Yeryüzü bugüne kadar pek çok şeye tanık oldu. Görülmedik olaylar, duyulmadık sesler hafızasının bir köşesinde yer etti. Unutmak istese de unutamadı. Onun payına düşen üzerindekileri koruyup kollamaktı. Kucağında biriktirdiği hayatı, onu kuşatan sakinleri arasında paylaştırdı. Hayat da tıpkı şans oyunları gibi kimisine uğur, kimisine uğursuzluk getirdi. Yeryüzü, uğurdan da uğursuzluktan da mesul değildi. O kendinde olanı herkese paylaştırırken, bir gün tükeneceğini hiç düşünmedi. Sakinleri istedikçe o verdi. Havası, suyu, ışığı, toprağı tükeninceye kadar verdi. Öyle bir an geldi ki elinde avucunda bir şey kalmadı. Ama onu kuşatan sakinleri bunu anlamak istemedi. Dahası olmalıydı. Yerin üstü tükendiyse yerin altı vardı. Gözleri aç sürüngenler, eşeledikçe eşeledi. Ve yeryüzü onu yağmalayanların akıl almaz hırsına kurban edildi.
Kuşkusuz her şey bir oyundu. Edebiyat yasaklanmalıydı mesela. Çünkü oyunun kurallarını bozuyordu. Gösteriyor, altını çiziyor, işaret ediyordu. Oysa gizli saklı olmalıydı olan. İfşa edilmeden. “Yeryüzünden Sesler” oyunbozan bir roman. Günümüz dünyasına düşürülen bir bomba. Ama bu bomba öyle bildiğimiz bombalardan değil. Yok etmiyor, var ediyor. Düzenden taraf değil, düzene karşı. Şiddet üretmiyor aksine umut uyandırıyor. Ses oluyor. Dile getirilemeyeni, boğazımızda düğümleneni açığa vuruyor. Gerçek dünyanın hasta hücreleri, kurmacanın sınırlarında iyileşiyor. Ya da biz okurlar her şeyin düzelebileceğine dair bir duyguya kapılıyoruz. Bir düşünün bir bomba patlıyor ve kimse ölmüyor. Aksine her patlamadan sonra çıplak insanlar doğuyor. Tertemiz, kötülüğü keşfetmemiş, yepyeni bir insanlık doğuyor. İşte Yeryüzünden Sesler, bu yepyeni insanlığın doğuşunu müjdeliyor bize. Kalbimizi aralıyor ve insanın mayasındaki iyiliği hatırlatıyor.
Özcan Doğan, okurda merak duygusu uyandırmayı fazlasıyla başarmış. Her bölümün sonunda, diğer bölüme başlamak ve bir an önce romanı bitirmek arzusu uyanıyor okurda. Bir taraftan da okuduklarını sindirebilmek için durup soluklanmak. Bu iki duygu arasında gidip gelen okur, bir edebi eserin verdiği hazzı haylice tadıyor. Yeryüzünden Sesler, yirmi bir bölümden oluşuyor. Bu bölümler oldukça kısa. Ve her bölüm ustaca kurgulanmış. Rüya ve oyun metaforları anlatıya fantastik bir boyut kazandırırken okuru beklenmedik bir şekilde sarsıyor. Roman kahramanlarının olayı çözümleyiş biçimi ise polisiye romanı anımsatıyor.
Gerçeküstü öğelere yer veren yazar, bilim kurgu romanın olanaklarını da kullanarak, içinde yaşadığımız dünyanın bir yol ayrımına vardığını, ve bu yol ayrımında bir mucizeye ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Değil mi ki mucizeler kapılarını inananlara açar. Okurun inanıp inanmaması ise anlatının meselesi olmaktan çıkıyor. Okur olayları Memet’in bakış açısından izliyor. Memet’in bakış açısına Romi’nin bakış açısı ve yer yer anlatıcının bakış açısı da eşlik edince anlatıyı birçok bakış açısıyla okumak mümkün oluyor. Memet ve Romi’nin diyalogları yer yer felsefenin sınırlarına dayanıyor. Bu da anlatıda alt metinler oluşturuyor. Zengin bir okuma olanağı sunan Yeryüzünden Sesler’in dili ise oldukça yalın.
“Yanılıyorum belki de, dedi Memet. Kan değil. Başka bir şey. Bir insan ellerinde onca kanla, hiçbir şey yokmuş gibi yapamaz.” Yeryüzünden Sesler bu cümleyle başlıyor. Ülkemiz, dünyamız, kanla yoğrulurken, birileri patlayan bombalarla parçalanırken, diğerleri buna seyirci kalıyorsa, hepimizin elleri kanlı demektir. Evet, bir şey yokmuş gibi yapıyoruz ve bizim başımıza bir şey gelene kadar da yapmaya devam edeceğiz. Yeryüzünden Sesler, içine düştüğümüz kuyudan çıkabilmemiz için bize bir el uzatıyor. O eli tutup o kuyudan çıkalım, diye.
“Bir ses yankılanıyor
Kulaklar çınlıyor, alaca karanlıkta yüzler kıpırdıyor
Çıplaklar uyanıyor
Birleşerek çoğalıyorlar
Yeni dünya ilk adımını atıyor
Yeryüzünün kurtuluşu başlıyor.”
Kendilerine “Yeryüzünün Kurtuluş Hareketi” adını veren örgütün alıntıladığım manifestosu ile bitiyor roman. Dilerim kurmacanın sınırlarını aşan bir son olur. (AAA/ÇT)
*Yeryüzünden Sesler, Özcan Doğan, Nota Bene Yayınları, 2017