Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde on yıl arayla biri Kuzey Kürdistan’ın kadim şehri Diyarbekir’de, diğeri de ilçesi Lice yolunda iki şahsiyet katledildi. İnandıklarına sonuna kadar sahip çıktıkları için, davalarına sadık kaldıkları için.
1915 yılında, yani yüz yıl evvel Dâhiliye Nazırlığının gizli telgrafıyla emir-ferman çıkarılan Ermeni Soykırımına karşı çıktığı için dönemin Diyarbekir Valisi Dr. Çerkez Reşid Paşa tarafından Çerkez tetikçilerce Lice-Diyarbekir yolunda katledilen Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimim Beydir, biri. Suçu; Ermeni Katliamına rıza göstermemektir.
On yıl sonra 1925’te bu kez kentin Dağkapı Meydanında 48 arkadaşı ile dar’a çekilen Şêx Saîd’dir bahse konu olan. Suçu, Kemalist rejimin Kürde karşı tekçi, retçi, inkârcı, imhacı, asimilasyoncu politikasına karşı çıkmaktır.
İki şahsiyet de on yıl arayla 28 Haziran’ı, 29 Haziran’a bağlayan gecenin sabah alacasında katledilirler. İkisinin de mezar yerleri tahmini olarak biliniyor. Ama kaderin garip cilvesine bakın ki; mezarları yok. Üstelik onların katledildikleri tarihten bu yana hüküm ferman eyleyen devlet hâla onları hain olarak görüyor. Ne tuhaf…
Birinin doksanıncı, diğerinin yüzüncü ölüm yıldönmünde bir kez daha düşünedurdum.
İnsan tekinin dolaştığı şehrinde ve şehrin caddelerinde, meydanlarında, sokaklarında o kentin değerlerine ait olmayan isimlerle pay-mal edilmiş mekânlarda gezinmesi ne acı. Sahiden acı.
Gazi Caddesi, İzzet Paşa Caddesi, Melik Ahmet Caddesi, Gevran Caddesi, Ekinciler Caddesi ve daha niceleri! Say sayabildiğin kadar…
Ezidi katliamında rol alan paşanın adının verildiği cadde mi dersiniz!
Ya da adı fermanlarla, sürgünler ve katliamlarla paydar cumhuriyetin namıyla müsemma Gazi ve İzzet Paşa caddeleri mi dersiniz!
Veya Ermeni Soykırımında biri Polis Şefi, diğeri milis kumandanı olan iki eşraf şahsiyetinin adı şehrin iki ana artel caddesinde mi dersiniz?
İşin açıkçası ben kendime yediremiyorum. Eğer adına “Alternatif Muhalif Metropol” dediğimiz şehirde yüzde seksenlerle telaffuz edilen oy oranıyla bizzatihi “muktedir isek” o halde bu ne demeye geliyor. Hâla bu tuhaf çağın, katliamlar tarihinin bozuk sicilli şahsiyetlerinin adlarında ısrar niye.
Neden bu adlar Belediye Meclis Kararlarıyla değiştirilmez!
Sorarım size ve orta yere.
İnsan aidiyet anlamında yaşadığı şehrin, mekânın, sokağın, beldenin ruhuyla özdeşleşerek kendini var eder. Eğer insan dediğin yaşadığı yere ait değilse, suda çalkalanan çöp misalidir. Yönünü kendisi de belirleyemez.
Bu sebeple kentin sokaklarında dolaşırken / dolanırken başınızı kaldırıp baktığınız sokağın, caddenin, mekânların adlarının sizlere onur, gurur vermesi ve vefa addetmesi gerekir. Yok, eğer hâla o garip adlı tuhaf sokak ve meydan coğrafyalarında kendimiz var olma kavgasını vermek için didiniyorsak aslında kaybetmişizdir, geçmişler ola…
Turistik Palas’ın önünden geçerken duvarındaki plakada “1953-54 yıllarında Musa Anter bu otelin ilk genel müdürlüğünü yaptı” yazısı çok mu batar.
Ya da Ekinciler veya Gevran Caddesine Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Caddesi demek çok mu zor olur.
İnanın ki kent, kimliğini kişiliğini biraz da böylesine hafıza ve varoluş mekânlarıyla buluyor.
Sizi bilmem ama bana zor geliyor, benden söylemesi… (ŞD/AS)