Ayşe Deniz Karacagil’in Kandil’e gitme süreci Gezi Parkı eylemlerine Antalya’da katılması ile başlıyor. Hakkında açılan toplam 98 yılla yargılandığı davada örgüt üyeliğine delil olarak kullanılan kırmızı bir fular sebebiyle medyada “Kırmızı Fularlı Kız olarak tanınıyor.
Dört ay tutuklu yargılandıktan sonra tahliye olan Ayşe Deniz, annesine bir mektup bırakarak Kandil’e gidiyor. Sonraki dönemde de annesi Nuray Erçağan 7 Haziran seçimlerinde HDP’den milletvekili adayı oluyor.
Nuray Erçağan ile sokak hareketinden milletvekili adaylığına, Gezi Parkı’ndan Kürt sorununa uzanan hikayeyi konuştuk. Çatışmasızlık döneminin bitmesiyle başlayan bu yeni süreç hakkındaki gözlemlerini ve değerlendirmelerini bize aktardı.
“Çözüm süreci şimdi başlıyor”
Bunların hepsi çözüm süreci içerisinde oldu. Şimdi çözüm süreci bitti. O sıra Deniz’in Kandil’e çıktığı günlerde hissettikleriniz ile şimdi hissettikleriniz arasında fark var mı?
Bence çözüm süreci şimdi başlıyor.
Nasıl yani?
Çünkü çözüm süreci sırasında üst kesimler bizim adımıza, Türk ve Kürt halkları adına masaya oturmuşlardı. Süreç sırasında batıda çözüm sürecini isteyen milyonlar olsaydı zaten o çözüm süreci bitmezdi.
Asıl bu çatışmalardan sonra Türk ve Kürt halkları çözüm sürecindeler. Biz bu saldırılar karşısında nasıl cevap vereceğiz. Yoksa Türk halkının umurunda mıydı çözüm süreci?
İki buçuk yıldır sadece çocuklarının ölmeden ve sağlıklı geldiğini düşünüyorlardı. Çocuğu askere gitmek üzere hazırlanan annelerin bir çözüm süreci var: “Hayır ben çocuğumu senin sarayın için askere göndermeyeceğim” Asıl şimdi tabana yayılan bir çözüm süreci var.
“Öz savunma meşru müdafaa hakkı”
Bu sırada en çok tartışılan konular da ateşkesin iptali ve özsavunma hakkı. Bu ikisi olmadan çözüm süreci devam edemez mi?
Çevre mücadelesi yaptığım zamanlar Kürtlere su hakkı ve çevreyle ilgili mücadele etmediklerini söylemiştim. Bana “Biz ancak yaşam hakkımızı savunuyoruz” demişlerdi. Bunu yakından gördüm.
Öz savunma, meşru müdafaa hakkıdır. Türk halkı PKK olgusunu tanımıyor ama Kürt halkı tanıyor. Kendisi, amcası, kardeşi orada. Kim çıkarmış oraya. Sen ben çıkarmışız. Yok sayarak, öldürerek ve en kötü işlerimizi onlara vererek.
Şu an Cizre’desin askerler kapamış yolunu, kardeşini öldürmüşler, yemeğini engellemişler. Kitap yazmış yok saymışsın. 80 vekil gönderdiğinde bunu yok sayıyorsun. Dinlenmeyince eline silahı almış. Silahı ile anlatabilmiş. Bu onlara güven veriyor.
Peki, “helalleşmek” çözüm süreci sırasında kilit kelimelerden biriydi. Helalleşmedik mi?
Faşizm bu ülkede yargılanıp tutsak edilmediği sürece, yüzleşmediğimiz sürece o kelime doğru değil. Birini kimliği üzerinden yok sayan kişi faşisttir. Bunları güruh halinde yapılması faşizmdir. Faşizm yasaklanmadığı sürece bu böyle devam edecek.
“Türk halkı zorunlu askerlik dayatmasının farkında”
Empati kuruluyordu. Ama uzaklaştık. Şimdi “Operasyon değil katliam istiyoruz” diye sloganlar atılmaya başlandı.
Bunu Türk halkına genelleyemeyiz. Antalya’da sokağa çıkanların sayısı 1000, 1500 kadardı. Örgütlenmiş bir topluluk bu. Türk halkının böyle bir şeye kalkışacağını düşünmüyorum aksine geri tepecek bir durum. Daha önce Cumhuriyet Mitinglerinde de önden giden şiddet yanlısı birkaç kişi oluyordu. Sonra bu insanlar da yalnız kalmıştı.
Neden böyle olacağını düşünüyorsunuz?
Türk halkı zorunlu askerlik dayatmalarından dolayı bu ölümlerin gerçekleştiğini çok iyi biliyor. Çocuğunu en güzel çağında bulunduğu ortamdan koparıp zorla askere götürülmesi de etkiliyor insanları. Çocuğun askerde ölmesi. Alt beyin diye bir şey var. Alt beyin bunun mantıksızlığını kavrıyor. Gelen cenazeler için de “bu çocuklar saray için öldü” diyen anne babalar var.
“Kimsenin sokağa çıkmasını istemiyorlar”
Cenazelerden sonra AKP’ye dönük tepkiler artıyordu. Bu tepkiler bir anda nasıl HDP’ye döndü?
Bu saldırılar sadece HDP’ye değil. Bu saldırı bize. Sokakta olmak isteyen AKP’nin yaptığı politikalara “hayır” diyen bizlere.
Korku politikası ile bizi sokağa çıkamaz hale getiren kişiler aslında sadece HDP’yi değil kimsenin sokağa çıkmasını istemiyor. Doğan Medya’sına da aynısı yapılıyor.
Burada sokaktan kastınız nedir? Siyasette sokak niye bu kadar önemli?
Benim için sokak, birisine haksızlık yapıldığında onun yanında olmaktır. Parlamenter sisteme hiç bir zaman inanmadım.
Mücadele bizim için sokak demekti. Sokak güçlü olursa her türlü gücü elimize alırız.
Bundan sonra savaşın büyümesini isteyenler de var mı?
Önemli olan bizim, bütün haksızlığa uğramışların iyi örgütlenmesi. Keşke barış bloku daha güçlü olsa.
Partilerüstü bir muhalefete ihtiyaç var. Savaş karşıtı, sadece bunun muhalefeti yapabilecek bir kanal yok. Yapılan saldıranların amacı da özgürlük adına barış adına insanlık adına bir şeyler yapmak isteyenlerin sesini kısmak.
“HDP’nin PKK’yi durdurabilecek gücü yok”
Peki, HDP’nin PKK’yi durdurabilecek bir gücü var mı?
Yok. Benim kızım dağda. Ne olur dağdan in desem iner mi? Benim onunla bir annelik bağım var. HDP’nin içinde çocuğu, abisi gerilla olan insanlar var.
Kürt olmayan akrabası gerilla olan bir sürü insan var. Biz “PKK yanlış yapıyorsun in aşağı” desek olur mu? Bunlar farklı yapılar. Biri herkesin eşitliği için çalışan bir parti diğeri özgürlük için silahlı mücadele veren bir yapı. PKK’ya silah bırak diyemeyiz ama arzu edebiliriz.
Pek tam tersi, PKK, HDP’ye direktif verebilir mi?
Diyebilir ama yapar mı ona bak. Ben bu şehirde arkadaşımın, kendimin veya kardeşimin yaşam koşulları için mücadele ediyorum.
Oradan gördüğü bir şey olabilir. “Bunu böyle yapın” diyebilir. İyi bir şeyse yaparız. AKP de bütün insanların iyiliği için çalışmış olsa AKP bize söylesin yine yaparız. Yeter ki tüm insanlık katmanında iyi bir şey olsun. Önerebilir ama direktif veremez.
“Doğan Medya’ya yapılan haksızlıklar karşısında durabilecek miyiz?”
Son gelen ölüm haberlerinden sonra protestoların odağında HDP vardı ve bu protestolarda şiddet vardı.
Evet, dünkü (9 Eylül) olaylar sırasında bir Kürt arkadaşımızın kolları yaralanmıştı. Sinirler tendonlar kesilmişti. Antalya’da tedavi edilecek yer yok diye bile bile ambulansla tek başına Alanya’ya götürüyorlar.
Yolda onu faşistler bekliyordu. Onu hastaneye almadılar. (Uzun bir süre sonra hastaneye girebiliyor) Alanya’da varoşlarda yaşayan bu arkadaşımız evine ziyarete gittik. Kolu kesilebilirdi. Bir insanın bana “kendimi yalnız hissettim” demesi beni sokağa çıkarır. Sonra beş kişi gelir. On olur. Daha fazlasına götürür.
Bunun karşısına nasıl bir siyaset üretmeyi düşünüyorsunuz?
Biz AKP’li ve MHP’li belediyelere gidip çevre sorunları ile ilgili mücadele etmeye devam ediyoruz. AKP’nin istemediği bu. Bizim sokaktan çekilmemizi istiyorlar. Yerel sorunlar üzerinden Antalya’da yaşadığımız haksızlıklar karşısında HDP’li veya değil bir birey olarak mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor.
AKP karşısında batı yenilirse Kürtler yenilmez. Bütün haksızlıklar karşısında bizim nasıl durduğumuz önemli olan. Mesela Doğan Medya’ya yapılan haksızlıklar karşısında durabilecek miyiz?
“Sen hiç Kürt oldun mu?”
HDP’nin sloganında da sizin açıklamalarınızda da “Biz” vurgusu öne çıkıyor. Kim bu “Biz”i oluşturan?
Deniz’i yargılamaya başladıklarında, buradan Gezi’ye katılanlar, hepsi Antalya Adliyesi’nde olsaydı belki Deniz’i vermeyecektik. Onu yargılama özgürlüğü bulamayacaklardı.
Veya Deniz Gezmiş’in idam edilmesine izin vermeyecektik. Keşke o nefret birikmeseydi, o gençler dağa çıkmasaydı. Şimdi biz o nefreti biriktirmeyeceğiz. Silahlı mücadele ile olmaz demek yerine “Sen hiç Kürt oldun mu?” diye soracağız.
“HDP Türkiyelileşti”
Yine tartışılmaya başlanan “Emanet oy” HDP’ye kimlerden geliyor?
Arada kalan, muhalefetini tam olarak yapamayan, ortalama, karasız insanlardan. Duygusal eşikte “Kürtlerin mecliste olmasını istiyorum” diyenler. Daha etkin muhalefet isteyenler.
Peki, bu etkin muhalefeti bu parti mi yapıyor? Kesinlikle hayır. Arkadaki altı milyon insanla bu muhalefet yapılıyor. Benim inandığım seçimle sandığa sıkıştırılmış bir muhalefet değil.
Son olarak Türkiyelileşmek ne demek? HDP, Türkiyelileşti mi? Nasıl?
Evet, Türkiyelileşti ki bugün bütün batıda HDP’nin binaları yakılıyor. Öyle ki HDP’liler, sosyalistler Türkiye’nin dört bir yanında operasyona uğruyor.
Seçim öncesi muhalefetin her yeri kilitlenmişti. Sadece bir senelik bir parti olmasına rağmen ona adım attırmıyorlar. Söz söylediğimiz organları kapatıyorlar. Çünkü HDP, muhalefet yapılabileceğin bir imge.
“Deniz’in inmesini isterim ama…”
Deniz dağa çıkmasını “kırmızı fular taktığı” için 98 yılla yargılanmasına mı bağlıyorsunuz?
Sadece buna bağlı değil. Deniz’in Kandil’e gitmesi birçok şeye bağlı. O tesadüfler, olasılıklar onun böyle bir şey yapmasına karar verdi.
Deniz’in aşağı inmesini istiyor musunuz?
Hemen şimdi isteriz ama biz bu aşağıdan çok memnun değiliz. Şehirler tıkılmış bu mutsuz insanların mutsuzluk ürettiği bir yer bu aşağısı. Özgür olmadığı bir aşağıya niye insin ki.
Suyun kaynağının olduğu yere çıkmak istiyoruz. Zaten köylere dönmek, doğayla içice yaşamak istemiyor muyuz? Biz bu hayatı sevmiyoruz ve bizim sayımız hızla artıyor.
Suyun tutuklandığı yerde kelepçeyi açmak isteyen, ağacın kesildiği yerde buna engel olmak isteyen bir sürü insan var.
Ama o dağ, Kandil ve silahlı mücadelenin yapıldığı bir merkez.
Kandil nasıl bir yer bilmediğim sürece inmesini nasıl isteyebilirim ki. Biz ancak videolardan izleyebiliyoruz. Birlikte okuyorlar, yemek yiyorlar, birlikte hareket ediyorlar. Mutlu gözüküyorlar.
Burada “mutluluk budur” diye resmedilen şeyleri resmedilen şeyleri yaşayan insanlarız. Gençlik de bunu yaşıyor. Yirmi yaşına geldiği zaman, gelecek kaygısı başlayan, sınavlar, memurluk, güvenceli iş… Bir de yukarıda ne AVM, ne kredi kartı, ne kıyafet yarışması...
“Her gün saat 9'da yıldızlara bakıyoruz”
Daha önceki röportajınızda Antalya’ya geri döneceğinden bahsetmiştiniz? O günü nasıl hayal ediyorsunuz?
Mesele Deniz’in gelmesi değil, Denizlerin gelmesi. Bu ülkede Kürt diye esmer diye insanların yok sayılmadığı, bütün insanların özgür olabileceği, eşit olabileceği bir aşağıdan bahsediyoruz.
Herkesin siyaset yapabildiği, istediğini söyleyebildiği bir aşağıdan bahsediyoruz. Onların inme koşulu budur.
Denizle haberleşebiliyor musunuz? Mektuplaşma?
Her gün saat dokuzda yıldızlara bakıyoruz. Şu an hiç kimse çocuğundan haber alamıyor. Rahatsız edebileceğimizi bildikleri için bizi aramıyorlar.
Düşün aşağısı böyle bir yer ve onlar o konuda özgür değiller. Ben ona hırka örüyorum, penye alıyorum, yanındaki arkadaşına şapka örüyorum. Onu çok özlüyorum. Özlemek bambaşka bir şey. Burada onun için mücadele ediyorum. Onu yanımda istemek benim bencilliğim.
“İki kanat olmalıyız”
1 Kasım seçimlerinde de aday olacak mısınız?
Evet, adayım.
7 Haziran seçimlerinde de HDP’den aday olmuştunuz. O süreç nasıl gerçekleşti?
Deniz bana “Anne sevdiğim kadar savaşacağım” demişti. Bizi bırakması aslında daha büyük bir kitleye sevgisini aktarması olarak düşünüyorum. Alanya’ya hapishane’ye onu ziyarete gittiğimde ondan şunu öğrendim: “aslında biz küçük burjuva elitlermişiz” Hapishanede Kürt kadınları ile karşılaşmamız empati kurmamıza sebep oldu.
Ondan önce farklı mıydı? Siyasi bir geçmişiniz var sonuçta.
Kürt hareketini, sorununu görmeyen bir elit sosyalist hareketten geliyorum. Denizle birlikte Kürt halkını, gençlerini ve kadınlarını daha yakından tanıdım.
Kendimi Kürt halkları adına da mücadele etmediğimizde tek kanadıyla uçmaya çalışan bir kuş gibi hissettim. Evet, iki kanat olmalıyız.
Sonra HDP üyeliği mi?
İnanın ki milletvekili olalım, parlamentoya gidelim, bunlara dair tek bir şey hissetmedim. Ezilmişliğini anlatamayan Kürt halkının anlatıcısı olmalıydık. Deniz’in de istediği buydu. Barış olsun, bir mücadelenin görünürlüğü olsun, bunu kendi alanımda yapamayacağım için HDP’nin içinde olmak istedim. (ODG/EKN)