1977 ya da 1978 olmalı. ben de top oynarken dolmabahçe stadı’nın yeşil çimlerinde koştum.
1974’den sonra da yerine “çırağan sarayı” yapılana kadar şimdi artık olmayan “şeref stadı”nın kumlu toprağında koşturmuştum.
kumdan, toprak zeminden sonra çim sahada oynamak büyük bir lüks ve keyifti. onun için hiç unutmuyorum. sonrasında tribünlerinden çok maç izledim. en son birkaç yıl önce grup yorum’un konseri sırasında o stadın çimlerine ayak basmıştım.
kumu bol toprak sahada düşerseniz, ilk çarpan ya da sürtünen yeriniz, vücudunuzun ağırlığından ve koşma hızınızdan kaynaklanan oranda sıyrılır. “beş numara”(?) demir zımparasının sürtmesi gibi sürter. ama duymazsınız acıyı, heyecanınız, hedefiniz sizin acınızı ağrınızı alır götürür. oyun bitip de duşunuzu alıp, terinizi atıp, soğuyunca fark edersiniz acınızı ve ağrınızı.
kaç gündür “dolmabahçe (inönü) stadı”nı düşünüyorum eski bir beşiktaş taraftarı olarak.
bu kez bu “yıkım” anımsatıyor dizlerimdeki acıyı bana...
içimde de bir şeyler yıkıldığından olmalı, başka pek çok insan gibi...
neden yıkıyorlar?
“neden yıkıyorlar?” diye soruyorum kendi kendime.
çok eskidi, artık orada binlerce insanın toplanması yaşam ve sağlık açısından riskli mi diye. sonra birkaç yıl önceki narım geliyor aklıma. tam o sırada da anımsıyorum eski wembley stadyumunun yıkıldığını...
artık beşiktaş seyircisini almıyor mu diye düşünüyorum.
ama son dönemde yapılmış bu yöndeki bir tartışmayı da anımsamıyorum.
doğrusu eskiden de, hele hele maç günlerinde olduğu yerdeki peyzajı nasıl da bozduğunu çok sık düşünmüşümdür.
“onun yerinde tıpkı biraz gerisindeki maçka parkı gibi bir yeşil alan olsaydı ne güzel olurdu” dediğim de sık olmuştur. hem de ardındaki o heyula otele göre, oldukça estetik olmasına karşın.
yerin altında duran ve geçmişin önemini bizden daha çok bilecek, oradaki değerlere bizden daha çok sahip çıkacak insanlar gelene kadar yerinde kalmasını, bu yüzden de oraya dokunulmamasını istediğim gibi.
benim aklım bir şeyi yenilerken onun olumsuzluklarını, eksikliklerini, zararlarını ya da olası zararlarını hesap ederek düşünmeye başlar. hekimlerin “önce zarar verme” kuralı yaşamımı belirlediği için mi acaba? sonra olası yararını hesap ederim o yapacağım işin:
dolmabahçe stadını yıkıp yerine yenisini yapmanın yararı yukarıda belirttiğim “zararları” gidermenin ötesinde neler olabilir acaba?
“para” kazanmak her şey mi?
kulübün daha çok para kazanması en çok söz edilen olasılık. bir kulüp yalnızca seyirci sayısının artışından kaynaklanacak parayla ekonomik durumunu düzeltebilir mi?
öyle olsaydı, gazeteleri daha çok basarak, daha fazla gazete okuru sayısına ulaşabilirdik.
kulüpler birer ticari işletme ve kazançları pek çok faktöre bağlı. üstelik o olası kazanç için harcanacak para, emek ve diğer kayıpların oluşturacağı “toplumsal maliyet”i göz önüne aldığımızda hangisi daha “kârlı” sorusunun yanıtı iyice belirsizleşiyor.
örneğin oradaki inşaat süresince çevresindeki trafiğin her zamanki yavaşlığına “1 sn” eklenmesinin toplumsal bakımdan maliyetini (araçların yakıtları, harcanan zaman, vb. unsurlar) inşaat maliyetine eklenmiş, buna karşın da “kârlı” olduğu ortaya konulmuş mudur?
bir başka yarar bu işi yapacak olanlar açısındandır:
en azından yapım süresince yeni istihdam olanakları doğacak, kapitalist döngü sürerek kârlılık yükselecek olabilir. ama bunu hiç stadı olmayan bir yere, belki on yere on tane stad yaparak da gerçekleştirmek mümkün değil midir?
“istanbul’un diğer iki büyük takımının stadları yenilenmiştir. bu da özellikle beşiktaş gibi bir kulübün prestiji açısından gerekli ve zorunludur. “çarşı grubu” kendisini bu eski stadda maç izlerken kötü hissetmekte, bu da takımı etkilemektedir, bu durumun değişmesi iyi olacak” dedenilebilir.
sahi “çarşı grubu” ne diyor bu stad yenilenmesi işine? grubun içindeki herkes farklı düşünüyor olmalı herhalde, “yapılsın” ya da “yapılmasın” yönünde bir uzlaşma olmadığını anlıyorum, öyle ya da böyle bir ses çıkmamasından.
prestij ne ve nerede?
ama beşiktaş seyircisinin kendisini iyi hissetmesi maç izlediği stadın büyüklüğü ya da yeniliğine bağlı olmadığını biliyorum. o seyirci, tutumuyla, birlikteliğiyle, dünyaya ve olaylara bakışıyla, takımı dahil, olan bitene tepkisiyle zaten farklıdır ve farklı olduğu için de diğer iki büyük kulüple kendisini stad büyüklüğü üzerinden kıyaslamaz.
“prestij”i artacak bir başka taraf kulüp yönetimi olabilir.
kulüp yöneticiliği böyledir. kulübe yeni bir şey yapar ya da katarsanız o kulüp sizi sahiplenir. hakkı yeten’in son zamanlarını biliyorum, süleyman seba’nın ise neredeyse tüm yöneticilik dönemini. onun dışındaki yöneticiler ve başkanlardan kimi anımsıyor bugün beşiktaş seyircisi ve futbol dünyası.
her ikisi de yeni stad yapmamıştı kulüp için. demek ki “prestij”i bir stada bağlamak işin kolayına kaçmaktan, “moda”ya uymaktan başka bir şey değil. fikret ormanlar o seyircisiyle ilgili bir araştırma yaptırmalı, ne yaparsa adı unutulmaz bir başka olabilir? sonra onu yine o stadda toplanıp konuşmalı anlatmalı.
şimdi aklıma gelmeyen başka zarar ya da yararları olabilir stadı yapmanın ya da yıkmanın. mutlaka birileri benden çok daha fazla düşünmüş, bütün hesapları yapmış ve bütün soruların yanıtlarını bulup ortaya koymuştur!
“...mu dersiniz?” acaba!..
futbol dini
bir zamanlar özellikle latin amerikaya bakıp futbol için “halkın dini” dolayısıyla “afyonu”, stadlar için de bu dinin “mabedi” nitelemesinde bulunulurdu.
futbolu sevmeme, izlememe ve dizimde bir sorun çıkana kadar oynamama karşın ben de öyle düşünürdüm. ama bilirdim de bir “spor” olarak düşünüldüğünde insan ve toplum için anlam ve yararlarını.
her unsur gibi futbol da kendi özellikleri ve kendisi için olmasının ötesinde bir çok anlamlara ve boyutlara sahiptir. gerçekten de birleştirici yanı nedeniyle “birleşmeden ve ortak tepkiden en çok yarar sağlayacak egemenler”in bir aracı da haline gelmiştir futbol. tıpkı franko ve salazar’ın diktatörlüklerinde koca iber yarımadasında geçerli olan “fado, futbol, fiesta” gibi. bizde de hep öyle olmadı mı? futbolu en çok konuştuğumuz zamanlar hangi zamanlar yakın tarihimize bir bakalım.
futbol günümüzde bir ticari faaliyettir öncelikle ve para kazandırır. oldukça piyasası olan bir tüketim nesnesidir. reklamın, iletişimin, halkla ilişkilerin, hatta siyasetin temel unsurlarından birisidir.
“çarşı grubu”
ama aynı futbol pek çok örneğini yaşadığımız gibi, egemenlere karşı verilen mücadelenin de bir mekânı ve konusu haline gelmiş, getirilmiştir. uzağa gitmeyelim, dolmabahçe stadındaki son maç öncesi egemenlerin “çarşı grubu”na yönelik yaptıkları bunun en iyi kanıtlarından birisidir.
şampiyon olan galatasaray seyircisinin taksim anıtına çıkmasına ses çıkarmayan polis, taksim meydanı’na ve istiklâl caddesinde bir şeyleri protesto ya da talep edenlere yaptığının aynısını “çarşı grubu”na yapmıştır.
çarşı grubu benzeri grupların varlığı, kuşkusuz futbolun araçsallaştırılmasının farklı boyutlarının varlığını ortadan kaldırmaz kuşkusuz.
aynı araçsallaştırmanın bir başka olumlu boyutunun, çarşı grubu kadar politik olmayan galatasaray seyircisi içindeki kürtlerde görmek de olasıdır. dahası bu beraberliğin şöyle ya da böyle barış sürecinde olumlu bir etkisi olduğu da yadsınamaz.
futbolu önce bir spor olarak, ama onunla beraber toplumsal yanları itibariyle de düşünmek, bunların tümünü hesaba katmak, dolmabahçe stadı’nı bu bağlamda da düşünmek gerektiğinin ayrımındayım, ama yine de tek yolunun bu stadı yıkıp yeniden yapmak olduğunu düşünmüyorum.
ben olsaydım ne yapardım
usulü bozmayalım; kimseye bir şeyleri dikte ettirmek gibi bir derdim yok. ama en azından bir yaklaşım biçimi olarak bir yerlere not edilsin diye bu yanını da yazmak istiyorum konunun. ben beşiktaş’ın başındaki kişi ya da yönetiminden birisi olsaydım ne yapardım, nasıl yapardım:
önce bu stadla ilgili her türlü araştırmayı yaptırırdım. son bir yılda, beş yılda, on yılda kaç etkinlik ağırlamış, bunlara kişi gelmiş, izlemiş, gelenlerin ihtiyaçları neler olmuş, neleri karşılanmış, neleri eksik kalmış, neler sağlamış, neleri sağlayamamış...
sonra yıkılıp yeniden yapılmasıyla ilgili tüm soruların yanıtlarını ve sonuçlarını bulup ortaya koyar, tüm bunları yalnız çarşı grubu ve beşiktaş seyircisiyle değil herkesle paylaşırdım. kulübün sitesine bağlı özel ve interaktif bir site yapar burada elde olan her şeyi orada paylaşırdım.
ardından beşiktaş taraftarının, seyircisinin bu yöndeki talebine yönelik önce bir kamuoyu araştırması, sonra da isteyen herkesin katılabileceği bir anket yapardım.
en azından bu konunun bir yıl boyunca gündemde kalmasını sağlardım. sonra elde ettiğim tüm sonuçları, herkesle paylaşmak ve konuşmak üzere yine orada, dolmabahçe stadında tribünleri doldurup 2-5 günlük bir forum yapar, herkesin dediğini diyeceğini, sorusunu yanıtlarını öğrenir ve tartıştırırdım. bunların sonuçlarına da aynı sitede yer verirdim.
yeniden yapmak için
eğer buradan çıkacak sonuç bir stad yapmanın bir gereklilik olduğu yolunda çıkmışsa, o zaman bunun nerede yapılmasının en uygun ve en doğru olacağını önce, çevresel etkisinden, sosyal yanlarına, mimari özelliklerinden, faaliyete geçtiğinde içerdiği her türlü unsura kadar her şeyi içerecek şekilde ve öncelikle bilim insanları olmak üzere, tüm ilgili uzmanlarına, sonra da bundan doğrudan etkilenecek olan taraftara ve ilgilenenlere sorardım.
bunun sonucunda da yapılacak olan stadın yine aynı yerde olması noktasına gelinmiş ise bunun içermesi gereken unsurları, yanları somut olarak ortaya koyar, sonra da bir uluslararası mimari proje yarışması açardım. hem bu coğrafyaya hem zamana hem de beşiktaş ve beşiktaşlıya uyan, ideal olmasa da ideale yakın bir model için.
çıkan sonuçları ve önerileri yine aynı yerden herkesle paylaşır, her bir önerinin “toplumsal boyutu” dahil maliyetini ortaya koyardım.
sonra yine herkese ama en çok da taraftara iki şey sorardım:
“birincisi hangi projeyi yapalım, ikincisi bunun için sen nasıl bir katkıda bulunabilirsin?”
ilki demokrasinin, ikincisi de kendini ait hissetmenin bir göstergesidir bana göre çünkü.
ama önce kendim yanıtlardım bu iki soruyu:
ilk soruya yanıtım “sizin belirleyeceğiniz proje” olurdu.
ikincisine vereceğim yanıt da iyi bir beşiktaş taraftarının kulübü için yaptığı harcamanın kendi bütçesi içindeki payına bakarak ve kendi maddi varlığım bütçem içindeki aynı orandan az olmayan bir pay olurdu.
yani bir taraftar futbolun oynandığı süre içinde her ay en az iki maça gidip her maç için ortalama “100 TL” harcamada bulunuyorsa, toplam aylık geliri de “2 bin TL” ise, toplam bütçesi içindeki pay yüzde 10’dur. benim bu kulübün başkanı olarak bundan daha azını vermem mümkün olamaz, dolayısıyla ben de bunu vereceğimi taahhüt ederdim.
bu soruların yanıtlarını ve yanıt verenlerin adlarını da aynı sitede sıralardım. yanlarına da iş başladığında bu katkıların yapıldığı zaman bir “işaret” konulacak bir sütun açarak.
yapım süreci
mevcut kayıtlara göre, 19. yüyılda yapılmış ve halen faal olan, dünyadaki en eski stadyumlar sırasıyla dublin lansdowne road (1872), londra stamford bridge (chelsie kulübü,1877), liverpool anfield road (liverpool kulübü, 1884) ve 24 ağustos 1892’de açılmış olan ingiltere’nin everton kulübüne ait liverpool’da ki “goodison park stadyumu” ile glasgow ıbrox (1899) stadyumlarıdır. bunları 20. yüzyılda yapılan hampden park (1903), londra twickenham (1907), manchester old trafford (1910), londra highbury (1913) ile bugün yıkılmış olan, eskiden “the twin towers / ikiz kuleler”, old wembley (eski wembley), the 39 steps (39 basamaklı), the cathedral of football (futbolun katedrali) olarak anılan wembley (1923) stadı izler. bu stadyum 2003 yılında yıkılarak 2007’de faaliyete geçen yeni wembley stadı yapıldı. türkiye’deki en eski stadyum, şimdi yıkılması planlanan ve 1939 yılında yapılan dolmabahçe(inönü) stadyumu’dur. kapasitelerine göre bakıldığında ise dünyanın en büyük stadı kuzey kore’nin pyongyang şehrindeki 150 bin kişilik “rungrado 1 mayıs stadyumu”dur. türkiye’deki en büyük stadyumlar istanbul atatürk olimpiyat stadyumu (75,145, dünyada 58. sırada), izmir atatürk stadyumu (58,008; 177. sırada), istanbul türk telekom arena (52,650, 230. sırada), istanbul şükrü saracoğlu stadyumu (52,530, 232. sırada) |
tüm bunlardan sonra inşaatı kimin nasıl yapacağı, bu sürecin nasıl yaşanacağı konusunda kararları yine gerektiği her noktada taraftarın düşüncesini öğrenerek, ama her durumda tüm gelişmeleri açık bir şekilde merak eden herkesle paylaşarak ve aynı sitede yayınlayarak gerçekleştirirdim.
yapım çalışması başladığında isteyen her taraftarın en az bir defasına katılacağı sürekli değişen, dinamik bir “yapım izleme kurulu” oluştururdum. bu izleme kurulu bir nöbet programı dahilinde her gün orada bulunur, yapılanları izler, öğrenir ve ertesi günü birlikte yazacağı raporla durumu bildirir, bu durum da yine aynı sitede yer alırdı.
böylelikle tüm süreç hem demokratik, hem bilimsel, hem toplumsal, hem de tüm açıklık ve şeffaflığı ile ortada olacak şekilde yaşanmış olurdu.
bu süreçte beşiktaş yalnız bir yeni stada kavuşmuş olmaz, ama ondan öte demokrasiyi, birlikte bir şey yapmayı, değişimi de deneyimlemiş olur, belki de o süreçte şimdiden öngörmediğimiz pek çok yeni toplumsal tutum, davranış ve alışkanlığı edinmiş ve hepimize göstermiş, öğretmiş olurdu.
bunun bir “ortak toplu davranış ve uzlaşma” örneği olarak sadece futbola değil, toplumsal yaşam biçimimize de kuşkusuz etkileri olurdu.
böylece beşiktaş aslına, özüne uygun yarattığı bu örnekle de belki de yıllarca üst üste kazanılacak şampiyonluktan çok daha büyük bir etkiyi futbol tarihine kaydetmiş olurdu.
izlemek ve bilgilenmek
tüm bunların hiç biri yapılmamıştır demiyorum. kuşkusuz beşiktaş’a ve beşiktaşlılara yaraşır küçük, büyük haberdar olmadığım pek çok ayrıntı vardır. ama yine de sürecin böyle yaşanmamış olması, stadın yıkım sürecine girmesi, projesinin belirlenmesi, hatta yapımı üstlenen şirket ve o süreçteki bunun kamuoyuna duyurusunu yapacak tanıtım şirketinin bile belirlenmiş olması pek çok fırsatın kaçtığını gösteriyor.
dileğim odur ki, “kenan başaran” gibi yazarların bu sürece dair daha çok bilgilenmesi ve kamuoyuyla paylaşması, başta çarşı grubu olmak üzere beşiktaşlıların bu süreci yakından izlemesi, başta bu alanda söz söyleyecek bilgi, donanım ve deneyime sahip bilim insanları ve uzmanların kendi alanlarıyla ilgili yanları konusunda doğruları ve yanlışları toplumla paylaşması çok önemlidir.
bunlarla birlikte tıpkı istanbul teknik üniversitesi mimarlık öğrencileri berk kurtel ve agah uz gibi konunun doğrudan ilgilisi olan, söz söyleyebilecek kişi ve kurumların düşünce ve önerilerini paylaşmaları, toplu hareket etme bakımından yeni örnekler oluşturmaları da gerekir.
sonuç olarak neyi yaptığımız kadar nasıl yaptığımız da bizi tanımlayacaktır. dolmabahçe stadının yeniden yapımı da tıpkı “cumhuriyet”in yeniden kurulması gibi önemli ve tarihsel bir olaydır. birisini nasıl yaptığımız, diğerini nasıl yapacağımıza dair önemli ipuçları da sunacaktır bize. çünkü insan bildiği ve alıştığı gibi davranır.
(ms/as)
Kaynaklar:
* http://www.worldstadiums.com/stadium_menu/architecture/historic_stadiums.shtml
* http://tr.wikipedia.org/wiki/kapasitelerine_g%c3%b6re_stadyumlar_listesi