Geçen bir yazımda esnek emek istihdamı sağlayarak bursiyerleri plaza vandalizmine maruz bırak TÜBİTAK araştırma projelerinden bahsetmiştim. Ne yazık ki piyasa mantığının vücut bulduğu tek örnek değil bu projeler. İşi biraz daha derinlemesine irdelediğimizde bu zihniyetin akademinin her alanına ve dahi özüne nüfuz ettiğini görüyoruz maalesef.
Enformasyon çağı nitelikten çok niceliğin önemsendiği, içi boşaltılmış bir rekabet ortamının sadece sayılarla ıslah edildiği, hızın, etkinliğin, kalıcılığın ve yaratıcılığın önüne geçtiği bir toplum tahayyüllü üstüne kuruludur. Yüksek öğretimde kariyer yapmak isteyen bir kişi, piyasa vandalizmi diye adlandırdığım bu sistemin içine ALES ve YDS gibi sınavları ile giriyor.
Bu sınavlar arz fazlası bir piyasada içi boşaltılmış rekabet koşullarını sağlayamayanların elenmesi olanağını sağlıyor. Başka bir ifadeyle, yüksek lisans veya doktora yapmak istiyorsanız yaratıcı ve orijinal tez önerinizden daha çok bu sınavlardan aldığınız puanlar kabul almanızda etken rol oynuyor diyebilirim.
Sayılarla başlayan akademik kariyer yolculuğu sayılarla devam ediyor maalesef. Düşe kalka, yokluklar ve mücadele içinde bitirilen yüksek öğrenimden akademik-öğretim kariyerine uzanır iken iş başvurularında yapılan akademik basımların ve konferans bildirilerinin “sayısı” tekrar ön plana çıkıyor.
Sayfa sayısı çok olan öz geçmişler özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) zihniyetinin tezahürü olan butik üniversitelerde daha çok önemseniyor. Ezkaza buralarda en iyi ihtimalle 2-3 senelik kontratlı bir pozisyon bulabiliyorsunuz. Bundan sonra “sözleşme yenileme” dönemi krizleri başlıyor. Başka bir ifadeyle, piyasa vandalizmi tekrar vücut buluyor diyebilirim.
Peki sözleşme yenileme dönemleri neden kriz halini alıyor? Üniversiteler ve departmanlar akademik ve araştırma performansların farklı farklı kriterlere dayanarak ölçüldüğü farklı indekslere göre sıralanırlar. Sosyal Bilimler Alıntılanma İndeksi (Social Science Citation Index) bunun en tipik örneklerinden biridir.
Özellikle Türkiye’de özel ve vakıf üniversitelerin sayılarının artması ile bu gibi indekslerde yukarılara tırmanmak önemli bir mesele haline geldi. Çünkü hırslı rektör ve dekanlar için bu alıntılanma indekslerde üst noktalara tırmanmak rekabet içinde oldukları diğer üniversitelere ve bölümlere atılacak en büyük gol oluyor.
Bu manzarada öğretim görevlisin basım sayısı ve alıntılanma “performansı” mesele oluyor. Başka bir ifadeyle, işiniz alametifarikası yine “sayılarda” aranıyor diyebilirim. Eğer sözleşmenizin yenilenmesini garanti altına almak istiyorsanız azami miktarların üstünde basım yapmanız gerekiyor. Ne kadar çok basım yapmışsanız o üniversitenin alıntılıma indekslerinde yukarılara çıkmasına o kadar katkıda bulunuyorsunuz demek. Kurumun prestijini yükseltiyorsunuz da denebilir. Daha prestijli özel üniversiteler ve bölümler daha çok öğrenci çekerek getirisi daha çok olan ticarethanelere dönüşüyor böylelikle.
İşte böyle bir manzara karşısında—özellikle sosyal bilimler için geçerli—yaratıcı ve kalıcılıktan uzak, birbirlerini ve türevlerini alıntılayan ve yeniden yorumlayan bir akademik yayım ve akademisyen profili ortaya çıkıyor. Sözleşme uzatma baskısı altındaki öğretim üyeleri maalesef daha “üretken’ olduğunu gösterebilmek için yeni ve orijinal araştırmalar yerine mevcut çalışmalar(ın)ın türevlerini üretme yoluna yönelmek zorunda kalıyorlar. Bunu kimseye kara çalmak için söylemiyorum; iğneyi kendime çuvaldızı ele diyerek beylik bir laflı hatırlatmak isterim.
Plaza vandalizminin başat ideoloji olduğu akademi tahayyülünde yapılması gerekenler nelerdir peki? Ben bu bağlamda özellikle özel üniversitelerde öz yönetim ve öz denetim mekanizmalarının harekete geçirilmesinin ve mevcut olanların güçlendirilmesinin şiddetle gerekli olduğunun kanaatindeyim.
Bu sayede dekan ve rektörlerin iki dudağa arasına sıkışmış sözleşme uzatma ve işe alma kararlarının daha demokratik ve özgür bir akademik ortamda alınabileceği kanaatindeyim. Öz denetim ve öz yönetim mekanizmaları sayesinde özellikle özel üniversitelerde çalışan öğretim üyeleri için “üretken olma” baskısın bir nebze de olsa hafifleyeceğini düşünüyorum. Başarı baskısının ve plaza vandalizminin olmadığı yerde özgünlüğün ve gerçek üretkenliğin yeşereceğini de hatırlatmak isterim. (PK/NV)
* Poyraz Kolluoğlu, Queen’s Üniversitesi/Ka