Gezi protestolarının neden başladığını, binlerce insanın sokaklara neden döküldüğünü anlatan çok yazı yazıldı. Başbakanın neyi, neden söylediği ve hükümet yetkililerinin çoğu mantık sınırını zorlayan açıklamaları günlerdir manşetlerden düşmüyor. Ancak, bu konular gereğinden fazla yazıldı, çizildi. Artık başbakanın, Bülent Arınç’ın ya da Abdullah Gül’ün ne söylediği, gündemin nasıl değiştirildiği gibi konular üzerinde durulmamalı.
Artık temel hak ve özgürlükler ve gerçek demokrasi için sokağa dökülmüş insanların neye karşı mücadele ettiklerini anlaması ve kazanılan momentumun kaybedilmemesi için ‘ne yapılmalı ve ne yapılmamalı’yı tartışmak gerekiyor.
Öncelikle ortada monolitik bir “hegemon parti” ya da bir “diktatör” yok. Eğer halk hareketi sistemi tek bir yapı olarak karşısına alırsa, kazanılan momentum kaybedilir. Bu yüzden amaç sistemin bileşenlerini ayırmak olmalı. Bu çarpık yapı en basit haliyle üç parçadan oluşuyor: tepede muhafazakar-popülist siyasi hareket (Adalet ve Kalkınma Partisi) ve eliti; altında bu elitin medya, iş dünyası ve sendika müttefikleri ve en altta devlet ve parti mekanizmalarını idame edenler.
AKP’nin protestolara nasıl cevap verdiği aşikar. Hükümetin ilk adımı, AKP elitini ve müttefiklerini tedirgin eden demokrasi ve özgürlük mücadelesini “çevreciler,” “teröristler” ve “oyuna getirilmiş gençlik” olarak bölüp, karalamak oldu. Bu da AKP’nin medya, emniyet ve yargıdaki müttefikleri üzerinden yürüttüğü iftira kampanyaları ve provokatif ve kutuplaştırıcı söylem ile yapılıyor. AKP’nin stratejisi bir yandan tamamiyle hukuksuz olan kamu imkanları kullanılarak yapılan mitingler, ısmarlama haberler ve propaganda, diğer yandan yüzbinlerce insanın haklı taleplerini itibarsızlaştırmak üzerine kurulu.
Diğer yandan, AKP'nin protestoları elindeki hükümet gücünü kötüye kullanarak örgütsel suç kapsamına sokmaya çalıştığına dair de sinyaller var. Yani önümüzdeki günlerde toplu gözaltılar, terörle mücadele polisinin sabahın köründe ev basması ve basına yönelik yeni baskılarla karşılaşılaşılabilir.
Faiz lobisi, Büyük oyun, Yahudi diasporası, ‘olayların istihbaratı üç ay önce gelmişti’ vb. söylemleri baskıcı yönetimler sık sık kullanır. Amaç, halka tanımlayamayacakları objeler sunmak ve konuyu gerçeklikten (demokrasi talepleri, polis şiddetine tepki, nefret söylemine tepki vb.) sanal boyuta (dış mihraklar ekonomik büyümemizi kesmek istiyorlar, Reyhanlı’nın devamı, yükselen güç olduğumuz için yapıldı vb.) taşımak. Böylece kullanılan kutuplaştırıcı söylem ve AKP’nin onay verdiği (hatta desteklediği) polis şiddeti bir bakıma meşrulaştırılmış oluyor ve başbakan kendi saflarını sıklaştırıyor.
Peki protestolarla yakalanan momentum nasıl korunabilir? Her şeyden önce Gene Sharp’ın halihazırda açık olarak satılan kitabı “Diktatörlükten Demokrasiye” fikir vermesi açısından okunabilir. AKP yanlılarının iddia ettiğinin aksine, bu kitap ne bir CIA kitabı, ne de bir komplonun parçası. Tersine, tarih boyunca demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermiş halkların deneyimlerin de bahseden önemli bir kaynak.
Öfkeli basın açıklamaları, yurtdışına mektup yazmalar ve kamu kurumlarına yönelik hareketler yerine, somut konulara odaklanılmalı. Bugüne kadar hayatlarını kaybeden vatandaşlar Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş ve komiser Mustafa Sarı'nın isimlerinin unutturulmaması bu noktada önemli. Düzenli gösteriler kadar küçük ölçekli, toplumu rahatsız etmeyecek eylemlere ağırlık verilebilir. Benzer süreçlerden geçmiş ülkelerden, örneğin Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı verilen mücadeleden, çıkarılabilecek dersler var.
Başbakan Twitter’a bela dese de, hem kendisi hem AKP teşkilatı Türkiye’de sosyal medyanın en aktif kullancıları. Bu yüzden mücadele sosyal medyada devam etmeli. STK'lar sosyal medyanın etkin şekilde kullanımına yönelik eğitim ve yaygınlaştırma aktiviteleri yapabilir. Bu konuda Mısırlı ve Tunuslu uzman örgütlerden destek alınabilir.
Boykotlar, baskıcı yönetimleri demokratikleşmeye zorlayan etkin yöntemlerden. Apartheid Güney Afrika’sında ırkçı rejimin gücünü rejimle ilişkisi olan özel sektöre yönelik ekonomik boykot kırmıştı. Unutmamak gerekir ki özel sektör için önemli olan ideoloji değil, kazançtır. Hatırlanması gereken önemli konulardan biri küçük işletmelere ve mahalle esnafına (AKP'li ya da değil) destek olunması ve ihtiyaçların onlardan karşılanması. Bu insanlar ‘başbakanı destekliyor’ olarak görülseler bile unutulmamalıdır ki onlar da aynı sistem altında eziliyorlar.
Peki ne yapılmamalı? En önemlisi AKP’nin polarizasyon oyununa gelinmemeli. AKP eliti ne kadar hakaret de etse, karalama ve iftira kampanyaları çığrından da çıksa, öfkelenilmemeli. Devlet görevlilerine ve özellikle polise yönelik hareketler sosyal medyada organize edilmemeli.
Yaşanan haksızlıklar karşısında sakin kalmak hakkını arayanlar için sıkıntı verici ve çok fazla çaba isteyen bir tutum. Ancak, sakin kalmak hareketin devamlılığı için önemli. Unutulmamalı ki, AKP eliti için devlet hizmetkarlardan oluşan, çıkar ilişkileri ile örülmüş bir araç. Bir polis memurunu görevden almak bu sisteme fazla bir şey kaybettirmez. Geleceğini dini-ekonomik sömürüye dayalı bu sistemde gören ve toplumun da bu sistemin çarklarında yoğrulmasını isteyen elit, bu şekilde değişmez. İşte bu yüzden, halk hareketinin AKP’yi destekleyenleri affetmesi (affetmek ile kastedilen onların da bu sistemin kurbanı olarak kabul edilmesi demektir) ve onlara ulaşarak, sistemin çarpıklıklarını ve eğer değişim olmazsa hepimizi daha kötü günlerin beklediğini anlatması gerekiyor.
Adına ne denirse densin, bu hareketin amacı önümüzdeki seçimlerde ülkenin yönetimini ve ulusal kaynakların kullanımını, sakat demokrasi anlayışı ve anormal devlet yönetimini sürdürmekte kararlı olan AKP elitinden geri almak olmalı. Ancak bu şekilde suçların, hukuksuzlukların ve toplumu siyasi-ekonomik çıkarlar uğruna birbirine düşüren söylemin sorumluları ile yüzleşilebilir. Burada suçu yaptıranlar ile alet olanlar ve emirlere uymak zorunda olanların arasındaki farkın bilincinde olmak da gerekiyor.
Affetmeden sağlıklı bir toplumsal ve devlet yaşamı kurmak mümkün değil. Belki de AKP iktidarı bunun en acı örneği. Bilinçli vatandaşlara, yazarlara ve toplum liderlerine düşen görev, başbakanın ve AKP elitinin seçtiği anti-demokratik polarizasyon-çatışma yoluna sapmadan, gerçeği görmek isteyen ya da istemeyen, AKP’li ya da değil, her vatandaşa Türkiye’nin çok önemli bir dönüm noktasından geçtiğini ve gerçek bir demokratik düzen kurulmadığı takdirde ülkenin bir geleceğinin olmadığını yorulmadan, üşenmeden anlatmak olmalı. (MO/ÇT/YY)