akademisyenler bu kişinin teşhirciliğinden ve tacizlerinden kendilerinin de sıkıntı yaşadıklarını ama “bazı sebepler nedeniyle göze alamayacakları” şeyleri olduklarını dile getirdiler. Birkaç tespitte bulunabiliriz hatta soru sorabiliriz? Erkeklik çalışan, feminizm üzerine söylem üreten, kitaplar yazan, araştırmalar yapan ve aynı bölümde teşhirci ve de tacizci bir hoca varken ses çıkarmayan hatta üniversitedeki görevlerinden biri de “öğretmenlik” olan ve “öğrencilere karşı sorumlulukları” olan bu akademisyenler sol ve feminizme dair neden bu kadar çaba harcıyorlar? Temel kaygı nedir hayata dair? Yukarıda bahsettiğimiz diğer olaydaki gibi “kim için ve niye erkek akademisyene karşı tavır sergileyecekler” sorusu öne çıkıyor. Onlar sadece öğrenci!
Bu iki olaya dair şunu söylemek mümkün, diğer metinde bahsedilen “Geçmişin sol/devrimci/demokrat siyaset çevrelerinden bilgi/deneyim/bakış açısı devraldıkları gibi ilişki biçimlerini de devraldılar. Ama bugünkü durumun eskilerden en büyük farkı ironik bir biçimde feminizmin tarihi başarısından kaynaklanıyor” vurgusuna dikkat çekmek gerekiyor. Bu adamlar feminizmin tarihi başarısından beslenerek kendi sosyal sermaye ve statülerini şişiriyorlar. Çünkü feminist kadınlar bulundukları noktada sınıfsal, etnik vs farklılıklarını yok sayarak feminizm üzerinden dayanışıyoruz deyip –mış yaparak politika üretememeye devam ediyorlar bu adamlara karşı. "Feminist politikayı yer yer felce uğratan, kadınlar arasındaki farklılıklar değil, hiyerarşilerdir" diyor Gülnur Acar Savran. Sanırım kendine feminist diyen çoğu kadın bu hiyerarşiyi açık etmek yerine yokmuş gibi davrandıkları için dayanışma sürecinde "çekinceler” giriyor, çekinceleri var ise "mış gibi” yapmaya devam ediliyor.
Peki dar alanları genişletmek adına neler yapılabilir noktasında ise daha cesur davranmak lazım diye düşünüyorum, daha dürüst ve açık olmak lazım. –mış gibi davranmayı bırakmak. Bunları yapmak çok zor biliyorum ama başka çare düşünemiyorum. Bu erkekleri teşhir etmek gerekiyor, ne yaptıklarını anlatmak gerekiyor ki sadece “pardon ya özür dilerim, daha politik tartışma zemini olursa teşrif ederim ya da ben suçsuzum” demelerini duyup yollarına devam etmesinler diye. Hatta bunların ne yaptıklarını teşhir ederken feminist kadınların bu olaylara karşı neler yaptıkları ya da neler yapmadıklarından da bahsetmek lazım diye düşünüyorum, mış gibi yapıp bu alandan ekmek yiyemesinler diye.
Ve son bir not, üyesi olduğum dernekte yaşanan taciz olayından sonra dernek olarak tacizciyi ifşa edip, hukuki süreci başlattığımızdan bu yana yaklaşık bir buçuk yıl geçti. Şubat ayının sonunda dava sonuçlandı, henüz temyiz süreci sona ermemiş olsa bile taciz suçundan dolayı 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı tacizci ve kamu haklarından aldığı ceza kadar men kararı çıktı. Bir buçuk yıl kadına yönelik şiddet, cinsel saldırı davalarında çok uzun bir süre değil, ama bu süre içinde kadın dayanışmasının ne olduğunu, neleri dönüştürebildiğini gördük. Yan yana durmanın nasıl bir güç olduğunu da. Yan yana durduğumuz cesur kadınlara teşekkürlerimi iletiyorum yeri gelmişken.
Özge…
Bu son anlattığım olay kadınlar açısından bir başarı, feminist mücadelenin başarısı. Bu başarı seni geri getirmiyor biliyorum, ama yüreğimiz öfke ile boğulsa da alanlarda olacağız senin için, tüm kadınlar için, kendimiz için… (SY/AS)