"Her türlü zorbalığa rağmen
yoksulluğa ve yoksunluğa direnen Tekel işçilerine..."
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin tütün kullanımı konusunda getirdiği yeni yasal düzenlemeler konusunda herkesin gözü Anayasa Mahkemesi'nde bugünlerde. Çünkü Anayasa Mahkemesi yakın bir zaman içerisinde kahvelerde sigara içilmesine izin verilip / verilmeyeceğini karara bağlayacak.
Pekiyi ama son yıllarda tütün kontrolüne yönelik Türkiye'de hayata geçirilen uygulamalar ne anlama gelmektedir? Dahası bu topraklarda kendisini özgürlükten yana tanımlayan insanların bir kısmının aklına "yasakları yasaklamak" ya da "bireysel özgürlükleri yok etmemek" gerektiği neden sadece tütün konusunda gelmektedir?
İsterseniz önce "yasakları yasaklamak" düsturundan başlayalım. Ne ilginç ki sigara konusunda Güneri Civaoğlu da yaptığı güzel bir Madrid gezisi sonrasında aynı kavrama sarılıyor: "Yasakları Yasaklayın". (1) Ne diyelim belki de bir kez daha Anadolu'nun engin bilgeliği haklıdır: Öyle ya durmuş saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş.
Ya da başka türlü bir dünyadan yana olanlar olarak bizler derin ki; "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla tarım yapmak yasaktır", ya da "Dünyada silah üretmek yasaktır", ya da "Sermayenin kâr hırsı nedeniyle doğayı kirletmesi yasaktır", ya da tıpkı bunlar gibi "Bir avuç ulusötesi tütün sermayesinin para kazanmak hırsıyla insan öldürmesi yasaktır". Ne dersiniz hangi söylem insandan yanadır?
Pekiyi başka türlü bir hayattan yana olanlar, Türkiye'de tütün kontrolü kavramı hakkında son derece sığ biçimde sürse de özgürlük tartışmasına müdahil olmayacaklar mıdır? Hayır, elbette olacaktır. Çünkü bizler insanın sosyal bir canlı olduğunu ve insan aklını ve bilincini belirleyen temel değişkenin toplumsal ilişkiler olduğunu biliyoruz.
Dahası insanın özgürlüğünü "bir şeyi yapma veya yapmama, belli biçimde davranma veya davranmama erki" olarak (2) tanımlamakta ve sigara içme / içmeme özgürlüğünü de insanın en temel haklarından birisi olarak görmekteyiz. Haklar arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığına göre her iki özgürlükten birisini kolayca tercih edebilmek de bizim açımızdan olanaklı değildir. Öte yandan sigara içme ve içmeme özgürlükleri arasında çatışma olduğu da aşikârdır.
Modern toplumlarda kişinin kendisine olan sorumluluğunun dışında, diğer kişilere ve topluma karşı da ödev ve sorumlulukları olduğu kabul edilir. Bu nedenle herhangi bir alanda (örneğin okulda), herhangi bir özgürlük (örneğin sigara içme özgürlüğü) tanımlanırken, kişinin topluma karşı ödev ve sorumluluklarıyla yüklü bir şekilde tanımlanması gereklidir.
Pasif sigara dumanı maruziyetinin yol açtığı sağlık sorunları, tütün dumanının yaydığı koku, yangınlar, çevre kirliliği ve tütün tüketiminin neden olduğu toplumsal yük düşünüldüğünde bu özgürlüğü kullanan kişilerin, yukarıda sayılan nedenlerden dolayı kısıtlı bir özgürlüğe sahip olduğu kabul edilmelidir. Çünkü toplumlar kamu yararı nedeniyle kimi özgürlüklere kısıtlama getirebilirler.
Öte yandan getirilen bu kısıtlamalar zaten insanın toplumsal bir canlı olarak yaşayabilmesinin en temel koşullarıdır. Tütün kontrolü konusunda getirilen kısıtlamaların ve/veya zorunlulukların tütün kullanmak isteyen bireylere uygulanması da insan haklarının ihlali olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü genel sağlık ile kamu yararını bozan ve bir başkasını olumsuz biçimde etkileyen özgürlük sigara içmeme özgürlüğü değil, aksine sigara içme özgürlüğüdür. Bu nedenle kurallara ve kısıtlamalara tabi olmaması gereken özgürlük de sigara içmeme özgürlüğü olmalıdır.
Konu hakkında bizler tarafından ifade edilmesi gereken başka bir yön de, tütün kontrolü için gündeme getirilen kısıtlamaların nedeninin sadece pasif sigara dumanının yol açtığı sağlık etkilerine indirgenemeyeceğidir. Çünkü bu indirgemeci bakış açısı bireylerin başka birisinin sağlığı üzerinde olumsuz etkiye neden olmadıkça tütün kullanımının kamu yararı üzerine olumsuz bir etkiye neden olmadığı gibi yanlış bir önkabule dayanmaktadır. Oysa ulus devletler gerek tütün alımı gerekse tütünün neden olduğu hastalıkların sağaltımı için çok büyük bir toplumsal kaynağı kendi yurttaşlarının sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak yerine tütün endüstrisine aktarmaktadırlar. (3)
Öte yandan tütün konusu kanaatimizce başka türlü bir siyasetin ete kemiğe bürünebileceği, toplumun geniş ve daha önemlisi yoksul kesimleriyle buluşulabileceği, onlarla birlikte başka türlü bir dünyanın mütevazi adımlarının atılabileceği bir alandır. O halde yazımızın bundan sonraki bölümüne bu perspektifle devam ettirelim.
Bilindiği üzere belirli bir gelir seviyesinin altında kalma, yeterli gelir ve tüketimi gerçekleştirememe ve fiziksel, ruhsal ve toplumsal engellilik hali yoksulluk olarak tanımlanmaktadır. Tanımlardan da dikkat edileceği üzere farklı yoksulluk tanımları bulunmaktadır. Bu bağlamda en dar biçimi ile "mutlak yoksulluk", asgari yaşam düzeyini sürdürebilmek için gıda, barınak ve giyim gibi en basit ihtiyaç maddelerini dahi karşılayamama halidir. Öte yandan mutlak yoksulluk sınırı ülkeden ülkeye ve bölgeden bölgeye göre değişmektedir. Bugün itibariyle gelişmiş ülkelerde günlük 14,40$; Türkiye ve Doğu Avrupa'da 4$; Latin Amerika ve Karaib'lerde ise 2$ gelir mutlak yoksulluk sınır değeri olarak kabul edilmektedir. (4)
Hiç kuşku yok ki "mutlak yoksulluk" tanımı, yoksulluğu kavramlaştırmada oldukça yetersiz kalmaktadır. Çünkü bu tanım yoksulluk kavramına indirgemeci yaklaşarak kavramın içeriğini boşaltmaktadır. Oysa kapitalist sistemin bir kurumu olan Dünya Bankası'nın kullandığı bu tanımın dışında da yoksulluk tanımlanmaktadır. Bu bağlamda kişinin kendisini toplumsal olarak yeniden üretebilmesi için gerekli yaşam düzeyinin altında kalması "göreli yoksulluk"; yoksulluğun sonraki nesillere aktarılması "kalıcı yoksulluk"; yüksek düzeyde işsizlik, sağlıksız barınma ve çevre koşullarının bulunduğu çok yoksul bölgelerin var olduğu yoksulluk "bölgesel yoksulluk"; yoksullukla birleşen negatif tutum ve davranışların gösterilmesi ise "alt sınıf yoksulluk" olarak tanımlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler ise "insani yoksulluk" tanımını kullanmaktadır. Birleşmiş Milletler'in kabul ettiği "insani yoksulluk"; yaşam süresi (40 yaşın altında yaşam süresi), eğitim (yetişkinler arasındaki okuma-yazma bilmeme oranı) ve ekonomik - sosyal imkânlara (sağlıklı içme suyuna sahip olmayan nüfus yüzdesi; sağlık imkânlarından yoksun olan nüfus yüzdesi; 5 yaşın altında olan ve yeterli beslenemeyen nüfus yüzdesi) göre belirlenmektedir. Aslında kişi olarak yukarıda aktarılan tanımlardan hangisini kabul ediyorsak olalım bizler biliyoruz ki; yoksulluk, eşitlikten, özgürlükten, kendine güvenden, saygınlıktan,.. mahrum olma halidir. Ve bu nedenlerden dolayı insani değildir, yok edilmelidir.
Öte yandan kuşkusuz ki yoksulluk, sosyal dışlanma ile birlikte ele alınması gereken bir sorundur. Çünkü insan toplumsal bir varlıktır. Ancak yoksulluk insanların toplum yaşamından uzaklaşacak düzeyde yoksun olmalarına ve sosyal yurttaşlık haklarından mahrum kalmalarına neden olur. Gerçekten de yapılan çalışmalar yoksulluğun sosyal dışlanma nedenleri arasında Türkiye'de ilk sırada yer aldığını göstermektedir.(6) Eğitim seviyesi, giyim-kuşam, etnik köken, şive ve dini inanç / mezhep konuları ise Türkiye'deki diğer sosyal dışlanma nedenleridir. Ancak ne yazık ki Türkiye'de yoksulluk sorununun yeterince sorgulanmadığı da açıktır. Oysa Türkiye'de yoksulluk oranı yüzde yirmilerin üzerindedir. Beş yaş altındaki çocukların %12'sinde beslenme yetersizliği vardır.
Nüfusun %17'si temiz içme suyundan yoksundur. Kuruluşundan bugüne kadar muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı amaç edinen Türkiye Cumhuriyeti'nde, ekonomik ve sosyal yoksulluğunun bir yansıması olarak Doğu'da hanelerin yaklaşık %18'i halen içme suyunu taşıma yoluyla temin etmektedir. (7) Türkiye'de var olan sorunlar yetmezmiş gibi kapitalist sistemin yapısal krizinin tetiklediği işsizlik Türkiye'de yoksulluk sorununu arttırmaktadır.
Fakat asıl çarpıcı olan tüm dünyada ve Türkiye'de bir iş sahibi olan çalışanlarda da yoksulluğun zaman içerisinde artmış olmasıdır. Örneğin Türkiye'de ücretli ve maaşlı olarak iş sahibi olan çalışanların %14'ü; kendi hesabına çalışanların %30'u; yevmiyeli çalışanların ise %45'i yoksuldur. Uluslararası Çalışma Örgütü Genel Direktörü Juan Somavia bu sorunu şu cümlelerle ifade etmektedir:
"Küresel büyüme her yıl milyonlarca yeni iş yaratırken işsizlik kabul edilemez ölçüde yüksek düzeyde kalmaktadır ve üstelik bunun daha önce görülmeyen düzeylere ulaşması olasılığı da vardır. Dahası, işi olan insan sayısı her zamankinden daha çok olmakla birlikte, yapılan işlerin insana yakışır işler olduklarını söylemek güçtür. İşsiz olmasalar bile, çok sayıda insan, işini her an kaybedebilecek veya sevki kırılmış 'çalışan yoksullar' saflarında kalmaktadır."
Sağlığı bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak kabul ediyorsak, aslında sağlığın her şeyden önce gelir, barış ortamı, eğitim, barınma, beslenme, ekosistem, sosyal adalet, eşitlik ve sürdürülebilir kaynaklarla ilişkili olduğunu da kabul ediyoruz demektir. Oysa neoliberal ideolojik hegemonya nedeniyle günümüz dünyasında sağlık, bu faktörlerden bağımsız olarak medikal indirgemeci bir perspektifle gündeme gelmektedir.
Oysa bizler sağlık hakkının, ancak sağlığın temel belirleyenleri olan barınma, temiz su kaynaklarına erişebilme, temiz bir çevrede yaşama, yeterli beslenme gibi etmenlerle gerçekleşmesinin mümkün olacağını biliyoruz. Ancak "tarihin sonu"nun geldiğinin iddia edildiği bir dünyada, sağlığı belirleyen bu temel faktörler açısından dünya genelinde büyük bir eşitsizliğin yaşandığı da bilinmektedir.
Üçüncü bin yılın "uygar" dünyasında insanların barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları karşılanamamakta ve insanlar açlık ve tütünün yol açtığı sağlık sorunlar nedeniyle ölmektedirler. Sermayenin kârını maksimize etmekten başka bir amaç tanımayan kapitalist sistem, açlıktan ölen çocukların olduğu bu dünyada tütün endüstrisinin daha fazla para kazanabilmesi için tüm dünyayı tütün pazarı haline dönüştürmeyi becerebilmiştir.
Hiç kuşku yok ki kapitalizm sadece tütün şirketlerinin kârlarını arttırmak için izlediği politikalarla değil, öncelikle sermaye sınıfının çalışanın ürettiği artık-değere el koyması yoluyla yoksulluğu, yoksunluğu ve yabancılaşmayı var etmektedir. Öte yandan neoliberal sistem, Uruguay Toplantısı, Washington Konsensüsü, Bretton Woods Konferansı, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması, Ticaretle Bağlantılı Yatırım Tedbirleri Anlaşması, Fikri Mülkiyet Haklarıyla Bağlantılı Ticaret Anlaşması ve Hizmet Ticareti Genel Anlaşması yolu ile dünya genelinde sermayenin sınırsız kâr hırsını kontrol altına alabilecek tüm engelleri ortadan kaldırmıştır.
Kuşkusuz tütün sektörü de benzer bir süreci yaşamış ve IMF ile Dünya Bankası'nın Maliye, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları ile Hazine ve Devlet Planlama Teşkilatlarına baskıları sonucunda Türkiye'de sektör önce liberalize edilmiş ve ardından TEKEL'in özelleştirilmesi sağlanmıştır. TEKEL'in özelleştirilmesi ise tütün piyasasında tütün endüstrisinin ölüm satarak para kazanma hırsının kontrol altına alınmasını olanaksız hale getirmiştir.
Ancak TEKEL'in özelleştirilmesinin neden olduğu yıkım bununla sınırlı değildir. Çünkü TEKEL'in özelleştirilmesi demek Türkiye'de tütün ekerek geçimini sağlayan çiftçilerin ve TEKEL fabrikalarında çalışanların işsiz kalması demektir. Gerçekten de tütün üreticilerin büyük bir bölümü artan maliyet, ulusötesi tütün endüstrisinin kârını arttırmak için getirilen kota ve satış fiyatlarının düşmesi nedeni ile tütün ekimini terk etmişlerdir.
Hem Türkiye'de hem dünyada uygulanan bu neoliberal politikanın bir sonucu olarak, "gelişmekte olan" ve "geri kalmış" ülkelerde tütün ekerek geçimini sağlayan insanların yoksulluğa itilmesini pahasına, ulusötesi tütün endüstrisinin gelişmiş ülkelerde azalan tütün kullanım oranları nedeniyle kâr oranlarının düşmesi önlenmiştir. Bugün itibariyle British American Tobacco (BAT)'nun tütün satışlarının %70'inin Afrika, Asya, Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkelerine yapıyor olması, uygulanan politikanın ulusötesi tütün sermayesi açısından başarıya ulaştığını kanıtlamaktadır.
Öte yandan TEKEL'in özelleştirilmesi Türkiye'nin büyük bir kurumunun da devletin elinden özel sermayenin eline geçmesine yol açmıştır. Gerçekten de TEKEL, Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşları arasında 1999'da onuncu, 2000'de altıncı, 2001'de sekizinci sıradaydı. 2001 yılı itibarıyla TEKEL'in Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH)'ya katkısı iki trilyondan fazlaydı ve bu dönemde TEKEL'in GSMH içindeki payı %2'ye ulaşmaktaydı. Oysa aynı dönemde Türkiye'de faaliyet gösteren ulusötesi tütün şirketlerinin hiçbirisi TEKEL'in büyüklüğüne ulaşamamıştı. (8) Ancak IMF ve Dünya Bankası patentli politikalarının bir sonucu olarak 2008 yılına gelindiğinde, sadece iki sermaye grubu olan Philip Morris ve BAT'ın Türkiye'deki pazar payı yüzde seksenleri aşmıştır.
Bu politika bir yandan TEKEL'in kazancını özel sektöre aktarmış, diğer yandan da TEKEL fabrikalarında çalışan işçileri işsizliğe, iş güvencesinden yoksun bir çalışmaya ve yoksulluğa terk etmiştir. Yukarıda TEKEL özelinde aktarılanlar yakın bir zaman önce Ankara'yı mesken tutan TEKEL işçilerinin mücadelesi ile tütün kontrolünün nasıl iç içe yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Öte yandan dünyada yaratılan tütün salgınının yol açtığı yoksulluk sadece TEKEL gibi devlet işletmelerinin tasfiyesi ve kazançlarının sermayeye aktarılması ile sınırlı değildir. Aksine tütün kullanımı sağlık, yoksulluk, açlık, eğitim ve çevre sorunları ile de iç içedir. Bu kapsamda sağlık harcamaları ve işgücü kaybı (9) önemli bir yer tutmaktadır.
Örneğin tütün salgınının yıllık maliyeti sadece sağlık harcaması ve verimlilik kaybı açısından Çin'de 5, ABD'de 193 milyar dolara; çevresel tütün dumanının doğrudan sağlık harcaması ve dolaylı maliyeti ise ABD'de 10 milyar dolara ulaşmıştır. (10) Hiç kuşku yok ki "gelişmekte olan" ülkelerde gerek tütün bağımlığının yüksek olması, gerekse kaynakların "yetersizliği" dikkate alındığında bu ülkelerde tütün kullanımının neden olduğu toplumsal maliyetin çok daha da büyük olduğu öngörülebilir.
Hiç kuşku yok ki bireyler ve tüm toplum, tütün kullanımına ayrılan kaynaklarla çok daha önemli insani sorunları çözebilirler. Örneğin tütün satın almak için harcanan para Bangladeş'te 10,5 milyon aç kişi için harcanabilir, bu para ile her gün 5 yaş altında 350 çocuk yaşatılabilir; Kamboçya'da yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların %39'unun pirinç ihtiyacı karşılanabilir veya Vietnam'da 12 milyon kişinin bir yıllık yiyecek ihtiyacı temin edilebilir.
Hesaplamalar tütüne harcanan paranın eğitime harcanan paradan Vietnam'da 2,3 kat; Bangladeş'te ise 10 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Benzer biçimde Bangladeş'te sigara maliyetinin erkekler için 2942, kadınlar için 1869 kalorilik pirince karşılık geldiği bilinmektedir. Türkiye'de ise 1 paket Marlboro için harcanan çalışma saati ile yaklaşık 3 kg ekmek ve 1 kg pirinç alınabilmektedir. Öte yandan Türkiye, 2007-2009 yılları arasında tütün için 63.000 TL harcamıştır. 2010 yılı için Sosyal Güvenlik Kurumu bütçesinin 58.000, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin 28.000 ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin 13.000 TL olduğu düşünüldüğünde, Türkiye'de başka türlü bir siyasetin temsilciliğine soyunanların tütün sermayesine aktarılan bu kaynak hakkında söyleyecek sözünün, eyleyecek politikasının olmamasını nasıl açıklayabiliriz?
Unutmayalım ki tütün kullanımı dünyanın geleceği olan çocukların hayatlarını da etkileyerek dünyayı yoksullaştırmaktadır. Literatür bilgileri 2004 yılında 218 milyon çocuğun ucuz işgücü nedeniyle çalıştırıldığı ve 33 milyon tütün işçisinin %8-29'unun 6-14 yaş arası çocuk olduğuna işaret etmektedir. Çalışmalar çocuk işçiliği açısından çalışan çocuklar arasında cinsiyet farklılığının olmadığını ve sermayenin ucuz işgücü sömürüsü açısından cinsiyet farkı gözetmediğini kanıtlamaktadır. Hiç kuşku yok ki kapitalizmin sınırsız büyüme hırsının tahribata neden olduğu başka bir alan da ekolojik sistemdir.
Bu tahribatın tütün piyasası açısından bedeli ise; tütün tarımı için dünyada yılda 200.000 hektar ormanın yok edilmesi ve tütün üretimi sonucunda 2,3 milyar kilogram imalat ile 209 milyon kilogram kimyasal atığın oluşmasıdır. Kanaatimizce bu veriler sermaye karşısında insandan yana küresel düzeyde örgütlenecek bir siyasetin, dünyada tütün kontrolünde öncü pozisyonda olan Dünya Sağlık Örgütü'nün görmediği / görmek istemediği nice konuları keşfedebileceğine ve dünya siyasetini kendisinin belirlediği yönde değiştirebileceğine işaret etmektedir.
Son olarak tütün kullanımı hakkında yapılan araştırmalarda düşük mesleki statü varlığının, kiralık evde yaşamanın, araba sahibi olmamanın, işsizliğin, kalabalık evde yaşamanın, hapishane mahkûmlarının, göçmenlerin ve sokakta yaşayanların anlamlı oranda daha fazla tütün kullandığını göstermiştir. (11) Çünkü yoksullar ve "öteki"ler, tütünün zararları hakkında daha az farkındalığa sahiptirler, tütün endüstrisinin politikaları karşısında korunmasız durumdadırlar, stres yönetiminde zorluk yaşarlar, maddi yoksunlukla başa çıkmanın getirdiği güçlüklerle hayatlarını sürdürürler ve yazık ki kötü giden hayatlarında tütün kullanımını kendileri için tek "ödül" olarak tanımlarlar. Hatta yapılan çalışmalarda tütün kullananlarda bağımlılığa neden olan kotinin düzeyinin diğer gruplara oranla yoksullarda daha yüksek olduğu gösterilmiştir.
Dikkat edileceği üzere tüm bu sonuçlar tütün salgının, diğer sağlık sorunlarında olduğu gibi sosyoekonomik faktörler tarafından belirlendiğine işaret etmektedir. Gerçekten de işsizliğin tütün kullanma oranını yaklaşık üç kat arttırdığı gösterilmiştir. Tütün kullanımı ile sosyoekonomik etmenler arasındaki bu yakın ilişki, yoksulluğu azaltmanın, sosyal politikanın ve üretilen zenginliklerin toplum genelinde eşit paylaşılmasının tütün kontrolünün vazgeçilmez parçası olması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Bu saptamayı doğrulayan başka bir bulgu da tütün ürünlerinin fiyatlarının arttırılmasının, diğer grupların aksine işsizlerde ve yoksullarda tütün kullanımını beklendiği kadar azaltan bir politika olmadığının gösterilmiş olmasıdır. Benzer biçimde Birleşik Krallık'ta da en zengin kesimlerin aksine en yoksul kesimlerde 1973 ile 2003 yılları arasında geçen 30 yılda sigara bırakma açısından azalma yaşanmamıştır.
Bu çarpıcı sonuçlar tütün kontrolüne yönelik saptanan politikaların, yoksullara ve sosyal dışlanma yaşayan gruplara yönelik koruma önlemeleri ile harmanlanması gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü tütün salgınında kaybeden kesim yoksullar olurken, şirketler bu salgından hep kârlı çıkmaktadırlar. Yoksulluğun ve yoksunluğun küreselleştiği bu dünyada zenginlik BAT gibi ulusötesi sermaye gruplarında birikmektedir. BAT'ın 2004 yılında yıllık satışının 20 milyon dolara ulaşması ve şirket kârının 2002 ile 2004 yılları arasında %28 oranında artmış olması, kapitalist sistemde kazanın sadece sermaye olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
Şimdi tüm bu gerçeklerin ardından düşünelim: İşsizliğin ve yoksulluğun arttığı bu ülkede tütün konusunda kahvelerde sigara içilmesine izin vermek mi, yoksa halen yürütülen tütün kontrol programının olmayan sosyal ayaklarının ne olması gerektiği mi tartışma / dava konusu edilmelidir. (OE/EÜ)
__________________________________________________________________________
* Osman Elbek, Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi
(1) Civaoğlu G. Yasakları Yasaklayın, Milliyet Gazetesi, 16 Kasım 2008.
(2) Gözler K. Sigara İçme Özgürlüğü ve Sınırları: Özgürlüklerin Sınırlandırılması Problemi Açısından Sigara Yasağı. Ankara Barosu Dergisi 1990; 1: 31-67
(3) Konu hakkında daha detaylı bir yazıya ulaşmak için: Elbek O. Tütün Kontrolü ve Özgürlük. Cumhuriyet Bilim Teknik, 19 Haziran 2009.
(4) Öztürk M, Çetin BI. Dünyada ve Türkiye'de Yoksulluk ve Kadınlar. J Yasar University 2009; 3: 2661-2698.
(5) Adaman F, Keyder Ç. Türkiye'nin Büyük Kentlerinin Gecekondu ve Çöküntü Mahallelerinde Yaşayan Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma http://ec.europa.eu/employment_social/social_inclusion/docs/2006/study_turkey_tr.pdf
(6) Elbek O. Yoksulluk ve Sağlık. Birikim 2009; 243: 55-59
(7) Kapar R. Uygun İş Bağlamında Çalışan Yoksullar. http://www.sosyalkoruma.net/yayin.htm
(8) Kayıkçı S. Bir Kamu Politikası Süreci Analizi: 1980 Sonrası Türkiye'de Tütün Politikası, Mülkiye Dergisi, 2005 (http://yonetimbilimi.politics.ankara.edu.tr/politikasureci.pdf).
(9) Egemen neoliberal zihniyetin "verimlilik kaybı" kavramını her daim sorgulamayı unutmadan bu rakamları düşünmek elzemdir.
(10)Tütün salgının neden olduğu bu ekonomik yük, Dünya Bankası gibi kapitalist sistem kurumlarının son yıllarda neden tütün kontrolü üzerine titizlikle eğildiğini de kanıtlamaktadır.
(11) Jarvis MC, Wardle J. Kişisel Sağlık Davranışlarında Sosyal Kalıplanma: Sigara İçme Durumu. İçinde: Marmot M, Wilkinson RG (ed.) Sağlığın Sosyal Belirleyicileri. İnsev Yayınları, 2009.