18 Mart 2016 tarihinde Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında 29 Kasım 2015’te kabul edilen Ortak Eylem Planı doğrultusunda bir anlaşma imzalandı.
Mülteci hakları örgütlerinin en başından beri ‘Kirli Pazarlık’[1] olarak nitelendirdiği müzakereler sonucu varılan bu anlaşma ile taraflara göre ‘uluslararası hukuka uygun olarak’ Türkiye’den AB ülkelerine Yunanistan aracılığı ile olan düzensiz göçün önlenmesi ve insan kaçakçılığı şebekelerinin çökertilmesi amaçlanıyor.[2]
Anlaşmaya şöyle bir bakacak olursak, 20 Mart 2016 tarihi itibariyle Türkiye’den Yunan adalarına düzensiz yollardan geçen tüm göçmenler Türkiye’ye iade edilecek. Yunan adalarından Türkiye’ye geri gönderilen her bir Suriyeli için Türkiye’den bir Suriyeli AB’de yerleştirilecek. Türkiye AB’ye olan düzensiz göçü önlemek için gerekli her türlü önlemi alacak.
Düzensiz göç önlendiğinde Türkiye’den AB’ye bir Gönüllü İnsani Kabul Planı devreye girecek. Karşılığında en geç Haziran 2016 sonu itibariyle Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz seyahati için vize serbestisi eylem planı hızlandırılacak fakat önce Türkiye’nin bunun için gerekli koşulları sağlaması gerekiyor.
AB, Türkiye’deki mülteciler için önce üç milyar, 2018 sonuna kadar ise toplamda altı milyar avroluk bir yardımda bulunacak. Türkiye ve AB Suriye içerisindeki insani koşulların iyileştirilmesi için çalışacak.[3]
Her ne kadar AB Komisyonu anlaşmayı ‘mülteci krizine’[4] bir çözüm olarak sunsa ve anlaşmanın uluslararası hukuka uygunluğunu iddia etse de, metin pek çok açıdan sorunlu.[5]
Bu yazıda, anlaşmanın AB hukukunun yanı sıra ağırlıklı olarak mülteci hukuku ve mültecilik çalışmaları alanı açısından bir değerlendirmesi yapılacaktır.
Daha ilk maddesine bakıldığında görülebileceği üzere anlaşma hem uluslararası hukuka hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı. Her şeyden önce Yunanistan adalarına düzensiz yollardan geçen kişilerin -bireysel ve her bir somut vakaya yönelik değerlendirme yapılmaksızın- Türkiye’ye iade edilmesi AİHS Ek 4. No’lu Protokol’ün 4. maddesinde düzenlenen yabancıların topluca sınırdışı edilmesi yasağına açıkça aykırı olacaktır.
Anlaşma metnine eklenen cümleler ile bunun geçici ve istisnai bir düzenleme olduğu ve her bir düzensiz göçmenin AB mevzuatına –ve de AİHM içtihadına- uygun olarak, uluslararası hukukta düzenlenen geri gönderme yasağı –principle of non-refoulement– gereği, potansiyel mülteci olması ihtimaline karşı sığınmaya erişim imkânından yararlandırılacağı öngörülmüş. Bu her bir başvurunun tek tek bireysel olarak esastan incelenmesi anlamına gelecektir. Yunanistan’ın sığınma sisteminin yetersizliği hem AHİM içtihadı[6] hem de BMMYK [Birleşmiş Milletler Mültecicler Yüksek Komiserliği] raporları ile belgelenmiştir.[7]
Yunanistan, bir AB üyesi olarak sığınmacılara etkili ve yeterli bir koruma sağlama noktasında, böyle bir yükü kaldıracak bir ülke değildir. Tam da bu nedenle anlaşma metninin önemli bir bölümü Yunanistan’ın sığınma sisteminin kapasitesini arttıracak idari ve mali önlemlere ayrılmış.
Bu noktada çözüm olarak devreye AB komisyonu tarafından güvenli üçüncü ülke kavramı sokulmuş, böylece Yunanistan’ın kaldıramayacağı böyle bir yükün altına girmesi önlenmek istenmiştir.
Avrupa Komisyonu’nun Konsey ve Parlamento’ya iletilmek üzere 16 Mart 2016 tarihinde yayınladığı nota bakacak olursak,[8] Komisyon söz konusu belgede bu ihtimale karşı çözüm olarak AB Sığınma Prosedürleri Direktifi’ne atıfla, Türkiye’nin güvenli ülke sayılması halinde –güvenli üçüncü ülke ya da ilk iltica ülkesi – bu sorunun aşılacağını belirtmiştir.
Söz konusu Direktif’e göre düzensiz yollardan Yunanistan’a giriş yapmış sığınmacıların başvuruları, eğer yeterli bir koruma sağlayacak üçüncü bir ülkeden geçerek geldilerse ya da zaten mülteci olarak tanındıkları ya da yeterli bir korumadan yararlanacakları ilk iltica ülkesinden gelmeleri halinde kabul edilemez başvuru kapsamında değerlendirilir.
TIKLAYIN - BRÜKSEL'DEKİ ZİRVE MÜLTECİLER İÇİN Mİ?
Üçüncü güvenli ülkenin, bu durumda Türkiye’nin, uluslararası korumaya etkili bir erişim imkânı tanıyor olması da Direktife göre geri gönderme için yeterli olacaktır.
Türkiye güvenli üçüncü ülke sayılabilir mi?
AB Sığınma Prosedürleri Direktifi’ne göre bunun için Türkiye’nin bir dizi şartı sağlaması gerekmektedir. Her şeyden önce güvenli üçüncü ülke, insanların yaşam ya da özgürlüklerinin 1951 Sözleşmesi’nde sayılan beş kritere –ırk, din, uyrukluk, belirli bir sosyal gruba mensubiyet ve siyasi düşünce– dayalı olarak tehdit altında olmadığı; ikincil koruma kapsamında iade halinde ciddi zarar riskinin doğmayacağı (ölüm cezası, işkence vb...); insanların geri gönderme yasağı kapsamında güvenli olmayan bir başka ülkeye geri gönderilmeyeceğinin garanti altına alındığı ve kişilerin mülteci statüsü talep etme imkânının olduğu ve statüyü alırsa da, 1951 Sözleşmesi uyarınca bir korumadan yararlanacağı ülkeyi ifade eder.
Türkiye’nin her şeyden önce Avrupalı olmayan sığınmacılara mülteci statüsü tanımaması ve coğrafi sınırlamayı devam ettirmesi nedeniyle AB mevzuatına göre güvenli üçüncü ülke sayılamaması gerekir.[9]
Komisyon notu bu tartışmaya girmekten imtina etmekte ve atıf yaptığı Direktifi dikkate almamış gözükmektedir. Notta yük Yunanistan’ın ve Türkiye’nin üzerine (iç hukuklarına) atılarak, Türkiye’nin sadece Yunanistan tarafından güvenli üçüncü ülke ilan edilmesi ile sorunun aşılacağı iddia edilmiştir. İçerik ya da usulden - güvenli üçüncü ülkeden gelme nedeniyle – kabul edilemez bulunacak başvuru sahiplerinin Türkiye’ye geri gönderilmesi, böylece Komisyon’a göre uluslararası hukuka ve AB mevzuatına aykırı olmayacaktır.
Komisyon Türkiye’de sağlanan geçici korumanın geri gönderilecek Suriyeliler açısından yeterli bir koruma olacağını savunmaktadır. Uluslararası hukukta kitlesel akın durumlarında uygulanan geçici korumanın hukuken bağlayıcı olacak şekilde düzenlenmemiş olması AB’li bürokratların bu argümanı savunmasında etkili bir faktör olmuş gibi görünmektedir.
Nitekim geçen hafta Komisyon’unun ilgili birimlerinden bürokratlarla yaptığım görüşmelerde sürekli olarak bu argümanın altı çizilmiş; Türkiye’ye geri gönderilecek bütün Suriyelilerin geçici korumadan yararlanacağı ve Türkiye’de eğitim, sağlık ve son çıkan yönetmelikle birlikte çalışma hakkından yararlanacakları vurgulanmıştır.
Geçici Koruma Yönetmeliği’nin Suriyelilere uluslararası korumaya erişimi kısıtlamış oluşu, bu korumanın süresinin belirsizliği ve insan hakları örgütleri tarafından dillendirilen geri gönderme yasağına aykırı Suriye’ye usulsüz sınırdışı vakaları bir yana,[10] Suriyeli olmayan sığınmacılar açısından 1951 Sözleşmesi ile sağlanan korumaya eşdeğer bir korumanın Türkiye’de geçerli olduğu argümanı bile kendi başına kabul edilemez. Coğrafi sınırlamayla kabul edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre verilen şartlı mültecilik statüsü Sözleşme korumasına eşdeğer değildir.
TIKLAYIN - MÜLTECİLERİN "MİSAFİRLİĞİ" BİTTİ
Haklar bakımından baktığımızda örneğin, Türkiye’de şartlı mültecilerin çalışma hakkından yararlanması pratikte neredeyse imkânsızken, kalıcı bir statüye erişimlerinin yolu hem Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu hem de Vatandaşlık Kanunu ile kapalıdır.
Öte yandan Türkiye’nin güvenli üçüncü ülke sayılması sadece geçici korumanın varlığına ve geri gönderme yasağına uyulup uyulmadığına bakılarak da değerlendirilemez. Türkiye’nin mevcut insan hakları karnesinin ve sığınma sisteminin işleyişinin de bu argüman açısından hesaba katılması gerekir. AİHM M.S.S /Belçika ve Yunanistan kararında 13. madde kapsamında etkili başvuru yolunu değerlendirirken, Yunanistan açısından sadece mevzuatın hukuka uygunluğunun değil, uygulamanın da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.[11]
Komisyon notu büyük ölçekli geri göndermeler için Türkiye ve Yunanistan arasında hızlandırılmış prosedürün devreye sokulabileceğini söylemektedir.
Bu durumda iddia edildiği üzere ve AB mevzuatına uygun olarak Yunanistan tarafından tek tek bireysel koruma başvuru taleplerinin içerikten incelemesinin etkin ve adil bir şekilde yapılamaması tehlikesi vardır. Ret başvurularına karşı itiraz hakkı tanınması da söz konusu olmayacaktır. BMMYK, 22 Mart 2016 tarihinde yaptığı açıklamada bu noktalara dikkat çekmiş ve bu anlaşmanın bir parçası olmayacağını deklare etmiştir.[12]
20 Mart 2016 tarihi itibariyle adalardaki kabul ve barınma merkezleri gözaltı merkezleri haline gelmiş ve yeni gelenler zorunlu gözaltına tabi tutulmaya başlanmıştır. AB, Komisyon önderliğinde açıkça uluslararası hukuka ve AB mevzuatına aykırı bu anlaşmayı Türkiye tarafına kabul ettirmiştir.
Bire bir uygulaması ile 20 Mart 2016 tarihi itibariyle Yunanistan’a varan ve oradan Türkiye’ye geri gönderilen her bir Suriyeli’ye karşılık, bir Suriyeli’nin AB’de yerleştirilmesi amaçlanmaktadır. Türkiye’de de uzun yıllardır uygulanan yerleştirme programları kendi içinde vaka bazında ülkeler tarafından mülteci seçimine izin verdiği için ayrımcı pratikler içermektedir. Bu kapsamda kimin hangi kritere göre seçilip yerleştirmeye tabi tutulacağı tartışma konusudur.
Bu programın Batı Avrupa’ya ‘mülteci akınını’ iddia edildiği üzere durdurup durdurmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak Türkiye’nin sığınma sistemini göz önünde bulunduracak olursak anlaşmanın sadece kısa vadeli sonuçlar doğuracağını öngörebiliriz.
Türkiye 1951 Sözleşmesi’nde koruduğu coğrafi sınırlama nedeniyle sığınmacılara kalıcı bir statü sağlamadığı için transit bir göç ülkesi haline gelmiştir. Mülteci hukuku açısından uluslararası koruma sistemine etkin bir başvurunun her zaman sorunlu olduğu Türkiye gibi bir ülkenin güvenli ülke olarak değerlendirilip, AB kalesinin bekçilik rolüne uygun görülmesi orta ve uzun vadede AB ülkelerinin zararına olacaktır.[13] Çünkü Türkiye’de yeterli ve etkili bir korumaya erişemeyen tüm sığınmacılar önünde sonunda başka bir ülkede koruma aramaya devam edecektir. (CS/YY)
Dipnotlar
[1] Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin basın açıklaması için bakınız: http://www.multeci.org.tr/haberdetay.aspx?Id=128 (Erişim 21 Mart 2016)
[2] Avrupa Komisyonu’nun açıklaması için bakınız: http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-16-963_en.htm (Erişim 21 Mart 2016)
[3] Komisyon tarafından hazırlanan kısa bilgi notu için bakınız: http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-16-963_en.htm (Erişim 21 Mart 2016)
[4] Durumu bir kriz olarak tanımlamak istisnai ve hukuka aykırı çözümlerin normal addedilmesine yol açıyor.
[5] Uluslararası Af Örgütü’nün açıklaması için bakınız: https://www.amnesty.org/en/latest/news/2016/03/say-no-to-a-bad-deal-with-turkey/ (Erişim 21 Mart 2016)
[6] Bakınız: M. S. S./Belçika ve Yunanistan kararı (Büyük Daire, Başvuru No: 30696/09) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2010 yılı Eylül ayında Belçika’nın başvurucu söz konusu Afgan sığınmacıyı, Yunanistan’daki tutulma koşullarını ve iltica sisteminin yetersizliklerini karşın Dublin II Direktifi kapsamında Yunanistan’a geri yollamasını Sözleşme’nin işkence ve kötü muamele yasağını düzenleyen 3. Maddesine aykırı buldu. Aynı davada Yunanistan’ın da Belçika ile birlikte Sözleşme’nin üçüncü ve etkili başvuru hakkını düzenleyen on üçüncü maddelerini ihlal ettiğine karar verildi. Dava sonrası Dublin II kapsamında Yunanistan’a geri göndermeler AB çapında askıya alınmıştı.
[7] Bakınız: http://www.refworld.org/cgi-bin/texis/vtx/rwmain?docid=54cb3af34 (Erişim 22 Mart 2016)
[8] Bakınız: http://ec.europa.eu/dgs/home-affairs/what-we-do/policies/european-agenda-migration/proposal-implementation-package/docs/20160316/next_operational_steps_in_eu-turkey_cooperation_in_the_field_of_migration_en.pdf (Erişim 22 mart 2016)
[9] Bu konuda kapsamlı bir tartışma için Essex Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden AB hukuku uzmanı Prof. Steve Peers’ın yazdıklarına bakılabilir: http://eulawanalysis.blogspot.com.tr/2016/03/the-final-euturkey-refugee-deal-legal.html (Erişim 20 Mart 2016)
[10] Uluslararası Af Örgütü’nün açıklaması için bakınız: http://amnesty.org.tr/icerik/2/1812/ab-turkiye-zirvesi-multeci-haklarini-gormezden-gelmeyin (Erişim 23 Mart 2016)
[11] Bakınız: M.S.S /Belçika ve Yunanistan kararı, para. 300. (Erişim 23 Mart 2016)
[12] Bakınız: http://www.unhcr.org/56f10d049.html (Erişim 23 Mart 2016)
[13] Bu konuda yazarın bir çalışması için bakınız: Soykan (2016) ‘Access to International Protection – Border Issues in Turkey’ içinde States, The Law and Access to Refugee Protection: Fortresses and Fairness, Stevens, D. & O’Sullivan, M. (eds) Hart Publishing, Oxford.