Ahmet Şık 3 Mart 2011 günü gözaltına alınmıştı. 6 Mart günü tutuklandı. Polis evinden alırken “Dokunan yanar” demişti.
Ahmet Şık polis otosuyla emniyete götürülürken apartmanının kapısında basın açıklaması yapan avukatı Bülent Utku “''Müvekkilim, son zamanlarda hazırladığı ‘İmamın Ordusu’ ismini vermeyi düşündüğü Fethullah Gülen'in cemaatteki örgütlenmesini anlatan kitap nedeniyle gözaltına alındığı düşüncesini bize iletti'' demişti.
Şık'ın Gülen Cemaati'nin son 25 yıldır emniyet teşkilatındaki örgütlenmesini, kurduğu ilişkileri, yapılanmasını araştırıp aktardığı kitap suç unsuru sayılmıştı. 23 Mart günü İthaki Yayınları'na baskın düzenlenmiş ve henüz basılmamış kitabın dijital kopyaları imha edilmişti.
Kitap daha sonra “000 Kitap - Dokunan Yanar” adıyla Postacı Yayınevi’nden 125 kişinin imzasıyla 16 Kasım günü yayınlanmıştı.
Bu üç paragraf uzun, sıkıntılı bir dönemin kısa bir özeti. Muktedire de bir mesajı var “düşünceleri engellemek o kadar kolay değil”.
Ahmet Şık 12 Mart 2012 günü tahliye edildi. Oda TV Davası hukuki bir fecaat olarak sürüyor; duruşma günü 30 Ocak 2015.
Oda TV Davası süredursun, Ahmet Şık dijital kopyası imha edilen, arkadaşlarının el birliğiyle insanlara ulaştırdığı çalışmasını sürdürdü. Bu süreçte İmamın Ordusu köprüsünün altından sular aktı, iktidar bloğunda önce çatlama ve son aylarda görüldüğü üzere yarılma gerçekleşti.
Ahmet Şık bir vakanüvis titizliğiyle yaşadığımız günleri kayda aldı. “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” adıyla yayınlanan kitabı, “Ben karıştırdım, şimdi neler oluyor?” ya da “Ne olmuştu, şimdi bu kimdi, ne demişti, bu kimlerdendi?” sorularıyla muzdarip olanların imdadına yetişiyor.
"Hırsızlar çete, çeteler hırsız"
Kitabın adı kadar önsözün başlığı zaten yetirince ipucu veriyor ne okuyacağınıza: “Hırsızlar çete, çeteler hırsız”.
“Savaşın taraflarından biri olan Fethullah Gülen Cemaati bir dini yapı mı, sivil toplum hareketi mi, siyasi bir hareket mi, paralel devlet örgütlenmesi mi, devleti ele geçirmeye çalışan bir örgüt mü? Yanıt verenin pozisyonuna göre bu söylenenlerin tümünün bir karşılığı var.”
Bugün iktidara yakın gazetelerin her gün (lafın gelişi değil; gerçekten her gün) içinde “paralel” geçen manşetleri, Gülen Cemaatini iyiden görünür kılmadan öncesini çok hatırlamıyor olabilirsiniz. Şık şöyle diyor: “Kabul edelim ki, AKP ile savaşa tutuşana kadar Cemaat için en iyi tanım hayalet idi.”
Gerçekten de varlığı bilinen ama tanımlamakta zorlanılan bir dönem yaşandı. “Devlet içinde, güvenlik bürokrasisi başta olmak üzere her yere sızıp, her yerde olup hiçbir yerde olmadığını iddia eden bir yapı ancak hayalet olabilirdi. Ne zaman ki birlikte suçlara imza attıkları bir diğer güç odağıyla savaşa tutuştu, işte o zaman hayalet ete kemiğe büründü.”
Basın özgürlüğü ne durumda?
Şık bu mücadelenin iktidarı ele geçirme değil, bizatihi devletin kendisini ele geçirme üzerinden gerçekleştiğini söylüyor. 611 sayfalık uzun anlatısı, yaptığı araştırma, referansları, yorumlarıyla okura büyük resmi en ince detayına kadar koyuyor. Benim heyecanla okuduğum bölüm iktidarın baskısını deşifre eden tapeleri kronolojik sırayla aktardığı bölüm oldu. Her gün bir başka tapenin yayınlandığı o karmaşık günlerde, basın özgürlüğünün nasıl zarar gördüğünü, atladığım detayları fark ederek okudum.
Uzun, zorlu bir çalışmanın ürünü her şeye rağmen yarım kalmış bir çalışma. Çünkü düne kadar “paralel” ilerleyen iki çizgi her fırsatta birbiriyle çakışıyor; onlar birbirine çakıştıkça ülke çalkalanıyor.
Sonsöz’e zaten bu tespiti koyarak başlıyor Şık: “Bu satırlar yazıldığı sırada Cemaat’i hedef alan, çoğunun ayrıntısı daha netleşmemiş soruşturmalar bunlardan ibaretti. Yani bu hikâye henüz yeni başlamıştı. Görünen o ki davalar açıldıkça, soruşturma dosyaları ortaya çıktıkça bu yeni dönemin hukuksuzlukları için de yeni bir çalışma yapmak gerekecek.”
Eklemek de fayda var devlet var oldukça bu konuda yazılacak her kitap tarafları farklı da olsa bezer biçimde yarım kalacak. Çünkü her güç odağı için devlet denilen aygıtın kendisi ele geçirilmeyi bekleyen bir ganimettir.
Şöyle diyor Şık: “AKP-Cemaat ittifakı ve savaşı ortaya koydu ki sorun, sistemi kimin elinde tuttuğu değil bizatihi sistemin kendisi. Kurallarını ve kimin ne şekilde dâhil olacağını gücü elinde bulunduranın belirlediği bu oyunda olmak zorunda değiliz. Çünkü herkes için daha fazla hak, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi istedikleri için katledilenlere borcumuz var. Ve sistemi değiştirmenin tek yolu, adına seçim denilen hileli oyun masasını devirmekten geçiyor.” (HK)