16 Mart 1988'de Halepçe'ye kimyasal bombalar yağdığında, beş bine yakın insan hayatını kaybetti. Binlerce insan yaralandı binlercesi öksüz ve sakat kaldı. Halepçe tarumar edildi. Kürtlerin ve insanlığın tarihine bir katliam daha eklendi. Katliamdan sağ kurtulan Kürtler komşu ülkelere sığındı.
"Halepçe'deki Kürtler bağımsız kimlik duygularını koruyabilmişlerdi" der, "Körfez Savaşlarından Günümüze Kürdistan" kitabında İngiltereli gazeteci Sheri Laizer. Evet, Saddam Hüseyin, Halepçe'yi hiçbir zaman tam anlamıyla kontrolü altına alamamıştı. Ve bu da bir etkendi, özellikle Halepçe'nin seçilmesinde.
Halepçe Katliamının 24. yıldönümünde, 2011 yılında gösterime giren ve sosyolog İsmail Beşikçi'nin de görüşlerinin de yer aldığı "Halepçe: Sonsuz Umut" (Hıway Nemir) belgeselinin yönetmenlerinden Fatin Kanat'la konuştuk.
Halepçe Katliamına ilişkin bir belgesel çekme fikri nasıl oluştu?
Halepçe Katliamına dair bir belgesel filmi çekmek aklımda hep vardı aslında. Necmettin Salaz'ın bir arkadaşı Halepçe Belediyesi'nin parklarını yapma işlerini üstlenmiş. Çok rastlantısal bir şekilde Necmettin Salaz'a ulaşarak "Abi buraları görmeniz lazım. Yaşananları dünyaya anlatmanız lazım" diyor. Necmettin daha sonra beni arayarak "Halepçe ile ilgili bir kitap yazma düşüncem var. Ne dersin" dedi. Ben de ona "Madem bir kitap yazma düşüncen var, bir de belgeselini çekelim" dedim. Böylece birlikte bir belgesel yapmaya karar verdik.
Kamera arkası nasıl oluşturuldu?
Yapımcılığını bizim kurduğumuz sinema grubu Sinetopya üstlendi. Yönetmenliğini Necmettin Salaz ile ben üstlendim. Kamera desteğini oradaki yayıncı kuruluşlardan sağladık. Kurgu metnine ise daha çok ben yoğunlaştım. Farklı yaşlardan erkek ve kadın olmak kaydıyla o günleri yaşamış insanların, bir biçimde sağ kalmış insanların o güne dair ne hatırladıkları ve bugünü nasıl yaşadıkları üzerinden bir metin oluşturduk. Tarihsel süreci de atlamadık tabi. Bu katliama destek verenleri, uluslararası şirketleri, Saddam'ın konumunu...
Belgeselde yer alan oyuncularla nasıl irtibata geçtiniz?
Halepçe'de bir Halepçe Anıt Müzesi var. Müze yönetimiyle irtibata geçtik. Halepçe Müzesi'ni yöneten ekibin içinde birçok Halepçe kurbanı da yer alıyor. Onlar da bize yardımcı oldular ve bir liste oluşturdular. Biz de listeden kriterlerimize uygun isimleri seçtik. Ve onlarla görüştük. Konuşmak istemeyenler oldu. Onları da neden konuşmaları gerektiğine dair ikna etmeye çalıştık ve başardık. On insanın hikâyesine yer verdik böylece.
Halepçe'de ne kadar kaldınız?
Necmettin Salaz bir ay kadar kaldı. Daha sonra Türkiye'ye geri döndü. İkinci gidişinde ben de onunla birlikte gittim ve bir hafta kaldık. Ek çekimler yaptık.
Size karşı davranışları nasıldı insanların?
İlk başlarda soğuk davrandılar bize. Sonradan öğrendik ki Halepçe'yi anlatacağız deyip, yerel yönetimlerden fon alıp hiçbir şey yapmadan kasabayı terk eden insanlar varmış. Biz fon talep etmediğimizi söyledik. Kürdsat ve Kürdistan Tv'den arşivlerini bize açmalarını istedik. Çok sıcak bakmadılar. Biz de yaklaşık dokuz ay sonra oradaki insanlara belgeselin kaba bir gösterimini yaptık.
Dedik ki "Bize çok yardımcı olmadınız, bizim asıl çekmeyi istediğimiz belgesel bu değil. Bize arşivlerinizi açın. Para talep etmediğimiz gibi, belgeselin Güney Kürdistan'daki hakları da size ait olsun." Sonra bir güven oluştu ve bize kapılarını açtılar. Kürdsat bu anlamda bize çok yardımcı oldu.
Halepçe'ye dair izlenimleriniz neler oldu?
70 bin civarında nüfusu olan bir ilçe Halepçe. Geçmişin acılarını hissettiren bir yanı var. Ama bütün bu acılara rağmen, belediye olarak kendini geliştirmeye çalışan, çarşısında gündelik yaşamın devam ettiği canlı bir şehir de gördüm. Halepçe'nin gerisinde bütün bu acıları yaşamış insanların Halepçe'yi yeniden kurdukları bir hayat da var.
Size en çok etkileyen hikâye hangisiydi peki?
Aras Abit'in hikâyesi diyebilirim. Katliamı yaşandığı sırada 16-17 yaşlarında bir lise öğrencisi, Aras. Katliam yaşandığı esnada Halepçe'de. Kuytu bir yerde olduğu için pek yara almıyor ilk darbede. Şehir dışına kaçıyor. Gazın etkisiyle şuurunu kaybediyor. Otlarla beslenmeye çalışıyor. İran'da Kürtlerin yoğunlukta olduğu Pawe kentinde bir hastaneye sığınıyor.
Orada kaç gün kaç gece kaldığını hatırlamıyor. Kendine geldiğinde "Annem ve kardeşlerim nerede" diyor. Kolundaki serumu atarak, hastaneden kaçıyor ve Halepçe'ye geliyor. Halepçe yıkıntı, cesetler ortada. Kendi evine koşuyor, kimseyi göremiyor. Amcasının evine gidiyor bu kez. Kepçeyle ölülerin römorkörlere toplandığını görüyor. Oradaki sığınağa girmek istiyor ve bir şekilde görevliyi ikna ediyor. Ve kepçenin içinde kendi kız kardeşlerini görüyor. Elini tuttuğu kız kardeşinin kolundan bir parça elinde kalıyor.
Halepçe halkının Saddam Hüseyin'e ve BAAS rejimine karşı bakışı nasıldı?
Bu kadar büyük bir kıyımı yaşamış insanların söze "Alçak Araplar" diye başlamalarını beklerdim. Söze böyle başlamadılar. Bu benim için hem sevindirici hem de öğretici oldu. Arap halkına dair tek bir olumsuz laf etmediler. Kelimelerini özenle seçtiler. "Saddam Hüseyin, BAAS yönetimi, Irak hükümeti" gibi kavramları kullandılar. Kimyasal Ali'nin adını iyi anmıyorlardı tabi. Ama bunu ırksal bir nefrete de dökmüyorlardı.
Saddam Hüseyin idamıyla adaletin yerini bulduğunu düşünüyorlar mı?
Hayır. Çünkü bunun sadece Saddam'ın işi olmadığına dair bir kanıları var. ABD'nin de suçlu olduğunu düşünüyorlar. Emperyalizmin bölgedeki uygulamalarının bir ifadesi olarak da görüyorlar bu katliamı. O anlamda yürekleri soğumuş değil. "İdam olup olmamaları hiç önemli değil. Biz onlar idam edilsin, rahatlayacağız gibi bir şey söylemedik. Önemli olan böyle acıların bir daha yaşanmaması" diyor Aras Abit mesela.
Türkiye'ye döndüğünüzde nasıl tepkilerle karşılaştınız?
TRT'den insanlık suçlarıyla ilgili bir araştırma yapan belgesel ekibi benimle bir röportaj yapmak istedi. Röportaj gerekçeleri Müslüman halkların maruz kaldığı katliamları araştırmak... Ben de kabul ettim. Sorulara cevap verdim. Gelen ekiple çayımızı içerken, görüntüleri alan kameraman "Aslında ne iyi olurmuş" dedi. "Ne diyorsun sen gibi" bir ifadeyle şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Alacaksın eline kimyasalı. Bir tane Kandil'e bir tane İmralı'ya atacaksın" dedi. Bunu söyleyen katliamlara ilişkin TRT için belgesel çeken bir ekibin kameramanı, ben bu büyük insanlık suçundan söz ettikçe o bu meselenin nasıl çözüleceğine dair bir plan oluşturmuş kafasında...
Belgeseli izleyenlerin tepkisi nasıldı?
Kürtler az çok bu katliamın boyutlarını biliyordu. Asılolan Kürt olmayanlara bu katliamın boyutlarını anlatmaktı. Bilmediği birçok şey vardı insanların. Şaşıranlar oldu. "Bu kadarını da bilmiyorduk" diyenler oldu mesela... (SK/ÇT)