Neşe Ozan'ın fotoğrafları için tıklayınız.
Yıkım sabahın erken saatlerinde Adanalı göçer Romanların barakalarında başladı. Bostan olarak adlandırılan boş alanda, biz ulaştığımızda 20 kadar baraka yıkılmıştı.
Belediye ekipleri Muhtar Muhiddin ve Şaka Bekir Sokak'taki “hayalet” apartmanları yıkıyordu.
Bu apartmanlar birkaç ay önce, duvarlarında yer yer kocaman oyuklar açılarak oturulamaz hale getirilmiş evlerdi.
Aynı anda başka bir dozer ekipler eşliğinde Kuru Çınar Caddesine geçti. Burada 3 ve 2 numarada oturan Nermin Ünal ve Serpil Hiçkimseyigörmez’in evlerini yıkmak istediler.
Her ikisi de hararetle itiraz etti. Kiracıydılar, ama Belediye onları kiracıdan saymamıştı.
Üstelik neden hak sahibi sayılmadıklarını sordukları dilekçelerine henüz bir cevap dahi alamamışlardı. Serpil dışarı çıkmayacağını söyleyerek, evine kapandı.
Nermin uzun süre elinde dilekçeler görevlilerle tartıştı. Sonunda Belediye, “eli boş dönmemek” için olsa gerek, Serpil’e bitişik eve yöneldi.
Bu evin cephesine zaten geçtiğimiz Şubat ayında, dozeri şöylece bir söküp, ortadan ikiye yarıvermişti.
Bu sefer tamamına erdirdi ve herhalde “rahatladı”. Bu arada özellikle kadınlar, sayısız çocuğun yaralanmasına neden olan moloz yığınları, tıkanan kanalizasyon nedeniyle görevlilerle atışıyordu.
Ekip, dozeri elindeki listeye bakarak yönlendiriyordu. Derken bir baktık, sıra Cami Çıkmazı’ndaki telefon kutularına geldi.
Kutular, senenin başında yıkılmış bir evin sapasağlam duran duvarına sabitlenmişti. Bir kadın “cezaevinden oğlum arayacak bugün, lütfen bu duvara dokunmayın” diye çok yalvardı, ama para etmedi.
Böylece sokağın tüm telefon bağlantısı kesildi. Arkasından da Cami Çıkmazı hemen hemen tarihten silindi.
Bu arada ortalığı berbat bir toz bulutu sarmıştı ki, İSKİ’nin haftalardır beklenen şu tankeri geldi.
“Hayret, İnsan Hakları Kurulu’nun “mahalleye acilen temiz içme ve kullanma suyu sağlanmalıdır” diyen raporu ses getirdi demek” diye düşünmeye kalmadan, anladık ki, yıkımda oluşan toz bulutunu bastırmak üzere gelmiş.
Bilmeyenler için söyleyelim: Belediye mülk sahiplerine baskı yaparak, içinde kiracı oturduğu halde evlerin suyunu kestiriyor.
Sulukule suya hasret!
O yüzden her duruma müthiş bir maharetle adapte olan bizim miniklerin, tanker arkasında korsan düş yapması çok anlaşılır bir durum.
Sonra yemek molası verdiler, biz de bir süre rahat bir nefes aldık. Ne var ki, arkasından Kuru Çınar’ın aşağı bölümünde tam bir sosyal felaket yaşandı.
Boş duran beş katlı “hayalet” bir apartmanı yıkmaya başladılar. Bu apartmanın yanındaki iki katli evde Bahriye Ergüder, yaşlı, yatalak, felçli kocası, kızı ve iki yaşındaki torunu ile yaşıyor.
Görevliler yıkım bitene kadar hasta Erol Ergüder’i yolda ki bir minibüsün içine yerleştirmişlerdi.
Bahriye Abla ise sokakta dört dönüyor, ama kimselere dert anlatamıyordu.
Defalarca uyardık, eve zarar vereceksiniz diye, dinletemedik.. Sonunda her şey bittiğinde, evin iki odasının tavanının, beş katlı evlerden yuvarlanan molozlarla ağır hasar gördüğü ortaya çıktı.
O yaşlı adamın ağlayışını hayatım boyunca unutamam.
Sonra saat 5 geçti.. Mesaiyi bitirip, bütün pislikleri ortada öylece bırakıp gittiler.
Ama o evde ve mahallede hayat hâlâ sürüyor.(NO/EZÖ)