Benim yakalandığım kanser illeti önündeki durumumla, Türkiye Halkının Finans- Kapital azınlığının azgınlığı önündeki durumu, bu açıdan farksız kalır. Yanaklarımda tek tük kıl damarcığı uzaktan pembemsi görünüyor. Göz çevrelerim mosmor. Yüzüm ölüm ağartısı taşıyor. Her zaman temiz kalmış cildim, her gün biraz daha açık, koyu, 2-7 milim en-boyda kahverengimsi acayip lekelerle dolu. Mutlak yatakta dinlenirsem kanama azalıyor. Umutlanıyorum. Az dolaşsam, pollaküri (sık sık işeme) ve dizüri (acılı yahut zorlukla işeme) ile kanamadan kıvranıyorum. Benim bir Prostat çapında birkaç gram kanser başlangıcım 85 kiloluk insan vücudumu yiyor: Tam 100 binde 1 Parababası gibi... 2 Transvezikal ameliyat (mesane üzerinden yapılan ameliyat) 2 gramlık kanseri temizleyemedi. 30 kişiye 50 yıldır 35 milyon insan kurban ediliyor. Bu bir düzen mi? Evet. Paşalarla Beyler, bayağı ciddi ciddi pozlarla “Rejim” diyor da bir daha demiyorlar. Kanser rejimi, kanser düzeni her şeyin üstünde kutsallaştırılıyor (H. Kıvılcımlı, GÜNLÜK ANILAR’dan)
Dipnot yayınlarının Türkiye solunun mümtaz şahsiyetlerine ilişkin çıkardığı serinin son kitabı Hikmet Kıvılcımlı hakkında. Ahmet Kale’nin iki bölüm şeklinde tasarladığı çalışmanın ilk kısmı Kıvılcımlı’nın seçme yazılarına ayrılmış. Yaklaşık dört yüz sayfalık bu kısım (Kıvılcımlı seçkisi), Kıvılcımlı’nın ilk dönem yazılarından, Yol Etütlerindeki çarpıcı metinlerden, karanlıkta kalmış kuramsal-tarihsel katkılarından ve özellikle de 1960 sonrası dönemin siyasi iklimine müdahaleler içeren reelpolitik yazılarından müteşekkil.
Seçki, Kıvılcımlı’nın 1925-38 yılları arasında kaleme aldığı metinlerle başlıyor. Emperyalizm, faşizm ve sınıf meselesi gibi konulara eğilen metinler -her ne kadar gençlik yazıları da olsa-onun teoriye gösterdiği itinanın ve reelpolitik meselelere gösterdiği önemin sinyallerini vermesi açısından önemli.
Seçme metinlerde ikinci kısım ise Yol Etütlerine ayrılmış. Yol serisi bilindiği üzere Kıvılcımlı’nın Elazığ Hapishanesindeyken yazdığı metinlerden oluşuyor. Mahpushanenin güç koşulları altında “alfabesinden cebri alasına” dek klasik Marksist-Leninist teoriyi etüt ettiği, bazı yorumcularca III. Enternasyonal’in 1930’ların başındaki taktiği olan “sınıfa karşı sınıf” perspektifinin izdüşümü olarak değerlendirilebilecek metinlerde Kıvılcımlı TKP’nin merkez komitesine devrime dair tafsilatlı bir yol yordam sunuyor.
Seçkinin üçüncü kısmını meydana getiren 1950-71 başlıklı bölümdeyse Kıvılcımlı’yı özgül kılan Tarih Tezi ile Türkiye orjinalitesine eğildiği yazılar derlenmiş. Burada özellikle Marksizm içindeki yerleşikleşmiş ereksel ve çizgisel tarih kavrayışını aşma noktasındaki hacimli Tarih Tezi’nden sunulan kesitler ile dönemin politik ahvaline dönük Kıvılcımlı’nın müdahil yazıları solun tartışma güzergahları içerisindeki güncelliğini hala koruyor. 71 Sonrasında Seçmeler kısmı Tarih Tezi tartışmalarının uzantısındaki kimi meseleler ile Hikmet Kıvılcımlı’nın Günlük Anılar’ından parçalara ayrılmış.
İkinci kısım ise Hikmet Kıvılcımlı’ya dair farklı dert ve patikalardan kaleme alınmış metinlerden oluşuyor. Kıvılcımlı’nın bir bütün olarak masaya yatırıldığı bu bölüm daha önce farklı dergi ve kitaplarda yayınlanmış olsa da günümüz okuyucusunun ilk kez karşılaşacağı makalelerden derlenmiş. Maalesef Kıvılcımlı’nın yapıtlarını inceleyen eserlerin sayısı Kıvılcımlı’nın kendi eserlerinin sayısı kadar bile değil. Doktor’un fikir alemini kavramak isteyen meraklı okurlar için bir girizgah olabilecek bu eserle birlikte Doktor’un Türkiye solu içerisindeki yerini sorgulamamıza vesile olacak iki soru sorabiliriz:
(1) Türkiye’nin özgül koşullarına bu denli ciddi kafa yoran, Marksist teoriye katkıda bulunma pratiğini çalışmasının öncelikli bileşeni kılan ve dervişane politik kişiliğiyle kalbi solda atanları (halen) celbeden özgün bir şahsiyeti, Türkiye solu neden ıskalamıştır?
(2) Onbinlerce sayfalık üretimiyle kendi tarihine tanıklık eden birinin hacimli külliyatı niçin bilimsel/akademik bir inceleme nesnesine tahvil edilmemiş ve belirli politik tözcülüklerin inhisarında süreğen bir itibarsızlaştırılmaya uğratılmıştır?
İlk sorunun cevabı tahmin ettiğiniz üzere “susuş komplosu” değil. Bu tarz bir izahat fazlasıyla kolaya kaçmak olurdu. Doktor hayatı boyunca Marx’tan mülhem bu sitemkar tespitiyle, etrafına örülen duvarlardan şikayet etti; bu duvarların yıkılamayacağını bile bile…Kendi sözleriyle ‘Mujiğin çakmaklı tüfekle muharebeye gitmesi’ biçimli ‘kafasız işgüzarlık’lara kapılacaklar etrafından hiçbir zaman eksik olmadığından çevresini kuşatan sessizliğe kimileyin komploculukla mukabele etti. Oysa Türkiye solundaki başat ideolojik yeniden-üretim mekanizmalarının alana kazındığı bir ahvalde, Doktor zaten daha baştan Araf’a düşmüştü. Cılız bir politik üretim alanında kendisine dayatılan özgül sansür karşısında sürekli olarak bir ihlal estetizmine başvuracaktı. Ülkedeki yerleşik solun kavramsal otomatizmine meydan okuyan hususi jargonu bile bunun asli kanıtıdır. Yol dizisinde Ermeni meselesini gündeme getirirken de, Osmanlı tarihi maddesini yazarken de, “Yeter Be!” yazısında devrimci gençliğin naifliğine müdahale edip, günlüklerinde Nazım’ı topa tutarken de Hikmet Kıvılcımlı kendisini çevreleyen alanın hudutlarını hep zorlamayı seçti. Angaje olduğu camiada entelektüel otonomi talebinden, pratik siyasi faaliyetlerinde de pragmatik stratejiler üretmekten gocunmadı.
Sahiciliği hem hasımlarında hem de hısımlarında tuhaf bir hınca neden oldu. Bu bağlamda yaşarken ve ölümünden sonra açık biçimde saptayabileceğimiz ona dönük aşikar kayıtsızlığı kavramak istiyorsak, Dr. Hikmet’in alanda teşkil ettiği tekinsiz konumu masaya yatırmalıyız.
Lakin Türkiye solunda hayatı süresince devletin sopasını yirmi dört saat ensesinde hissedip de Bergsondan, İbn Haldun’a, Osmanlı toprak sisteminden Sümer medeniyetine çok geniş spektrumda kalem oynatan kaç kişi tanıyoruz? Hülasası Kıvılcımlı’yı bilimsel bir nesneleştirmenin nesnesi kılmak için evvela Türkiye solunun üretim alanının işleyiş mekanizmalarıyla hesaplaşmak gerekirdi, lakin bugüne değin yapılamadı.
İkinci soru ise doğrudan Türkiye’deki -heteronomik yapısı artık iyice kemikleşmiş- akademinin ahvali ile alakalı. Kıvılcımlı’ya dair (çok az istisna ile) ne doğru dürüst bir lisansüstü tez çalışması ne de müstakil bir çalışma bulunmakta. Akademik dünyamızın politik tözcülüklere gömülü piyasası ve sadık alıcıları açısından Kıvılcımlı ya kara lekelerle (ilk akla gelen isnat “orducu”) dolu biri ya da çoktan miadını doldurmuş bir gayya kuyusu. Kıvılcımlı’yı (ve belki de daha pek çoklarını) bilimsel nesne kılmama konusundaki “aşikar patoloji”yi ifşa için kolları bir an evvel sıvamalı. Çünkü hakkaniyetli bir akademik temayül ve ilmi hafıza asla sokağınki gibi kırık ideolojik fayların farklı yakalarında durmaz. Bu sebeple de Kıvılcımlı gibi gerek eserleri gerekse yaşamıyla Türkiye tarihiyle organik bağı olan bir şahsiyetin, sadece sol içerisinde okunması da yeterli değildir. Kıvılcımlı, bizzat tarihin içerisinde okunup öyle değerlendirmelidir. Eserleri her ne kadar solun ayrışık fraksiyonlarının herhangi birinin içerisinde bir çeşit “hiçleştirilme”ye terk edilmişse de kendisi hem “dini siyasete alet etmekten” hem de komünistlikten suçlanan yegane örnektir. Zira Kıvılcımlı’nın solculuğu bir sağcılık tezatı değil, adeta bir sağcılık eleştirisi gibidir. Bu yüzdendir ki Kıvılcımlı hem yaşamıyla hem de yazılarıyla sağlı sollu okunabilecek bir tarihsel karakterdir. Onun bu ayrıksı yapısı, daha fazla incelenmeyi ve tartışılmayı hak ediyor. Bu çalışma da Kıvılcımlı üzerine olması gereken tartışma mecralarının çoğalmasına bir kapı aralıyor… (GÇ/EKN)
* Hikmet Kıvılcımlı Kitabı: Seçme Metinler ve Üzerine Yazılar, Dipnot yayınları, 528 sayfa.