Fotoğraf: Beyza Kural/ Muş-Varto
Bir avuç “çapulcu eşkıya”dan oy oranı yüzde 13’lere dayanan, mecliste temsiliyeti 80 vekile ulaşan, üçü büyükşehir olmak üzere yüzü aşkın belediyesi olan, medyası, sivil toplumu olan hinterlandı ve etki ağı çok güçlü bir siyasal yapı söz konusu. Peki, bunca örgütlü ve büyük bir özgürlükçü güce karşı “Yüzyıllık inkârcı geleneğin” devamcıları ne durumda diye sorulabilir? Tek kelimeyle yanıtı şudur zor sorunun: Hâla yüz yıl önce bıraktığınız yerdeler. Hâla “Kürde fırsat verme ya rab!” noktasındalar.
7 Haziran 2015 seçimleri bir dönüm noktasıydı. Çünkü birkaç dönemden beri siyasal tercihlerini seçim sisteminin garabeti nedeniyle bağımsız adaylarla seçimlere girmeyi tercih eden HDP ve muadili siyasal gelenek bu kez yüzde on baraj riskinin aşılamamasını dahi göze alarak seçimlere parti olarak girmeyi tercih ediyordu. Seçim sonuçları çok ciddi bir geniş birliktelikle aşıldı ve yüzde 13’lük sonuç altı küsur milyonluk oyla ortaya çıktı.
Bütün muktedirlik geleceğini HDP’nin yüzde onluk barajıın altında kalacağı üzerine kurgulayıp gözünü HDP’nin oylarına ve kazanacağı vekillere diken AKP, seçim sonuçları ortaya çıkınca hayal kırıklığına uğruyordu. Hayal kırıklığına uğramakla kalmayıp 550 vekil sayısının yarısının da altına düşüp 258 vekilde kalınca 8 Haziran sabahı önemli bir kararın altına imza atıyordu.
Geleceğin Türkiye siyasi tarihi yazılırken belki de “Bir devrin çöküşü, ya da tarihin tozlu sayfalarına böylece gömüldü” denebilecek bir kendi felaketinin altına imza koydu muktedir. 13 yıllık ikitidarının sonu belki de bu şekilde noktalanacak(tı).
Savaş açtı muktedir Kürde ve Kürdün siyasal müttefiklerine! “Yoksunuz” dedi, “Sizi kabul etmiyorum” dedi. Ve ilk fitil Suruç’a giden Kobanê’de çocuklara oyuncak parkı kurmak isteğinde olan gençelere yönelik oldu. Gençlerin 33’ü hain bir tetikçinin bombası ile katledildi. Ve o gün bu gündür, yani son bir aydır ülke bir “kaos” ortamına sürüklendi.
Yasa koyucu muktedirin asgari “Burjuva Ahlak” kuralları çerçevesinde kurduğu “meşruiyet”in de darp edilmesi üzerine yeni bir düzen(sizlik) bina edildi. Ayakkabı kutuları ve kasalarla para çalanlar, kendi kurdukları nizamı-intizamı-hukuku da çaldılar.
Seçimlerde yüzde 90 ve üzeri oy tercihini HDP’den yana kullanan Varto, Gever, Silopi, Silvan, Licê gibi yerleşkeler Türkiye Kürdistanının Kobanileri oldu. Yakılıp yıkıldı, insanlar katldeildi.
Türkiye Kürdistanı bir yol ayrımında!
Halk, genel olarak mutedil bir olgunluk içinde. Gerilla veya polis, asker ölümleri üzerinden cenazelerini defneden aileler “Yüksek sesle” dillendiriyorlar artık bu haksız ve kirli savaşın kimseye yararının olmayacağını. AKP ve HDP’ye oy verip tercihlerini kullananlar demeye getiriyorlar ki; “Biz, size savaşasınız diye değil barışasınız diye oy verdik”.
Ama savaş sürüyor. Kürt cenahı savaşın bütün şiddeti içinde dahi barış ve müzakere söyleminde ısrar ediyor. Barış hâla mümkün diyor. Egemenin bütün yok sayıcı, terörize eden inkârcı diline rağmen…
Diyarbakır’da kaç gündür sokağın nabzını edinmeye çalıştım.
Hizmet sektöründe, otelcilikte işletmeci olan ve şehrin merkezi yerinde çalışan Diyar’a soruyorum.
“Son bir aydır yüzde 30 kapasite ile çalışıyoruz. Rezervasyonlar tümüyle iptal oldu. Sadece bireysel gecelik yatışlarla ve düşük kapasiteyle çalışıyoruz. Bütün ölümleri dikkate alarak adeta üzüntümüzü içimize gömerek günü kurtarıyoruz. Gündem ve süreçle ilgili tartışma ortamlarında ise kendimizi adeta kasıyor ve aman siyasal anlam çıkarılmasın konuşmalarımızdan, siyasete malzeme olmasın diyoruz. Açıkçası korkuyoruz. İşyerimizin kapısına çıksak ne olacağını kestiremiyoruz. Ölsek, öldürülsek taziyemiz üç gün sürüp bitecek.
“Doksanlı yıllardaki savaşın kendine göre bir şerefi haysiyeti vardı. Bu savaş nedir, kimin adınadır aslında “belli” ama belli değil gibi! HDP seçimlere girdi, kabul edilse de edilmese de yüzde 13 oy aldı. Bunun hazmedilmemesinin açıklaması nedir? Nereye kadar bu tahammülsüzlük sürecek…”
Müslümanlaşmış Ermenilerden olan ve Kürtçe konuşan şimdilerde Surp Giragos Ermeni Kilisesinde yeniden kendi kimliğinin sahiplenişini yaşayan Dikran’a soruyorum.
Gözlerimin içine bakarak “Kekê, tarih tekerrür ediyor gördüğün gibi! Yüz yıl evvel bizimkiler soykırıma uğratıldığında demişlerdi biz sabah kahvaltısı isek bunlar sizi de öğlen yemeği yaparlar. Şimdi sizleri katlediyorlar. Azlığa, çokluğa bakmadan. Ama hep birlikte direneceğiz tabii ki.”
Bir başkası ciğerci Hamdullah’a soruyorum.
“Abi görüyorsun işte öğlen servis saati içerde beş müşteri var. Günde en az 50 kilo ciğer satardım. Son bir aydır en çok 12 kiloya çıkabiliyorum. Çok zor. Kötü olan ‘her yer karanlık.’ Ne umduk ne bulduk. Seçimlerde hep birlikte HDP’yi tercih ettik. Güçlü bir tablo ortaya çıkarsa en azından muhatabı dikkate alırlar dedik. Ne mümkün. Daha kötüsü oldu. Kabul etmiyorlar. Allah hayırlı bir kapı açsın”
Bir gece önce Licê’ye yıkıma, kırıma karşı nöbete gitmiş ve sabahı da Diyarbakır Sur Belediye Eşbaşkanlarının gözaltına alınması basın açıklamasında karşılaştığım Sur Mahalle Meclisi’nden esnaftan Musa’ya soruyorum; Bu Demokratik Özerklikten aklın ne kesiyor” diye!
Cevaplıyor; “Demokratik Özerkliği istemek ve uygulamasını talep etmek, hatta uygulamak biz Kürtlerin ve tabi Türkiye halklarının en doğal hakkı. Ama kabul etmiyorlar, etmezler de! Onlara bunu kabul ettirmenin tek yolu var, o da bizim bu zalimlere karşı toplu olarak birlik olmamız”
Kırk yıldır tanıdığım çarşı esnafından Berber Rahim’e soruyorum; Bu gençlerin üstünde çok durdukları Kanton dedikleri nedir sence?
Yanıtlıyor; “Valla bilmiyorum abê! Belki iyi bir şey olabilir. Mesela özyönetim diyorlar, kendi yönetim modelini savunmasını oluşturmaktan söz ediyorlar. Ama inan ki henüz ne olduğunu bilmiyoruz ki! Sanki önce bunların halka anlatılması lazım! Belki önce zaman tanınmalı, anlatılmalı, öğretilmeliydi. Sonra, kabul gördükten sonra uygulamaya geçilmeliydi.”
Hani bir halk tabiriyle bir vur bin ah işit derler ya! Halkın kelamı aynen öyle! Ama hepsinin ortak derdi bir an evvel bu ateşe bir tas su dökülsün ve bu savaş bitsin barış olsun. Kürdün kazandığı hakkı teslim edilsin.
Demokratik özerinden belediyelerin seçilmiş belediye başkanlarını derdest edip siyasetçilere yönelmek tek kelimeyle demokratik siyasete savaş diliyle cevap vermek. HDP daha BDP olduğu günlerden beri hatta KCK tutuklamalarının yaşandığı 2009 ve öncesinden bu yana demokratik özerkliği sadece Kürtler için değil, bütün Türkiye için bir “Siyasal model” olarak sundu/sunuyor. Bunu muktedir de devlet de elbette kabul etmeyebilir. Ama bunun yolu siyasal tavır alışta gizlidir. Uygulayıcıları tutuklamakta değildir. Bu siyasetin dilinin devletçe “terörize” edilmesinin hâlidir.
Kürt siyaseti bir model sunuyor tıkanan Türkiye yönetsel yapısına! Tıpkı geçmişte yaptığı ve sunduğu “Eşbaşkanlık” gibi, tıpkı “Çok dilli belediyecilik” gibi.
Eşbaşkanlığı da sistem önce kabullenmedi, savunanları lanetledi. Ama bugün literatüre girdi. Ve kadınların yönetimde söz ve karar sahibi olmasının siyasal ve yönetsel aracı haline dönüştü.
Aynen çok dilli belediyecilik gibi. Sur Beldiyesinin bu uygulaması belediye başkanı ve meclisi dâhil hapsedilmelerine ve feshedilemelerine sebep oldu. Ama yıllar içinde çok dilli belediyecilik meşru ve kurumsal bir yapıya dönüştü.
O halde demokratik özerk yönetim modelinin Türkiye’nin hayrına olup olmayacağını kim bilebilir ki! Kürt istedi diye karşı çıkmanın mantığı ne?
Eskiden, eskiden dediysek doksanlı yıllarda köyler “Güvenlik” gerekçesiyle boşaltılıyordu. Bugün ilçelerde, hatta büyük yerleşkelerde mahallelere sokaklara toplu çağrı yapılarak ev boşaltmaları yapılıyor.
Eskiden devletin baskısıyla kitle, toplu olarak köylerini devletin istediği süre içinde terk ediyordu. Bugün direniyor, boşaltmıyor, “canlı kalkan” oluyor.
Eskiden “İnternet” yoktu. Yapılan hukuksuzluk, yasa tanımazlık, yapanın geçici olarak yanına kâr kalıyordu. Günler, aylar sonra konuşma cesaretini bulan birilerinin tabi katledilmeyi de göze alanların konuşmasıyla çıplak gerçekler ortaya çıkıyordu. Mesela cesur bir gazetecinin birilerini konuşturması sonucu Yeşilyurt köyündeki dışkı yedirme olayının deşifresi!
Bugün ise internet var, anlık ve lokal olarak olayların anında öğrenilme fırsatı var. Ama iletişim engelleniyor. İnternet bağlantısı yok, telefonlar kesik. Dolayısıyla neler olup bittiğinden kamuoyu haberdar olamıyor.
Eskiden devlet “üç, beş çapulcu”ya karşı mağrur devleti koruma içgüdüsüyle savaşıyor ve bitireceğiz diyordu. Bugün altı milyon oy almış, 80 vekille meclise girmiş medyası, belediyeleri, stk’ları olan toplu bir halk örgütlenmesine karşı; adeta meşruiyeti tartışmalı bir tek adamlık üzerinden savaş yürütüyor.
Eskiden özel harekâtçılar kimliklerini ayan beyan deşifre ederek “savaş hâli”nin gereklerini icra ediyorlardı. “Maskeli” hallerini ise kendilerine “PKK”li görüntüsü vermek için tümüyle gerilla kıyafetlerine bürünerek gösteriyorlardı. Katlettikleri gerillaların kulaklarından “hatıra maskot” yapıyorlardı. Bugün ise halkın şerrinden korunmak için “maske” kullanıyorlar. Katliamlarında sınır tanımayıp teknolojinin olanaklarını da kullanarak yaygın medya ve internet üzerinden teşhiri deniyorlar.
Ezcümle bu “eskiden” ve “yeniden” muhabbetini uzatmak mümkün. Ama yeter, êdî bese…
Yaşananlar ciddi bir kopuşun ve korkunun nişanesi…
Ne yaparlarsa yapsınlar halkın gözünde meşruiyetini yitirmiş bir tek adamlık yitişe doğru gidiyor. Giderken de felaket yaratıyor… (ŞD/EKN)