Maksim Gorki, bu oyunu 1901 kışı ve 1902 baharında yazdı. Rusça özgün adı “Na dne” (En Dipte) olan oyun, Gorki’nin, Volga kıyısındaki Bugrov Evsizler Yurdu sakinlerinin yaşamlarıyla ilgili gözlemlerinden esinlenen toplumsal gerçekçi bir eserdir.
1902 yılı 18 Aralık tarihinde Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Konstantin Stanislavski tarafından sahneye koyulmuş ve üstün bir başarıyla oynanmış olması, Rus toplumsal gerçekçiliğinin önemli bir ürünü olarak tanımlanması ününe ün katmıştır.
Oyunun ilk sahneye koyuluşunda Gorki katkıda bulundu. Evsizler Yurdu sakinleri ile ilgili fotoğrafları ve ayrıntılı bilgileri Moskova Sanat Tiyatrosu aktörlerine ve Stanislavski’ye iletti. Oyunun ilk sahnelenmesi büyük ilgi gördü. Pek çok tartışmaya neden oldu. Gorki, oyun kurgusunda, dramatik gerilim ve genel mesajlardan daha fazla, tek tek karakterleri betimlemeye ve onların kimliğinde Rus sosyal sınıflarının, özellikle gerileyen ve yok olan karakterini ortaya koymaya çaba ve özen göstermişti. Oyunun mesajı, karamsar ve belirsiz bulunmuştu.
Oyun, bir eski malikhanenin küçük birimlerine sığınmış, hayata karşı son direnişlerini alkole, nihilist ve anarşist bir öfke ile yılgınlık arası bir dünya görüşüne indirgemiş bir grup kadın ve erkeğin yaşamlarından kesitler biçiminde özetlenebilir. Eski ayrıcalıklı hayatlarının düş ve özlemleri, yeniden dışarıdaki hayata ayak uydurabilme istekleri, tensel isteklerin gündelik rutini arasında salınan kişilikler ve bunun yarattığı insan draması iki saat boyunca izleyiciyi sarıp sarmalar.
İlk kez Valâ Nurettin’in çevirisiyle 1936-37’de Dar-ül Bedayi’de sergilenen oyun daha sonra, 1960’lardan sonra başlayan Arena Tiyatrosu, Devekuşu Kabare Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu, Halk Oyuncuları, Dostlar Tiyatrosu ve nice irili ufaklı tiyatrolarla devam eden politik tiyatro süreci içinde “Ayaktakımı Arasında” adıyla pek çok kez sergilendi.
Bu kez de 7 Ekim 2015 tarihinden itibaren İstanbul Şehir Tiyatroları Üsküdar Musahipzade Celâl Sahnesi’nde oynanmaya başlandı. Orhan Alkaya’nın sahneye koyduğu oyunu Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki galasında izledim.
Gala gecelerinin kibirli ve tepkisiz izleyicileri, o sahnenin kötü akustiği, gala oyununun kendine özgü gerginliği genelde performansı olumsuz etkiler. Bu olumsuz koşulların yarattığı biraz düşük tempoya karşın iyi bir oyun ekibi, anlamlı ve işlevli bir sahne tasarımı, iyi çizilmiş karakter tanımları ile eli yüzü düzgün bir oyun izledim.
Oyunun tüm kadınları kendi kader-kadersizlik çizgilerinde başarılı karakterler çizdiler. Özellikle Yeşim Koçak ve İrem Erkaya’nın karakter yorumları ve oyun performansları oyuna katkı yaptı.
Oyunun önemli bir karakteri, bir Tolstoy taşlaması olan Luca karakteridir. Gorki, tüm saygı ve sevgisine karşın Tolstoy’u, Hristiyanlık düşüncesi içinde, köylülüğü, toprakta çalışmayı kutsayan bir romantik olarak gördü ve eleştirdi. Bu karakterin çelişkilerini Mazlum Kiper’in deneyimli ve ustalıklı oyunculuğunda gördük.
Genç oyuncu Çağlar Polat, Alyoşka’nın şampanya köpüğü karakterini dinamik bir yorumla bize aktardı. Bubnov, Satin ve Aktör, Baron karakterlerinde Kutay Kırşehirlioğlu, Mehmet Aydan, Mert Tanık ve Ahmet Özarslan sade ve ölçülü oyunculuklar sergilediler.
Nurullah Tuncer’in (Sırrı Topraktepe ile birlikte) sahne tasarımı, abartısız ve yaratıcı. Sahnenin tamamına dağıtılmış bir karakterler setinin organik bütünlüğü –zaman zaman akustik sorunlar yaratsa da, doğru bir Gorki yorumu diye düşünüyorum. O metalik yapının, devrim öncesinde, kentlerde biriken işsizler ordusunun, işçi sınıfının ve yoksul çalışanların içinde bulunduğu cendereye ve olumsuz koşullara bir atıf oluşturduğu düşüncesindeyim.
Canan Göknil’in kostüm tasarımını çok beğendim. Gerçekçi ve zevkli buldum. Paçavralar içinde bir “sefiller” uygulamasından kaçınması, dönem modası ile ilgili bir araştırma yapmış olması çok değerli. Farklı sosyal sınıflardan gelenlerin o eski şanlı günleri ile ilgili özlemlerini hala taşıyor olmalarını giysiler ve aksesuvarlarda da yansıtması oyuna önemli bir değer katmış.
Işık tasarımının Musahipzade Celal Sahnesinde daha iyi olduğunu umuyorum. Karakterlerin kendilerini tanımlayan tiratları süresince daha yoğun bir ışığı hak ettikleri düşüncesindeyim.
Oyunun dramaturjisinin Maksim Gorki’nin yazar kişiliği ve siyasal tavırlarından bağımsız düşünülmesi pek de olanaklı değil. Yönetmen ve dramaturg, içerdekilerin dekadan karakterleri ağır basan insan kişiliklerinin iç çelişkilerinin nasıl bir dünyada gerçekleştiğini bize müzikle ve kalabalık efektleriyle anımsatmaya çalışıyorlar. Bu doğru bir tavır. Çünkü, bu oyunu yazarken Gorki’nin bize anımsatmak istediği en önemli şey de bu! Yaklaşan bir toplumsal dönüşümün darmadağın ortamında, kaybedenler ve yitenler de var tüm acıların ve sıkıntıların içinden yükselen ve yücelenler de…
Sonunda, işçi şapkasını başına giyerek o fasit dairenin dışına çıkacak ve büyük dinamikle buluşacak cesarete sahip birileri her zaman olacaktır.
Çarlık Rusyası’nda 1900’lerde başlayan sosyal ve siyasal devinim, vahşi kapitalistlere dönüşen eski toprak soylularının otoriter yönetiminin yeni işçi sınıfının artan taleplerine cevap vermek istememesinden doğan uzlaşmaz çelişkinin bir sonucudur. 1898’de kurulan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi de yeni sınıfın partisi. Bu sürecin 1914’de nasıl bir siyasal dönüşümle sonuçlandığını ve dünyanın ilk işçi sınıfı iktidarına yol açtığını anımsıyoruz. Bu süreci en doğru okuyan yazın ustalarının başında Maksim Gorki gelir. Her dönemde otokrasiye karşı çıkan büyük usta bu tavrını belki de yaşamıyla ödemiştir.
Büyük sanat eserleri eskimiyor. Bana göre, yeni burjuvazinin iktidarını pekiştirme savaşı verdiği, sermayenin el değiştirdiği, iktidar savaşının sert biçimde sürdüğü, büyük kentlerin varoşlarında vasıfsız çalışan ve çalışamayan yığınlarının oluştuğu ülkemizde kazanan-kaybeden çelişkileri ve bundan doğan hayat-ı hakikiyye hikayeleri Gorki’nin hayal gücünü bile aşıyor. Bu çatışmaların ezel-ebed olduğunu hatırlatma doğrultusunda bu oyun cuk oturuyor doğrusu!
Latinler “Ars Longa Vita Brevis” (Sanat Uzun Hayat Kısadır) derler. Hele hele, benzer olayların tarihte zaman zaman tekrarlandığını, insan acılarının, arzularının ve hırslarının evrenselliğini, insan malzemesini usta eliyle yuğurup halli hamur ederek anlatan bir sanat daha da uzun oluyor. (AE/NV)