İletişim Yayınları, üzerine çok az araştırma yapılmış bir konu hakkında, korucular hakkında bir kitap yayımladı: Devlet ve PKK İkileminde Korucular.
Mehmet Seyman Önder hazırladığı bu eserde, aşiretlerin korucular üzerindeki etkilerinden, koruculuğun olumlu ve olumsuz yanlarına, korucuların PKK ve devlete bakış açılarından, koruculuğun kaldırılmasına kadar çok çeşitli konularda emekli ve hâlâ çalışmakta olan korucularla gerçekleştirdiği görüşmeler ışığında etkili bir analiz yapmış.
Bunun dışında kitapta korucuların eğitim durumları, cinsiyetleri, medeni halleri, etnik kökenleri gibi bilgilere de yer verilmiş.
Devlet ve PKK İkileminde Korucular Mehmet Seymen Önder, İletişim Yayıncılık, Haziran 2015, 283.s |
PKK ile Türk ordusu arasında yaşanan çatışmalarda, bölge coğrafyasının ve şartlarının bilinmemesi ya da az bilinmesi sebebiyle, takviye bir güç gereği doğmuş ve köy korucuları sistemi oluşturulmuştu.
Yanı sıra, bölge halkının “düşman”ı tanıması da bu sistemin oluşturulmasında etkili olmuştu. Köy korucuları çatışma yaşanan bölgenin insanları olduğu için aynı zamanda PKK ve onun sempatizanlarına karşı, “devlet yanlısı” bir kesimin de varlığını göstermek, ortaya çıkarmak maksadı güdülmüştü.
Yazar, 1985 yılında kurulan köy koruculuğu sistemini, Osmanlı dönemindeki Hamidiye Alayları’na benzetiyor ve Hamidiye Alayları’nın ortaya çıkış nedenleri ve bu nedenlerle koruculuğun ortaya çıkması arasında bağlantılar kuruyor.
Osmanlı döneminde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de devlet, doğuda güvenliği sağlamak için aşiretlerden yararlanıyor. Köy korucularının önemli bir kısmı da aşiretlerden oluşuyor.
Bunda, aşiretlerin birlikte hareket etme ve aşiretin sözünden çıkmama geleneklerinin etkisinin yanında; PKK’nin feodal düzenin bir parçası olarak gördüğü aşiretlere saldırması ve aşiretlerin de bu saldırılardan silahlanarak korunma ihtiyacı duymalarının payı oldukça büyük.
Aynı zamanda korucuların “Neden koruculuğu kabul ettiniz?” sorusuna verdikleri cevaplar arasında en çok “devlet baskısı”nın öne çıkması da ilginç.
PKK’yi desteklemediğini göstermek için koruculuğun kabul edilmesi, bölgede sürekli olarak halkla iç içe olan asker ve emniyet güçlerinin halkın üzerinde kurduğu baskının bir göstergesi.
Ekonomik sıkıntılar da düzenli bir gelir sağlayan koruculuğun kabulünde etkin olmuş. Koruculuğu bırakmama nedenleri de kabul etme nedenleriyle benzerlik gösteriyor.
Özellikle koruculuğu kabul etmekle PKK’nin nefretini kazandığını düşünen korucular, görevi bırakmaları halinde silahsız kalacakları için örgütün açık bir hedefi haline gelmekten korkuyorlar.
Kitabın başlığının da belirttiği gibi, korucuların yaşadıkları en büyük sıkıntılardan biri PKK ve devlet arasında kalmış olmaları. “Hain” olarak görüldüklerinden bahsediyorlar. Sadece kendileri değil, aileleri de bu durumdan nasibini almış durumdalar; iş bulma, hatta alışveriş etme gibi basit günlük işlerde dâhi sıkıntı yaşadıklarını söylüyorlar.
Mehmet Seymen Önder bu bağlamda koruculara Kürt sorunu ile ilgili fikirlerini de sormuş. Bu konuda korucular arasında farklı fikirler mevcut. Kimisi sorunun varlığını kabul ederken, başka bir kısım ise kesinlikle böyle bir şeyin olmadığını ifade ediyor; reddedenler arasında bunun ekonomik bir sorun olduğunu söyleyen de var, “dış güçlerin oyunu” olduğunu iddia eden de…
Kabul edenlerin odaklandıkları nokta dil ve anadilde eğitim hakkı olmuş. Çocuklarının kendi dillerini özgürce konuşabilmelerini ve eğitimlerini de bu dilde sürdürebilmelerini temenni ediyorlar.
Devletin bu konuda attığı adımları olumlu bulanların yanı sıra, yapılanları “oyalama taktiği” olarak görenler de var. Devlet baskısını ciddi şekilde üstlerinde hisseden korucuların bazıları ise isimleri gizli tutulduğu halde bu tarz sorulara cevap vermekten imtina etmişler.
Aynı şekilde PKK’ye bakış açıları da incelenmiş. Korucular içinde PKK’yi “Kürt halkının hakları için mücadele eden bir örgüt” olarak tanımlayanların oranının yüksek olması ilginç.
Hatta daha da ileri giderek, kendi yaptıklarının (koruculuğun) “şerefsizlik” olduğunu ifade edenler de var. Yazarın deyimiyle PKK’ye karşı “[…] bir sempati duygusunun bulunduğunu söylemek mümkün.”
Bu konuda şu ifade de bu fikri güçlendirecek türden: “İçişleri Bakanlığı’nın 2005 yılında yaptığı açıklamaya göre, 1985 ile 2005 tarihleri arasında 2 bin 384 köy korucusu terör ve teröre yardım-yataklık suçu işlemiştir.”
Bunda devletin korucu olmaya zorlamasının payı olabileceğini öne sürüyor yazar. Tabii aynı ölçüde örgüte karşı olanlar da var. Kimileri PKK’nin ne yaptığının, amacının ne olduğunun muğlak olduğunu, kardeşi kardeşe kırdırdığını düşünüyorlar.
Devletin ise kendilerini kullandığını iddia edenler çoğunlukta. Koruculuğu kabul ederken çatışmalara girmek zorunda kalmayacakları, kendi köylerinden dışarı çıkmayacakları söylenmiş olmasına rağmen çatışmalara girdiklerini, üstelik bu çatışmalarda askerin onları ön saflara sürerek canlarını tehlikeye attığını ifade ediyorlar.
“Evet kullanılıyoruz. Biz operasyonlarda ön saflara sürülüyoruz. Bir temas olursa (PKK ile) ilk biz öldürülürüz. Bir mayın olursa da ilk biz basarız.” Bu kullanılma duygusunda diğer güvenlik birimleriyle –hemen hemen aynı işi yapıyor olmalarına rağmen- eşit haklara sahip olmamalarının da payı var. Özellikle sosyal güvencelerinin olmaması, bunda ciddi bir rol oynuyor.
Korucuların can güvenliklerinden sonra en fazla endişelendikleri konu ''gelecek''.
Çözüm süreci başarıya ulaştığı takdirde kendilerine ihtiyaç kalınmayacağını bildikleri için endişeliler. Böyle bir durumda talepleri, (erken) emekli edilmek, bir kamu kurumuna yerleştirilmek ve can güvenliklerinin sağlanması.
Koruculuğun kaldırılması konusunda tek endişeli olanlar korucular değil. Askerî yetkililerden biri, kendi yaşadıkları endişeyi şu şekilde ifade etmiş: “PKK azalınca ekmeğinden olan GKK’ler (Geçici Köy Korucuları), sorun çözülmesin diye olay çıkaracaktır. Bu önemli bir sorun olacaktır. PKK bitince biz GKK ile savaşacağız.”
Mehmet Seyman Önder, bu kitabıyla Kürt meselesinde –çok da farkında olmadığımız- bir yer işgal eden köy korucularıyla ilgili titiz bir çalışma ortaya çıkarmış.
“Hain”, “işbirlikçi” ya da bazılarınca tam tersi biçimde “vatansever” olarak görülen korucular hakkında bugüne kadar pek bilinmeyen, araştırılmayan noktalara temas etmiş ve bunu yaparken onlara söz vermeyi de ihmal etmemiş. Türkiye’yi uzunca bir süredir meşgul eden Kürt meselesini anlamak ve bu meselenin sadece iki taraftan ibaret olmadığını fark edebilmek için güzel bir fırsat…
Yazar hakkında
1980’de Mardin-Kızıltepe’de doğdu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır’da okudu. Lisans ve yüksek lisansını Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünden aldı. Diyarbakır’da yerel basında muhabir, editör ve haber müdürlüğü yaptı. Özel ve kamu sektöründe sosyolog olarak çalıştı. Ağustos 2011’de Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. 2013'ten bu yana Bingöl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Yrd. Doç. Dr. olarak öğretim üyesi. (MMÖ/HK)