Bir uzun yürüyüşün ardından sorulan soru: Adalet nedir?
Adalet kavramı üzerine çok şey söylenmiştir. Türkiye’de güncelliği, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan başlattığı ve 25. günde İstanbul Maltepe’de son bulan yaklaşık 450 kilometrelik uzun yürüyüşüdür.
Ben de bu vesile ile 5 yıl önce yazdığım ve o tarihte Evrensel’de yayımlanmış olan “Adalet” başlıklı yazımı tekrar yayımlamıştım.
Hans Kelsen’in 1953 yılında yazdığı makalenin başlığı soru şeklindedir: “Adalet nedir?”
Kelsen, şöyle der: “Başka hiçbir soru, bu kadar tutkulu bir şekilde tartışılmamış; başka hiçbir soru böylesine çok kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olmamış ve başka hiçbir soru Eflatun’dan Kant’a en ünlü düşünürlerin yoğun ilgisine konu olmamıştır. Ancak başka hiçbir soru bugün, diğer zamanlarda olmadığı kadar da cevapsız kalmamıştır. Öyle görünüyor ki bu soru, kaderine boyun eğmiş bilgeliğin uygulandığı ve insanın kesin bir yanıt bulamayacağı, fakat ancak onu geliştirebileceği sorulardan biridir.”
Eflatun’dan (Platon) m.ö.427-ö.m.ö.347) söz ediyoruz. Demek ki, en azından 2 bin 500 yıldır filozofların cevap bulmaya çalıştığı bir soruyu soruyoruz: Adalet nedir?
Soru önemli.
Sözlüklerde tarif edilmeye ve soruya cevap verilmeye çalışılıyor. Genel olarak şöyle deniyor: Adalet sözcüğü ile birlikte, hak, hukuk; hakkı, hukuku gözetme, buna uyma, hakkı, hukuku yerine getirme ve benzeri anlatımlarda da bulunuluyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” gibi bir açıklama da var.
CHP’nin “adalet nedir?” sorusuna verdiği bir cevap var. Günümüz koşullarında ve Türkiye’de “adalet nedir?” sorusunun cevabı, özetlersek, bu 10 maddedeki taleplerdir:
“1. Fetullah Gülen Terör Örgütünün siyasi ayağı ortaya çıkarılmalı ve gerçek darbecilerden hesap sorulmalıdır.
2. OHAL derhal kaldırılmalı ve hukuk düzeni evrensel ilkelere uygun olarak yeniden tesis edilmelidir.
3. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmalıdır. Adil yargılanma hakkı eksiksiz bir şekilde uygulanmalıdır. “Kolektif suç” gibi insan haklarına aykırı uygulamalardan vazgeçilmelidir.
4. Bugün, OHAL uygulamalarıyla mağdurların yargıya erişim ve sosyal güvenlik hakları ellerinden alınmıştır. OHAL mağdurları adeta “sivil ölüme” terkedilmiştir. Mağdurların yargıya erişim ve sosyal güvenlik haklarını kısıtlayan tüm uygulamalara hukuk devletinin gereği olarak son verilmelidir.
5. Akademisyenler ve diğer kamu görevlileri görevlerine iade edilmelidir. Anayasa Mahkemesinin içtihatları dikkate alınarak, tutuklu milletvekilleri derhal serbest bırakılmalıdır.
6. 150’nin üzerinde gazetecinin hapiste olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Sadece mesleklerini yaptıkları için tutuklanan gazeteciler derhal serbest bırakılmalı, medya üzerindeki tüm baskılara son verilmelidir. Düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
7. OHAL koşullarında, serbest tartışmanın yapılamadığı bir ortamda ve üstelik “devletin bütün imkânları seferber edilerek” gerçekleştirilen Anayasa değişikliği gayrimeşrudur. Toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan anayasa yerine, bir kişinin beklentilerine yanıt veren bir Anayasa değişikliği Yüksek Seçim Kurulu’nun yasadışı kararıyla yürürlüğe konulmuştur. Bu bir “mühürsüz seçimdir.” Türkiye gayrimeşru bir anayasa ile yönetilemez, yönetilmemelidir.
8. Demokratik parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayet kaldırılmalıdır. Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan, insan haklarına dayalı demokratik, laik, sosyal hukuk devleti güçlendirilmeli, liyakat esası kamuda göreve başlama ve yükselmede esas alınmalıdır. Eğitimde laiklik ilkesinin aşındırılmasına son verilmeli ve toplumsal adaletsizliği yeniden üreten eğitim politikaları değiştirilmelidir.
9. Sadece hukuk alanında değil, toplumsal yaşamın bütün alanlarında yaygın bir adaletsiz düzen devam etmektedir. İşsizlik, yoksulluk, insanca yaşam ücretinden yoksunluk, örgütsüzlük, ayrımcılık, yaygın şiddet, terör gibi çok geniş bir yelpazede yaşanan toplumsal adaletsizliklerin giderilmesi için ortak irade geliştirilmelidir. Toplumsal barışımızı bozan tüm antidemokratik uygulamalara eşit yurttaşlık temelinde son verilmelidir. Toplumsal adaletsizliğin en vahim görünümlerden biri olan kadınlara karşı ayrımcılığın önüne geçilmeli, kadınların özgürlük alanları korunmalı, kadın hakları toplumsal hayatın her alanında uygulanmalıdır.
10. Son zamanlarda uygulanan saldırgan dış politika ülkemizin içindeki adaletsizlikleri de kökleştiren bir kısırdöngü yaratmıştır. Adalet sadece iç politikaya ve toplumsal yaşama değil uluslararası ilişkilere de hâkim olmalıdır. Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara, tüm kimliklere kardeşçe, adilane yaklaşan, barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönüş yapmalıdır. Türkiye yüzünü insan haklarına, hukuk devletine, adalete önem veren milletler ailesine çevirmelidir.
Hukuka ve Anayasaya saygı, adaleti sağlamanın ilk koşuludur. Hukuk güvenliğinin olmadığı ve adaletin gerçekleşmediği bir toplumda, kamu düzeni ve toplumsal barış sağlanamaz. Adaletsiz toplum ise, insan haysiyetinin zedelendiği bir toplumdur.
Bu “Adalet Çağrısı”; adaletin, insan haysiyetine saygının ve toplumsal barışın temeli olduğu inancıyla hazırlanmıştır.”
Görüldüğü gibi “Adalet “yürüyüşü, CHP perspektifinden, yalnızca yargısal işlemlerle sınırlı bir yürüyüş değildir. Çok geniş olduğu anlaşılmaktadır ki biz de bu yaklaşımı doğru bulmaktayız.
Peki bu talebi, Avrupa Birliği perspektifinden nasıl değerlendirebiliriz?
Biliyorsunuz, AB müktesebatında, katılım ortaklığı müzakerelerinde 35 fasıl var ve bu fasıllardan 23. fasıl yargı ve temel haklar faslı, 24. fasıl da adalet, özgürlük ve güvenlik faslıdır. İnsan hakları savunucuları olarak çok uzun zamandır, hem Türkiye yetkililerine bu fasılların gereklerini yapmalarını hem de AB yetkililerine bu fasıllar üzerindeki ambargolarını kaldırmalarını öneriyoruz. Çünkü Türkiye’de insan hakları ihlallerine baktığımızda öne çıkan ve ağır insan hakları ihlalleri olarak nitelenebilecek konular bu fasıllar dahilinde olan konular. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, toplanma özgürlüğü, yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi…
Ve bu AB’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri bağlamındaki hukukun üstünlüğü ve demokrasi, azınlık hakları ve insan haklarına saygı kriterleriyle doğrudan ilişkili konular. Üstelik Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı da (Lizbon, 2000) 2009'dan itibaren uyulması zorunlu belgelerden. AB Divanı da çeşitli kararlarında hem AİHS ve hem de AB Temel haklar Şartının bağlayıcılığına vurgu yapmaktadır.
Fakat Türk hükümetinden yapılan açıklamalar şaşırtıcı.
Hükümet dört yıl önce örneğin 23. fasılla ilgili bütün hazırlıkları yapmış olmasına karşın, düzenlemeleri hayata geçirmemekte ve sürekli olarak AB’nin fasılları açmasını istemektedir. Burada, hükümetin haklar ve özgürlüklere araçsal bakış açısını ve insan haklarını içselleştiremeyişini görmekteyiz. Haklara ve özgürlüklere insan merkezli, insanın hakları ve onurunun korunması merkezli bakılmadığını gözlemlemekteyiz.
Meseleye, devletin dış politikasında duyduğu ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların gerektirdikleriyle sınırlı yaklaşıyorlar. İnsan hakları konularına böyle yaklaşılamaz. Yurttaşın hak ve özgürlüğü pazarlık konusu yapılamaz.
Hükümetin yapması gereken, insan hakları standartlarını yükseltmektir. 23 ve 24. fasılların açılmasıyla ilgili bir taraftan AB ile görüşmek ama onlar açmasalar bile bu fasıllardaki insan hakları standartlarını yakalamak, mevzuatı ona göre düzenlemek ve uygulamaktır.
Çünkü bu fasıllarda yer alan konular doğrudan adalet kavramıyla ve elbette teknik olarak hukukun üstünlüğü ilkesiyle alakalıdır. CHP’nin 10 maddelik açıklamasında sosyal adalet kavramına da, çalışma hakkına da, sosyal güvenlik hakkına da yer verilmiştir. Sosyal demokrat bir partiden elbette sosyal adaleti savunması beklenir. Çok değerli. Kuçuradi’nin işaret ettiği ve benim de ondan ilham alarak pek çok kez yazmaya, söylemeye çalıştığım gibi, sosyal adalet bir ilkedir. Gelir dağılımı adaletsizliği de bir durumdur. O nedenle adaletsiz durumları, ilkeye (sosyal adalet ilkesine) uyumlu hale getirmeliyiz. Ne yapmalıyız, neyi talep etmeliyiz? Sosyal sınıf ve tabakalar arasındaki gelir dağılımını adaletli hale getirmeliyiz. Getirilmesini talep etmeliyiz; bunun için mücadele etmeliyiz.
Yalnızca bununla da sınırlı değil. Kentler, bölgeler arasındaki gelir dağılımını da sosyal adalet ilkesinin gereği olarak adaletli hale getirmeliyiz; bunu talep etmeliyiz, bunun için mücadele etmeliyiz.
Adalet kavramına başka bir açıdan da yaklaşmak mümkün. Bu da ceza adaleti ve onarıcı adalet kavramlarıyla ilgili bir konudur. İnsan hakları perspektifinden bakacak olursak, şöyle bir durum var ortada. Demokrasiye geciş süreçlerini yaşayan 40’tan fazla ülkede, çatışma dönemlerinde ağır insan hakları ihlallerinin failleri büyük oranda devlet görevlileri oluyor. Bu oran neredeyse yüzde 90’lar oranında faillerin devlet görevlileri olduğunu gösteriyor. Fakat onlar da “biz darbeleri devleti korumak için yaptık, komünistlere karşı vatan savunması yaptık ya da bölücülere karşı savaştık" diyorlar.
Güney Afrika hariç, bütün bu çatışma süreçlerini yaşayan ülkelerde ceza adaleti yürürlüğe girdi ve failler yargılandı. Bazen de Arjantin örneğinde olduğu gibi, darbe sona erince yargılamalar başladı; bir süre sonra “son nokta (punto Final)" ve “itaat zorunluluğu yasaları” çıkarıldı ve failler büyük ölçüde affedildiler. Fakat yaklaşık 10 yıl sonra mücadeleler sonunda bu tür “af yasaları” geçersiz sayıldı ve ağır insan hakları ihllaerinin failleri yargılandılar. Cezasızlığa karşı verilen mücadelenin sonunda oldu bu.
Fakat bazen de ceza adaleti ile birlikte onarıcı adalet usulüne de bakmak lazım. Bu tür adalet anlayışında tazminatlar (mağdurlar açısından bir haktır), özürler, itiraflar, pişmanlıklar gündeme geliyor ve bir yargılama sonucu olmuyor. Geçiş dönemi adaletinin unsurları çok. Anıtlar, hafıza merkezleri, müzeler ve elbette onarıcı adalet açısından hakikat komisyonlarının rolü. Burada mağdur, fail yüz yüze gelir. Adalet için özür, çok çok önemli…
OHAL ve adalet
Bir yıl geçti, darbe teşebbüsün ardından.Ve OHAL süreci yaşandı memlekette.Yaşanmakta.
Adalet Bakanlığı bazı verileri açıkladı.Silahlı kuvvetlerden, polisten, yargıdan ve diğer kamu görevlilerinden kaç kişiyle ilgili adli işlem yapıldığı, kaç kişinin tutuklandığı konularında. Yargının da neredeyse yüzde 40’ı “FETÖ'CÜ” olarak niteleniyor, tutuklanan hakim, savcı sayısına baktığımızda. Öte yandan, herhangi bir yargı kararı olmaksızın, mülkiyet hakkı bakımından ihlal gördüğümüz, el konulan bankalar, basın yayın kuruluşları (radyolar, gazeteler, matbaalar, televizyonlar), üniversiteler, yurtlar, diğer eğitim ve öğretim kurumları var. 25 KHK ile sırf barış istedikleri için, fikir beyanında bulunan barış akademisyenlerinin ihraç edilmesi var. Bu konuda İLO, taa 1989’da İHD 1402’likler Komisyonumuzun raporu doğrultusunda “111 sayılı iş ve meslekte ayrımcılık sözleşmesi”ne aykırılık teşhisinde bulunulmuşu.*
2005 yılında 55 bin olan mahpus sayısı Şubat 2007 itibariyle 209 bine çıkmış.Yazan çizen gazeteciler ki sayısı 170’lere ulaşmış, hapiste. İnsanlar işlerine geri dönebilmek için açlık grevinde. Ölümüne bir direniş sergiliyorlar. Hükümet seyrediyor. Altı aydır faaliyete geçmesi beklenen bir komisyonu işaret ediyor. Şaka değil AİHM de işaret ediyor. Bize de bütün bu hukuksuzluklara, adaletsizliklere, darbelere, baskılara itiraz etmek düşüyor. Benim işin aciliyeti nedeniyle kendi adalet anlayışıma da uygun.
Nuriye ve Semih yaşasın. İşe iade edilsin. Serbest kalsınlar talebim, dileğim var.
Benim Büyükada’da gözaltında bulunan insanlığın yüzakı insan hakları savunucusu arkadaşlarımın derhal serbest bırakılması talebim var. Acun Karadağ , Esra Özakça ve sevgili kardeşim Veli Saçılık üzerindeki prangaların kaldırılması talebim var. Bunlar acildir.
Düşünceleri nedeniyle hapiste olan gazeci, yazar, milletvekili, belediye başkanlarının tahliyesine dair talebim var.
Kendi adalet anlayışım gereği, insan hakları, aş, iş,özgürlük ve demokrasi ve elbette barış talebim var. İnsan hakları hukukuna uyma ve bunun gereklerinin yerine getirilmesidir benim adalet anlayışıyım. Kürt kentlerinin yakılmasına, yıkılmasına karşıyım. İtirazım var. Savaşa karşıyım. OHAL’e karşıyım.
Bugün yeryüzünde kabul edilen 183 (medeni, siyasi, kültürel, ekonomik, sosyal, dayanışma ve halkların hakları) hak ve özgürlük var. İnsan onurunun korunması için bu listedeki hakların ve özgürlüklerin herkes için, hemen şimdi, tanınmasını, uygulanmasını ve korunmasını istiyorum. Budur benim adalet talebimin içeriği…
Ülkeyi yönetenler duysun isterim... (HÖ/NV)
* Entelektüelin Dramı, 12 Eylülün Cadı Kazanı, Özen Haldun, İmge Kitabevi, Ankara, 2002