Yazar ve gazeteci, bianet'e kuruluşundan itibaren yazıları ve haberleriyle katkıda bulunan Şeyhmus Diken, Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) aday adayı oldu. Aday adayı olduğu "muktedirlere çağlar boyu 'meydan okumuş' bir şehir" olarak tanımladığı tarih boyunca Amid, Amida, Omid, Dikranagerd, Diyarbekir ve Amed olarak adlandırılan kenti için düşündüklerini, insanlarını anlattı.
Seçim süresince yazılarından mahrum kalacağımız, belki de daha sonra kendisini Meclis'te göreceğimiz Diken'le aday adayı olmaya karar verme nedenlerini, gelecek dönemdeki planlarını, gazetecilik ve yazarlık çalışmaları süresince oluşturduğu birikimi nasıl kullanacağını konuştuk.
Yıllardır Diyarbakır üzerine çalışıyorsunuz; tarihini, kültürünü, insanlarını araştırıp bizlere aktarıyorsunuz. Şeyhmus Diken'in Diyarbakır'ı nasıl bir yer?
İsterseniz cumhuriyetle birlikte “yakıştırılmış” adıyla, adını Diyarbakır olarak dillendirin. Ya da tarihteki bütün adlarıyla Amid, Amida, Omid, Dikranagerd, Diyarbekir ve Amed olarak yüksek sesle telaffuz edin. Bütün imlemeler sizi kadim geçmişi olan ve kesintisiz olarak en az beşbin yıldır hayatın kendini var ettiği bir şehir yerleşkesine taşır. Otuzun üzerinde kavim geçmiş kentin sicilinden ve her biri bir şekilde taşa ve hayata iz bırakmış. Öyle izler bırakmışlar ki; yazıtlarla, figürlerle “benim sırlarım bıraktıklarımda gizli çalışın ve çözün, çözüm üretin” der gibi.
Muktedirlere çağlar boyu “meydan okumuş” bir şehirden söz ediyoruz. Hep direnmiş. Asla taviz vermemiş, boyun eğmemiş. Ve işin “ilginç” tarafı, Kürdü, Türkmeni, Ermenisi, Süryanisi, Rumu, Yahudisi, Alevisi, Ezidisi, Müslümanı, Hıristiyanı. Birçok etnik, dini kimliği birlikte var olmuş, birlikte direnmiş bir şehir.
Yani ez cümle önümüzde kent adına öyle bir tablo ve profil var ki; sonrasında kurgulayacağınız bütün gelecek tasarımlarında aslında hazır bir altyapı ve materyal var. Doksan yıllık cumhuriyet rejimi istediği kadar tek kimliğe, tek dine, tek etnisiteye hapsetmeye çalışsın! Bir yerlerinden muktedirin inkârcılığına bizzat kentin kendisi direnmiş/direniyor.
Tabii burada aslolan iki öğe var. Buna dikkat etmeli. İlki, bazalt taşları, taş, granit sertliğinde ve çok zor işleniyor. Ama bir kez, nakışlarla, figürlerle işlenince ve kentin mimari dokusuna nüfuz edince, artık yapı malzemesi olarak geleceğe kalıyor. İşte binler yıllık kadim Amida Surları bunun göstergesi. Bu sebeple hangi kavim gelmişse o surları korumak, geleceğe kendinden de izler bırakmak için bir şeyler katmış.
İkincisi de tabii ki insan unsuru. Eğer böylesine kadim izleri binlerce yıldan bu yana koca bir kültürel miras, tarihi bir kültür birikimi olarak bugüne taşıyan bir kentin direngen insan birikimi olmasaydı. Fiziki anlamıyla tarihi bir kent olmaktan öteye gitmez / gidemezdi Diyarbakır.
Bu sebeple ben bu kente dair yazdığım bütün metinlerimde; “Alternatif Muhalif Direngen Metropol” kavramını yakıştırıyorum. Sahiden de bu vurgu kadim Amed’e ziyadesiyle yakışıyor. Çünkü aidiyet anlamında bu şehirle bir şekilde hayatı buluşan artık buradan kopamıyor. Ve değil mi ki; dünyanın herhangi bir coğrafyasında yaşayan bir Kürdün, yüzünü Amed’e döndürüp kendine politik hat çizmesi, hatta bu şehrin tavır alışına göre mevzilenmesi ve Kürtlerin “Siyasal Kâbe’si” olarak dillendirilmesi boşuna olmamalı…
Özcesi, Amed; kendini böylesine asi ve direngen bir şehre yakıştıran herkesin şehri, ya da hiç kimsenin şehri. İşte böyle bir şehir, benim şehrim.
Diyarbakır milletvekili olduğunuzda neler hayal ediyorsunuz?
Diyarbakır ya da Amed Milletvekili olmak büyük bir sorumluluk. İnsana ağır yük yükler. Bir yanıyla Kürdistani bir ruhun temsiliyetine soyunmuş olursunuz. Bir başka yanıyla da üzerine bunca titrenen ve “aman adına, ününe halel gelmesin” dediğiniz bir şehrin vekilliğine. İki varlık için de üretilecek politikalarda var olmak ve projeler üretmek bir sorumluluk tabii ki.
Kürdistani manada binlerce yıldan bu yana taşınıp gelen bir kimliğin varoluşunun somut tezahürü bir şehirle buluşuyor. Şehri sadece o şehirde geçmişte yaşamış, bugün yaşayan ve gelecekte yaşayacak olanlar kurgusu üzerinden sınırlandırmama gibi bir durumla karşı karşıyasınız. Kürdistan coğrafyasında yaşamış ve halkının, ülkesinin dertleri için kafa yormuş şahsiyetler, kurumlar üzerinden bir algı, bir bilinç yaratılmasına katkı sunmak derdiniz olmak durumunda.
Öbür yanıyla halkı, kimliği, kültürü; yani binler yılın varoluşunu bir anda yoksayan, tekçi bir kimliğe mahkûm etmeye yeltenen muktedire fatura kesmek, hatta had bildirmek çabasında olan bir Kürdistani Siyasal karşı duruşun örgütlü politik aktörlerinden biri olmak çabası.
Doksan yıllık cumhuriyet reelpolitiği öyle bir tablo ortaya çıkardı ki; felaket. Geçen yüzyılın başlarına kadar istihdam politikaları ile üretim kapasitesiyle dünyayla bağı ve pazar olanaklarıyla bir başkent olan ve kavşak noktası olan bir şehrin, tekçi cumhuriyetin verdiği “lanetli” kararla yokluğa mahkûmiyetinin serencamı.
Geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde cumhuriyetle hesaplaşmaya kalkışan Kürt Özgürlük Mücadelesinin direnişine karşı, zalimlikte sınır tanımayan bir sistemle vuruşma. Sonunda öyle bir tablo ortaya çıkıyor ki; eski Türkiye’nin gelenekçi politikasının iflası ve yenilgisi.
Karşılığında ise yeni yapısallaşmaya karşı henüz hiçbir şey yok. İşte Kürt Özgürlük Mücadelesinin Demokratik Özerklik Modeli etrafında şekillendirdiği yeni dönemin politik yapılanması çerçevesinde kazanımları, gelinen noktayı daha ileriye taşıyabilmenin politikası söz konusu.
Sadece Diyarbakır için değil, bütünüyle Kürdistan ve Türkiye için “gelecek kaygısı” gözeterek bir yeni dönem tasarımına ihtiyaç var. Yeni dönemde birlikte yaşamanın psikolojik, sosyolojik, ideolojik ve entelektüel altyapısının örülmesine ciddi ihtiyaç var. Doksan yıllık ret ve inkâr dönemi Kürt ve Türk Halkları arasında derin yarılmalar, kırılmalar yarattı. Bunun kültürel restorasyonuna sahici müdahalelere ihtiyaç var. Bir miktar buna kafa yormakta yarar var.
Bunlara ek olarak kent içinde elbette Unesco’nun kültürel miras listesine adaylık için başvuruda bulunan Diyarbakır’ın yeni profili. Ortadoğu ve Balkanlar arasında yer alan bir geçiş güzergâhı üzerinde duran kadim Amed’in bütün kimlikleriyle tarih ve kültür ekseninde bir varoluşun şehri olarak adını yeniden tescillemesi. Ve benzeri…
Dünyadaki çözüm süreçlerindeki gelişmeleri yakından izlediğinizi, bu konular üzerinde çalıştığınızı biliyoruz. Şu anda yaşanan çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Meclis'e, Diyarbakır ya da başka bir kentin vekili olarak girdiğinizde bu konuda ne gibi çalışmalar yapacaksınız?
Doksanlı yıllarda hayatın sahiden zor olduğu “zor yıllar”da Avrupa’da “Çatışmalı Toplumlarda Anlaşmazlıkların Çözümünde Arabuluculuk Eğitimi” aldım. Devlet zalimce işler yapıyordu. Şırnak’ı, Cizre’yi, Lice’yi; Kürdistan şehirlerini topyekûn yakıyor, yıkıyordu. Hak, hukuk, adalet kavramları devletin pek de umurunda değildi. Faili meçhuller, kayıplar, sürgünler devletin günlük rutinleriydi.
İşte o yıllarda bu yasadışılıklara, adaletsizliklere karşı mücadele eden Kürt Özgürlük savaşçılarının gün gelecek mutlaka “resmi kabul”le masa başına oturacağı inancını taşıyanlardandım.
Çalıştığım sivil toplum kuruluşlarında ve yazdığım gazete ve kitaplarda bu inancımı dile getiren söylemlerim ve yazılarım, metinlerim oldu. Onları defalarca paylaştım kamuoyu ile.
Ama çatışma kültüründen uzlaşma kültürüne geçiş sürecinde yapabileceklerimin birikimini paylaşma fırsatım pek olmadı. Çünkü devlet bu işlerin yani uzlaşma politikasının henüz çok uzağındaydı. Devlet hala “terör, terörist, teröristbaşı, bebek katili” gibi kavramlar kullanıyordu. Ve “bir tek çakıl taşını vermeyiz” diye bağırıp çağırıyordu. “Terörün kökünü kazıyacağız. Teröristle asla pazarlık yapmayız” demekten de imtina etmiyordu. Dağ başlarında halkın özbeöz evlatlarını çok büyük paralar harcayıp üçyüzbin kişilik ordu ve yüzbin kişilik paramiliter korucu gücüyle katletmeyi sürdürüyordu.
Defalarca Kürt siyasetçileri tarafından barış için tek taraflı olarak adımlar atıldı. İyi niyet gösterilerinden bulunuldu. Ama her defasında basit provokatif ayak oyunlarıyla süreç tahrip edildi. Ve tekrar başa dönüldü. Olan onbinlerce cana oldu.
Gün geldi. Eşitler arasındaki müzakere ve görüşme süreci başladı. Kürt Halkı siyasal temsiliyetiyle ilk kez bir fırsat yakaladı. Dünya bu varoluşa tanık oldu. İşte bu noktada artık masada kazanımları pekiştirmenin günü geldiği ve bunun hazırlıklarının Kürt Özgürlük Mücadelesinin gündemini oluşturduğunu Kürt Siyasal Aktörleri dünyaya anlattı. Tabii en başında da Sayın Abdullah Öcalan bunun başaktörü olarak.
İşte böylesine bir süreçte entelektüel birikim ve aktivistlikle mücadelenin gelinen evresinde katacaklarımın olduğuna inandığımdan aday adayı oldum.
Milletvekilliği bir temsil kurumu, bu topraklarda temsil edilmesinde sorunlar yaşanan dezavantajlı gruplar var. Siz de çalışmalarınızda Diyarbakır özelinde azınlıklara yer veriyiorsunuz. Bu çalışmalarınızı siyasi pratiğinize nasıl aktaracaksınız?
Çok doğru! Bu kadim ve ebedi topraklar geçtiğimiz yüzyılın başına kadar büyük kültürlerin birarada yaşadığı mekânlardı. Hem de öyle az buz değil, yüzlerce binlerce yılın birlikte yaşanmışlığı. Öylesine hain ve zalim bir el halkı kırdı / kırdırttı ki! Bugün bile kendi yaydığı yalana kimilerini inandırabiliyor. Coğrafyanın Kürtlerle birlikte hemşehrileri olan Ermenileri, Asurî Süryanileri, Keldanileri, Nasturileri, Ezidileri, Müslüman değil diye kıydılar, kırdılar, soylarını yok ettiler, mallarını mülklerini talan ettiler. Irz ve namuslarını pay-mal ettiler.
Koca bir yirminci yüzyıl bu utancın ayıbı ile geçti. Yüzyılın sonunda vicdan galip geldi. Kürdün onur ve gururla yürüttüğü siyasal varoluş mücadelesi galip geldi. Eskinin tekçi ilkelliğini alaşağı etti. Ülkeyi halklar mezarlığına dönüştürenlerin inadına, Halkların Demokratik Cumhuriyeti sloganı şiar edinildi. Dosta düşmana ayan beyan oldu.
İşte benim gibi bu uğurda çaba gösterenler yeni bir dünya, yeni bir Türkiye, yeni bir Kürdistan ve yepyeni bir Ortadoğu vücut bulurken nerede duracağımızı, kimlerle birlikte bu yapıyı oluşturacağımızı artık tartışır, hesap eder olduk.
Ve bu yeni yapılanmanın artık yepyeni bir yüzleşme ile mümkün olduğu aşikâr. Özür ve telafi birlikte dikkate alınacak. Demokrasi sadece bölgenin yani Kürdistan’ın çoğunluğu Kürt Halkı için değil! Aynı zamanda bölge halkları içinde gerekli ve zaten ihtiyaç. Halkların birbirlerine karşı kırımı / kırdırtılması yerine, halkların birbirleriyle dostluğu ve ortaklaşacılığı üzerine bina edilmiş bir siyasal toplumsal yapı. Arzu edilen tümüyle budur. Bütün politikaları bu anlayış üzerine oturtmak gerekiyor.
Örnekleri son birkaç yıl içinde Amed’de başarıldı. Mesela Surp Giragos Ermeni Kilisesi restorasyonu Ermeni Patrikhanesi ile birlikte gerçekleşti. Çok dilli belediyecilik kapsamında Kürtçe ve Türkçe’nin yanında Ermenice, Süryanice, Arapça ve diğer dillerde yayınlar yapıldı. Kitaplar, broşürler basıldı. Kurslar açıldı. Müzikal, teatral, sinemasal etkinlikler, festivaller yapıldı. Üyeleri arasında coğrafyanın bütün dinlerinin, dillerinin, kimliklerinin yer aldığı Kırklar Meclisi gibi deneysel ama örnek-model gönüllü meclisler oluşturuldu.
Şimdi yeni dönemde barışın ete kemiğe bürüneceği aşamada artık Barış ve Özerk Demokratik Cumhuriyetin Kurumsallaşma dönemidir. Dolayısıyla iş, başa düştü. Haddimizi bilerek örgütsel kurumsal yapı içinde üzerimize düşeni yapacağız. Azimle ve kararla…(ŞD/HK/NV)