Şimdilerde ortayaşı geçkince olanlar şöyle bir hafızalarını yokladıklarında ilkokullu yıllarında, hatta kimilerinin ortaokullu ve liseli yıllarında en az bir kaç kez başlarından geçendir "sıra dayağı" meselesi.
Hatırlanmalı ya da hatırlatılmalı!
Sınıfta bir haylazlık yapılmıştır. Öğretmen sorumlu aramaktadır. Fail ortada yoktur. İşte, mesele suç ise eğer işlenen; suçun failsizliği nedeniyle topyekûn sınıf mevcuduna fatura kesilir. Ve sıra dayağından geçirilir bütün sınıf...
Genellikle eller, kol hizasından öne doğru uzatılıp avuç içleri yukarıya doğru gelecek şekilde açılır. Ve elinde cetvel, sopa ya da yaş ağaçtan yontulmuş çubukla öğretmen, sıra başından başlayarak tek tek bütün sınıfı sıra dayağından geçirir.
Arada elini ısrarla kaçıran olursa artık kafa, baldır bacak neresi rast gelirse! Üstelik öğretmen yoruluncaya kadar sürer bu "işkence."
Hesap sormak yoktur lügatte. Direnmek asla yoktur. Çünkü bilinir ki, direnen daha çok sopa yer. Şikayet mercii de yoktur. Müdür muavini ya da müdüre gidildiğinde "mutlaka bir şeyler yapmışsınız ki öğretmen bu cezayı uygun bulmuştur" cevabı hazırdır.
Hem zaten veli okula kayıt yaptırdığında "eti sizin hocam, kemiği benim" dememiş midir?
Mesele yok o halde...
Şimdilerde akademisyeninden gazetecisine, öğretmeninden bilcümle kamu görevlilerine varıncaya kadar nereden aklıma takıldıysa üst üste gelen kararnamelerle; gözaltılar, tutuklanmalar süredurdukça eski okullu yıllarımızın "sıra" dayaklarını anımsadım.
15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi sonrası, darbeye teşebbüs edenlere yönelik olarak başlayan uygulama akabindeki bir ay içinde ülke genelinde kesintisiz bir şekilde genel "sıra dayağı"na dönüştü.
Üstelik bu genel sıra dayağı, adeta önceden haberdar edilir gibi bir hâle evirildi.
Daha bir kaç gün önce yolda karşılaştığım bir kurum çalışanı hal hatır sorma faslından sonra "cumaya kadar kararname bekliyoruz, muhtemelen bu çıkacak kararname ile bizi de ihraç ederler" diyordu. Nitekim cumadan bir gün önce perşembe sabahı kanun hükmünde kararname çıktı. Ve meslekten, kamu görevinden ihraç listeleri sayfalar dolusu olarak orta yere serildi.
Ülke adeta "toplu bir cinnet hali" ya da "öç alma" duygusuyla sanki sıra dayağından geçirilme ruh halinde.
Üstelik çocukluk günleri, okul yıllarında yaşanmış ve bugün belki de gülünerek anımsanan sadece o anın yaşanmışlık "acı"sının hatırası dışında hiçbir izi kalmayan dayak gibi de değil bugünkü hâl!
Onlarca yılın eğitim, hizmet, kariyer ve emeğinin bir çırpıda yok sayıldığı bir sıra dayağı...
Sorgusuz... Sualsiz... Geri dönüşsüz... Yargısız...
Anlık tepkinin dışında başkaca bir hukuki yolun da olmadığı olağanlaştırılan bir OHAL uygulaması...
Sürdürülebilirliği var mı bu sıra dayağının! Yok...
Adım gibi eminim. Er ya da geç hak da adalet de yerini bulur / bulacak elbette...
Bulur bulmasına ya!
Bugünün ve devamında haksızlığın sürdüğü zaman dilimindeki tahribatları insan yüreğindeki, yaşamındaki felaketleri nasıl yeniden onarılır, işte mesele orada...
Bazen ülkeleri yöneten muktedirlerin alıp uyguladıkları kararların sonraki yıllarda telafisi o kadar çok zaman, mesai, kaynak harcanmasını beraberinde getirir ki! Ardınıza dönüp baktığınızda "aman tanrım neler yapılmış!" diye soruyu orta yere soranlar yanıtını bulmakta hayli zorlanır.
Şimdiden geleceğin oku(n)ması böyle olacak gibi, gayet açık ve net... (ŞD/YY)