Tüm dünyada temiz enerjiye eğilim artarken çevreye zarar veren enerji kaynaklarında ısrar edenler var.
Küresel ısınma sebebiyle Arktik Okyanusunda buzullar hızla eridikçe petrol şirketlerinin iştahı kabarıyor, ABD'nin okyanuslardaki petrol kuyusu sayısında rekor kırılıyor.
Türkiye'yi daha yakından ilgilendirebilecek bir bölgede, Adriyatik kıyılarında kurulması öngörülen yüksek sayıda petrol kuyusu da İtalya'nın gündeminde.
17 Nisan 2016'da yapılacak konuyla ilgili referandum ülkenin tarihinde istisnai bir durum oluşturuyor. Sebebi ise İtalya kanunlarında öngörülen biçimde, beşten fazla bölgenin talebiyle gerçekleştirilecek ilk referandum olması. Halk yalnız ülkenin kıyılarını değil, tüm Akdeniz'i ilgilendiren bu girişim hakkında evet veya hayır diyecek.
Fosil kökenli yeraltı kaynakları açısından zayıf İtalya'nın doğalgaz ihtiyacının başlıca kaynağı ise Kazakistan.
"Çizme"nin uluslararası alanda adından en çok söz ettiren şirketlerinden ENİ'nin yatırımları sayesinde de yoğunlaşan bu ticari ilişki bir belgesele ilham vermiş durumda.
Siyasi duruşu ve şiirsel sinema dilini başarıyla harmanlayan sinemacı Andrea Segre Tuz Gölü Hayalleri adlı eserinde, petrol ve doğalgaz sayesinde iktisadi yükselişe geçen Kazakistan'la İtalya'nın 60'lardaki büyüme sürecini kıyaslarken, zenginlik hayallerinin birçok değeri nasıl yerle bir ettiğini bir kez daha göz önüne seriyor.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 35. İstanbul Film Festivali’nde yer alan yapımda, Kazakistan'ın yeraltı kaynaklarının bir kesimin refah düzeyini artırdığını, fakat özellikle kırsal kesimde büyük petrol şirketlerinin taahhütlerinin yerine getirilmediğini görüyoruz. İtalya'nın içine girmiş olduğu ekonomik kriz ve kültürel yozlaşma ise zaten uzun zamandır kanıksanmış bir durum.
İtalya'dan ders almak
İnsan hakları konusunda daima sağlam bir duruş sergileyen yönetmen Segre I Sogni del Lago Salato (Dreams of the Salt Lake) belgeselinde Kazakistan'ın yüzde 6'lık büyüme oranının İtalya'nın 60'larda yakaladığı tempoyla aynı olduğunu hatırlatırken aslında ülkesinde ödenmiş olan bedellere dikkat çekiyor.
İlerleme heyecanı, yoksulluktan kurtulma, gelişmeye olan güven ve paranın akması İtalya'da ümidi tetiklemiş, geçmişi unutmak, üstünü örtmek, hatta silmek modernliği yakalamak için şart gibi görünmüş. Köylerden, kasabalardan büyük şehirlere göç ettikten sonra taşralılık izlerinin mümkün mertebe silinmesi makbulmüş.
Sistem hiç durmamak, daha yükseğe çıkmak üzere daima çabalamak gerektiğini hissettirirken, bir hayal diğer hayalleri tetikliyor, yeni bir televizyon, yeni bir araba, yeni bir ev için herkesin içinde olduğu yarışa dahil olmak zaruri bir ihtiyaç gibi gösteriliyormuş.
İtalya halkı geleceğe yönelik bu durdurulamayan tırmanışta kuşkuya yer olmadığına, mazi ve anılar tarafından frenlenmemek gerektiğine ikna edilmişler, bir hata olabileceğine dair düşünmenin lüks olduğuna, her şeyin parayla satılabildiği ve satın alınabildiğine inandırılmışlardı.
Ülkesinin günümüzde geldiği durumu bir uyarı olarak kullanan Segre, Kazakistan'ın aynı yoldan gittiğine işaret ediyor. Astana'nın dünyadaki petrol zengini diğer şehirlerden farksız görüntülerini, kırsal kesimde kaybolmakta olan yaşam tarzıyla oluşturdukları kontrastı belirginleştirmek için dozunda kullanma başarısını da gösteriyor.
Kişisel ve duygusal
Sanayileşmekte olan İtalya'nın siyah beyaz arşiv görüntüleri sayesinde Andrea Segre, Pasolini'nin ruhuyla tekrar yakınlaşmamızı sağlıyor. 60'lı yıllardaki propaganda filmlerinde mikrofon uzatılmış halkın saflığı, günümüz Kazakistan'ında da kısa zamanda yok olmaya yüz tutmuş bir durumla eşdeğer.
Fakat tecrübeli sinemacı Segre bununla da yetinmiyor, anne ve babasının 8 milimetrelik gençlik filmlerini de kullanarak yakın olduğu bireyler üzerinden kaybedilmiş değerlerin altını çiziyor. Venedik Lagünündeki sevimli kasaba Chioggia'dan kente göç eden annesinin geride bıraktığı kültürden uzaklaşmış olmasından dolayı epey hayıflanıyor.
Kazakistan'da alanını gittikçe genişleten sanayinin topluma ve çevreye verdiği zararı ölçülü bir sinema diliyle aktarırken Segre'nin, elinden geldiğince oryantalist bakış açısından uzak durmaya çalıştığını gözlemliyoruz.
Belgeselin sonuna doğru geleneklerini unutarak tekdüze bir kimliğe doğru yol almakta olan insanlığın dramını, annesinin çok sevdiği Nanni Moretti'nin Ecce Bombo filmine bağlanarak tenimizde hissettiriyor: Puccini'nin Tosca operasından E Lucevan Le Stelle aryası Carreras'ın yorumuyla aktarılırken duygulanmamak ne mümkün!
Kazakistan deyince…
Doğanın tamamıyla altüst edildiği bir diyardan, büyük kısmı kurumuş Aral gölünden seslenen bir diğer belgesel ise Sea Tomorrow. Berlin film festivaline katılmış olan Katerina Suvorova'nın her şeye rağmen gayet eğlenceli eserinin adı, suyun tekrar geri gelebileceğine, hatta bunun yarın gibi kısa bir süre zarfında olma ihtimaline yönelik umudu barındırıyor.
Görsel açıdan insanı gerçekten tatmin eden Kazakistan manzaraları dışında, adeta kıyameti yaşamış bir coğrafyada hayata tutunmaya çalışan birbirinden renkli insan karakterine de hayran oluyoruz.
Uçsuz bucaksız, kurumuş göl yatağında yıllardır susuz kalmış ve paslanmış gemilerin söküm faaliyeti bölgede önemli bir iş sahası oluştururken, yönetmen ruhumuzu karartmamayı, hatta ironik bir dille gülümsetmeyi tercih ediyor, bunu da layıkıyla başarıyor, Türkiye'deki ilgililere duyurulur. (MT/EKN)