İspanya'nın Bask meselesi anaakım medyada da zaman zaman kendisine yer bulan, "Bask modeli" şeklinde Türkiye'nin Kürt meselesine atıfta bulunularak gerek köşe yazarları gerekse birtakım siyasi aktörlerin ilgi odağında olan bir konudur.
Birbirinden çok farklı toplumsal, ekonomik ve politik dinamikler üzerinde şekillenmiş olan aynı toplumsal fenomenin bu iki örneğini sıklıkla yanyana görmemizi sağlayan ise politik aktörlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinden kaynaklanır. Bu aktörler bilindiği üzere bir yanda İspanya Krallığı ve ETA (Euskadi Ta Askatasuna - Bask Ülkesi ve Özgürlük) diğer yanda ise Türkiye Cumhuriyeti ve PKK'dir (Partiya Karkêren Kürdistan - Kürdistan İşçi Partisi). Her iki ulus devletin de toplumsal meşruiyetinin en azından oldukça sorunlu olduğunu söyleyebileceğimiz Güney Bask Ülkesi ve Kuzey Kürdistan'daki tarihsel gelişmeler ve bu gelişmelere bağlı dönüşümler, söz konusu bu hegemonik güçlerce takip edilen politikalarla çok yakından ilişkili.
İspanya Krallığı ve ETA bağlamında bu tarihsel dinamikleri burada sıralamak mümkün olmasa da bugün itibariyle gelinen noktada İspanya'nın yürüttüğü politikanın ETA silahlı direnişinin toplumsal meşruiyetini Bask Ülkesi'nde zamanla zayıflattığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle Fransa ve İspanya arasındaki işbirliğinin etkisiyle 1990'lardan bu yana örgütün askeri kanadından önemli sayıda militan İspanya ve Fransa'da yakalanarak uzun hapis cezalarına çarptırıldı.
Her ne kadar bu "başarılı" terörle mücadele stratejisi ve işbirliği 1975'te diktatör Franco'nun ölümünü takiben yavaş yavaş oluşmaya başlayan görece demokratik atılımlar ve geliştirilen yerel yönetim modeliyle önemli meyveler vermiş olsa da, İspanya'nın bu süreç içersinde takip ettiği politikanın ne denli demokratik ve insani olduğu çoğu zaman gözardı ediliyor ve sadece uluslararası kamuoyunda değil, İspanya'da dahi pek mevzu bahis edilmez.
Söz konusu durum hem İspanya'da hem de uluslararası kamuoyunda (Türkiye'deki Bask modeli örneği vurgusunda olduğu gibi) ciddi yanılsamalar ve varolan mevcut durum hakkında hukuk devleti ve demokrasi anlamında kusursuz olduğu gibi son derece hatalı bir algı yaratılıyor.
1983 - 1987 dönemine damgasını vuran ve İspanya'nın demokrasiye geçiş dönemi sonrasında sistematik şekilde uyguladığı devlet terörü pratiği olan GAL hareketi (Grupos Antiterroristas de Liberación - Antiterör Özgürlük Grupları) ve AİHM tarafından İspanya Devleti'nin defalarca kusurlu bulunduğu işkence ve kötü muamele vakalarını son derece bariz örnekler olmaları bakımından bir kenara ayırırsak, bugünkü mevcut durumda Bask meselesinde en önemli sorunun 1989'dan bu yana Bask siyasî mahkûmlarına karşı uygulanmakta olan tecrit politikası olduğunu söyleyebiliriz.
Tecrit politikası, İspanya'da terörle mücadele kapsamında ETA-militar[1] mensupları başta olmak üzere Yurtsever Bask Solu (Izquierda Abertzale) hareketinin çeşitli politik ve sendikal yapılanmalarını oluşturan KAS (Koordinadora Abertzale Sozialitza - Yurtsever Sosyalist Koordinasyonu), LAB (Langile Abertzaleen Batzordeak - Yurtsever İşçi Komisyonları) gibi hareketler ve 1990'lardan sonra özellikle kale borroka (sokak çatışması) eylemleri ile ilişkilendirilen Jarrai, Haika ve Segi gibi yurtsever gençlik örgütlenmelerine uygulanan ve tüm hükümlülerin Bask ve Navarra Foral Otonom Bölgeleri'nin dışındaki ceza infaz merkezlerine dağıtılmasını ve bu merkezlerde de sıklıkla modulos de aislamiento (tecrit modülü) uygulamasına maruz kalmalarını öngören bir devlet politikasıdır.
Güney Bask Ülkesi'nden (Hegoalde) 300 ilâ 1200 km. arasında değişen mesafelerde ceza çekmekte olan hükümlülerin tabi tutuldukları bu politika yalnızca Uluslararası Hukuk'a aykırı olmakla kalmamakta ayrıca hükümlü aile, akraba ve yakınları için de her haftasonu 45 dakikalık ziyaretler için yüzlerce kilometre yol katetme anlamına geliyor.
Silahlara veda ederken
17 Ekim 2011 tarihinde Gipuzkoa Bölgesi'nin San Sebastián (Donostia) şehrinde Bertie Ahern, Gerry Adams ve Koffi Annan gibi önemli isimlerin girişimleriyle toplanan Uluslararası Barış Konferansı okuduğu bildiri metniyle tüm taraflara Avrupa'daki bu son silahlı çatışmayı sonlandırma ve dialog çağrısında bulunmuş, üç gün sonra, 20 Ekim 2011'de ETA silahlı mücadele stratejisini tamamen geride bıraktığını bildirmişti.
Bu gelişmeleri takiben ağırlığı Yurtsever Bask Solu temsilcilerinden oluşan; ancak aynı zamanda köklü bir tarihe sahip olan geleneksel sağ ve Bask ulusalcı partisi PNV'den (Partido Nacionalista Vasco - Milliyetçi Bask Partisi) ayrılan Eusko Alkartasuna (Bask dilinde "Bask Dayanışması") ile yine yurtsever ideolojiyi paylaşan Alternatiba ve Aralar gibi siyasal aktörler bir araya gelerek Bildu (Bask dilinde "bir araya gelme, birlik olma") koalisyonunu oluşturdular.
Yerel, Genel ve Otonom bölge seçimlerinde çok önemli başarılara imza atan koalisyonun üzerindeki yargı baskısı da bu dönemde giderek şiddetlendi. Önce koalisyon içersinde en önemli ağırlığa sahip olan Yurtsever Bask Solu partisi Sortu (Bask dilinde "doğuş, ortaya çıkma") 2003 yılında İspanya Yüksek Mahkemesi tarafından kapatılan Herri Batasuna'nın devamı olduğu gerekçesiyle yasaklandı.
ETA'nın şiddeti de dahil olmak üzere her türlü şiddeti reddettiğini parti tüzüğünde açıkça ifade eden Sortu'nun 22 Mayıs 2011 yerel seçimlerinden hemen önce yasaklanması, daha sonra açık listelerle aynı seçimlere katılmayı deneyen Bildu koalisyonunun da seçim listesinde yer alan bütün isimlerin silahlı terör örgütüyle ilişkili oldukları gerekçe gösterilerek yasaklanması düşündürücüdür.
İspanya Yüksek Mahkemesi'nin 61. özel salonunun bu kararları daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından bozuldu ve Yurtsever Bildu koalisyonunun "Yeni Strateji" olarak adlandırdığı Bask özgürlük hareketinin askeri kanadının (ETA) henüz lağvedilmese de tamamen pasifize edilmesi bu şekilde başladı.
Yeni strateji, değişmeyen politika
Bugün Bask yurtsever siyasal hareketinin bu yeni stratejisi karşısında İspanyol yargı organları ve kolluk güçleri temkinli davranmaya ve hareket üzerindeki hukuksal ve siyasal baskıyı sürdürmeye devam ediyor.
Genel olarak İspanya ölçeğinde kitle iletişim araçlarının ve İspanya politik merkez sağ ve sol kanadını temsil eden iki ana ulusalcı siyasî partisi olan PP (Partido Popular - Halk Partisi) ve PSOE (Partido Socialista Obrero Español - İspanya Sosyalist İşçi Partisi) 1990'lardan günümüze bir miras olarak kalan "her türlü yurtsever girişim ETA'dır" düsturunu sürdürdükleri görülüyor. Dolayısıyla 2000'li yılların başında şiddeti oldukça artan ve "terörle mücadele" adı altında bir anlamda siyasal meşruiyet zemini oluşturulmaya çalışılan sistematik politik infaz devam ederken, Uluslararası Barış Grubu'nun çağrısı ise havada kaldı.
Yurtsever Bask hareketinin farklı gruplardan temsilcilerinin bu yeni stratejiden bahsederken sıklıkla vurguladıkları ortak nokta ise hareketin "tek taraflı" olduğudur.
Bu bağlamda İspanya Devleti'nin adım atmaması durumunda dahi barış ve özgürlük politikasına devam etme, başta Bask siyasî hükümlülerinin tecriti meselesinin çözümlenmesi olmak üzere, Bask Ülkesi'nin kendi geleceğini tayin ve inşa etme mücadelesinin sürdürülmesi hedefleniyor.
Bu yeni tek taraflılık stratejisi karşısında İspanya Devleti'nin ve iktidardaki PP hükümetinin tavrı dikkat çekici. Uluslararası Barış Konferansı çağrısı ve Bask yurtsever hareketinin gerek askeri gerekse siyasi aktörlerinin kollektif çağrıları, Bask Ülkesi'ndeki toplumsal grup ve platformların girişimleri karşısında İspanya hükümetinin başlangıçtaki tavrı "tepkisizlik" şeklinde oldu. Çatışmanın sonuçlarının değerlendirilmesi ve bunun üzerinde çalışılması mesajları "ETA silhalarını teslim edip kendisini lağvetmediği sürece hiçbir adım atılmayacaktır" cevabı ile karşılık buldu. Ancak gariptir ki bu dönem içinde silahsızlanma sürecinin başlatılması için gerekli olan teknik meselelere de hiçbir şekilde atıfta bulunulmamıştır.
Yeni baskı mekanizmaları
Hükümetin tavrındaki son dönemdeki değişim ise ilginç bir şekilde bu "tek taraflılık" durumunu ortadan kaldırmış, hükümet yapılan çağrılara ve toplumsal eylemlere karşı bir duyarlılık içersine girmiş ve cevap vermeye başladı.
Ne var ki bu cevap yapıcı ve pozitif olmaktan çok son derece yıkıcı ve negatif bir şekilde oluyor; Bask yurtsever siyasal oluşumları açıkça tehdit ediliyor, her türlü sosyal aktör üzerinde sistematik bir baskı mekanizması kuruluyor.
Herrira platformu[2] gibi çalışma şekil ve prensipleri son derece şeffaf ve legal olan ve amacı Bask siyasî hükümlüleri ve ailelerine hukuksal ve psikolojik destek olan platformunun farklı bölgelerdeki ofisleri İspanya askeri polisi (Guardia Civil) tarafından eşzamanlı operasyonlarla basıldı, ofisler mühürlendi ve üyeleri gözaltına alındı. Yine Inés del Río davasında İspanya'nın Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'nun 5. ve 7. maddelerini ihlâl ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hükme bağlandı.
Ardından Parot Doktirini olarak bilinen ve birçok Bask siyasî hükümlüsünün daha önce kazandığı ceza indirimi hakkını geriye dönük şekilde yeniden hesaplayarak hak mahrûmiyetine sebep olan 197/2006 doktrini iptal edildi. Bu karar sonucu 50'den fazla ETA militanı tahliye edildi. Aralarında José Antonio López Ruiz (Kubati), Juan Lorenzo Lasa Mitxelena ('Txikierdi), Francisco Javi Martínez Izagirre (Javi de Usansolo) gibi tarihi figürlerin de olduğu ve çoğunluğu Parot Doktrini'nin iptaliyle yakın zamanda tahliye edilen 60'tan fazla militan, EPPK'nin (Euskal Preso Politikoen Kolektiboa - Bask Siyasî Hükümlüleri Kollektifi) 28 Aralık 2013'te yayınlamış olduğu, yaşatılan acıların tanındığını ifade eden ve İspanya yasalarına uyularak bir çözüm talebinde bulunan bildiriye destek vermek üzere 4 Ocak 2013'te Bizkaia bölgesindeki Durango kasabasında bir araya gelerek bir basın toplantısı düzenledi.
Bu, Bask meselesi tarihinde ilk kez atılmış bir adım olmasının yanı sıra İspanya Devleti açısından da çok hazin bir gerçeği gözler önüne sermekteydi. İspanya genelinde onlarca cezaevinde tecrit politikasına tabi tutulmuş, aile ve sosyal çevrelerinden tamamen koparılmaları planlanmış ve bu şekilde her biri 20 yıldan fazla hüküm giymiş olan 60 militan henüz özgürlüğe ilk adımı attıkları saatlerde bir araya gelip böylesi bir bildirinin altına imza atmışlardı. Bu durum devletin tecrit politikasının militantizmi yok edemediği, aksine tutuklu yakınlarını uzun yıllar boyunca yüzlerce kilometrelik seyahatlerde, polis-jandarma aramalarıyla, tehditlerle cezalandırarak hayatları boyunca hiçbir şekilde aktif anlamda bir politik duruşu olmamış binlerce insanın da politize olması ve devleti "düşman" olarak görmeye başlamaları anlamına geliyordu.
Yağmur damlalarının yasaklanması: 11 Ocak 2014
Her yıl geleneksel olarak Bizkaia Bölgesi'nin kalbi Bilbao'da (Bilbo) bütün siyasî hükümlü ailelerini bir araya getirerek onlara destek veren halkla Euskal Presoak Euskal Herrira (Bask hükümlüleri Bask Ülkesi'ne) sloganı altında buluşturan Herrira'nın faaliyetlerinin ETA'yla bağlantılı olduğu gerekçesiyle durdurulması 2014'ün ilk günlerinde Tantaz Tanta[3] isimli platformun organizasyonuna engel olamadı.
Bask yurtsever koalisyonu ve koalisyona yakınlığıyla bilinen sivil toplum örgütleri, platformlar, kollektifler 11 Ocak 2014'te büyük mitingi her zamankinden daha farklı olarak konserler, aktiviteler ve büyük yürüyüşle damlacıklardan bir mavi dalga oluşturarak kamusal alanın bir günlük işgali olarak tasarladılar.
Bask Ülkesi'nin Iparralde'den (Fransa sınırları içersinde kalan Kuzey Bask Ülkesi) Navarra'ya her bölgesinden temsilcilerinin Bilbao'ya akın ettiği bir gün öncesinde 10 Ocak 2014 günü İspanya Ulusal Mahkemesi hakimi Eloy Velasco'nun talimatıyla büyük miting "Herrira'nın devamı yerine kurulan bir platform tarafından organize edildiği" gerekçe gösterilerek yasaklandı.
Yasaklama kararı yalnızca Bask yurtsever hareketinde yer alan siyasi parti ve toplumsal gruplarca değil, aynı zamanda Bask meselesi bağlamında demokrasiye geçiş döneminden bu yana sürekli olarak İspanya hükümetleriyle uyumlu bir politika izleyen PNV tarafından da şiddetle eleştirildi.
Lehendakari Iñigo Urkullu (Bask Parlamentosu Başkanı) silahların sustuğu ikinci yılda son derece saldırgan ve provokatif bir Bask politikası takip eden İspanya İçişleri Bakanı Jorge Fernández Díaz'ın "çözüm için uygun olmayan kişi" olduğunu bildiriyor, İspanya'yı yeni bir ceza infaz politikası izlemeye davet ediyordu.
11 Ocak büyük mitinginin yasaklanması haberinin hemen ardından Bask Ülkesi tarihinde eşine çok ender rastlanacak şekilde ideolojik anlamda iki zıt ulusal haraket, geleneksel sağ Milliyetçi Bask Partisi PNV ile yurtsever bask hareketi EH Bildu koalisyonu, bunlara yakın iki büyük sendika ELA ve LAB ile Navarra Foral Bölgesi'nin önemli Bask ulusalcı partisi Geroa Bai'in de (katılımıyla 11 Ocak 2014 akşamı büyük bir sessiz yürüyüşle İspanya adaletini protesto yürüyüşü çağrısında bulundular.
Bask ulusalcı hareketinin yakası bir araya gelmesi hemen hemen imkansız olan iki büyük gücü bu şekilde İspanya Devleti'nin baskı politikası sayesinde bir araya gelmiş oldu.
11 Ocak 2014 akşamı saat 18.00'de Bilbao şehrindeki Casilla Belediye Spor Salonu'nun hemen önünde bir araya gelen 100 binden fazla insan Bask siyasî hükümlü ailelerinin oluşturulan insan koridorundan geçişini alkışlar eşliğinde selamladılar ve bir kez daha "presoak kalera, amnistia osoa" (mahkumlar dışarı, genel af) sloganıyla büyük sessizlik bozuldu. Bilbao Belediye binası önünde son bulan yürüyüş sonrasında herhangi bir açıklama yapılmadı ve büyük miting başladığı gibi sessiz şekilde sona erdi.
Sessiz çığlığın ardından
11 Ocak 2014'ün İspanya ve Bask Ülkesi medyasında yer alış şekli yine eskisinden pek farklı olmadı. Mevcut hükümete ve monarşik düzene yakınlığıyla bilinen gazete ve televizyon kanalları protestoyu "ETA destekçilerinin utanmaz gecesi" diye tarif edip İspanya Ulusal Mahkemesi'ni bu ikinci protestoyu da hemen yasaklayıp müdahalede bulunmadığı için suçlarlarken, özellikle Bask yurtsever soluna yakın kaynaklar mevcut sorunun önemine atıfta bulunarak Bask ulusal güçlerine birlik çağrısını yinelediler.
Bask sorununa ilişkin algı farkı bir kez daha kendisini gösteriyordu: Bir yandan Bask meselesini ETA'nın askeri stratejisine indirgeyip silahların teslim edilmesini Bask sorununun çözümü ile eş anlamlı gören ve PP, PSOE ve UPyD gibi İspanyol ulusalcı partilerin söylemlerinde hayat bulan bir yaklaşım söz konusuyken, diğer tarafta ise 50 yıllık silahlı çatışmanın trajik ve acılı sonuçlarına odaklanma, uzun vadede ise Bask Ülkesi'nin kendi geleceğini tayin hakkının kendisine sunulmasını hedefleyen kesimlerin talepleri söz konusu.
Bask yurtsever hareketinin askeri kanadı ETA doğrudan kamuoyuna seslenmemiş de kendi militanlarına gönderdiği örgüt içi bir mesajda süreci destekleme konusunda kararlı olduğunu yineledi.
İspanya hükümeti ve İspanya devletinin ideolojik aygıtlarında herhangi bir tutum değişikliği olması ihtimali ise çok düşük; devam etmekte olan davalarda 200'den fazla kişi yargılanıyor. Hakim Eloy Velasco, Bask siyasî hükümlüleri kollektifinin gözaltına alınan sekiz mensubu hakkında tutuklu olarak yargılanalarına karar verdi ve uzun yıllardır tecrit politikasına maruz kalan Bask siyasî mahkumlarının (İspanyol ulusalcı söyleminde yer aldığı şekliyle "ETA teröristlerinin/katillerinin") Bask Ülkesi'ndeki cezaevlerine getirilmesi konusu mevcut durum devam ettiği sürece çok uzak bir ihtimal gibi duruyor.
Nitekim 11 Ocak sonrasında hükümet kanadından gelen ilk açıklamada İçişleri Bakanı Jorge Fernández Díaz'ın "birkaç gösteri yapıldı diye ceza infaz politikası değiştirilmez" demesi ve İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'un da birkaç gün sonra buna destek veren bir açıklama yapması hükümetin bundan sonraki tutumunda pek bir değişiklik olmayacağının işaretini veriyor.
Bununla birlikte ETA'nın silahsızlanma sürecine ilişkin adımları atmaya başlayacağı da hareketin siyasî kanadına yakın gruplar arasında dolaşan bir söylenti.
Örgütün bu konuda somut bir adım atması durumunda en azından yeni bir ceza infaz sisteminin uygulanmaya başlaması ve İspanya'nın üzerine düşen düzenlemeleri yapması beklenmekte. Ne var ki ETA meselesi son ekonomik kriz ve büyük yolsuzluk skandallarıyla büyük destek kaybı yaşayan PP hükümetinin mevcut seçmenini tatmin etmesi için elinde kalan birkaç etkili silahtan birisi olması bakımından halen çok önemli bir konu.
İspanyol ulusalcı kesimlerinin (bunu sıklıkla talep etseler de) ortadan kalkmış bir ETA yerine askeri anlamda zayıf ve pasif bir ETA'yı tercih ettiklerini söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bu da varolan Bask realitesine ait birbirine taban tabana zıt olan iki söylemin hiçbir zaman ortak bir paydada bir araya gelip, tek bir grup, ülke veya yönetimin değil; bütün herkesi kapsayan bir adalet, barış ve özgürlük konseptinin temelini atabilme ihtimalini ortadan kaldırıyor.
Mevcut durumda çatışmanın acıları dindirilmeden, ulusal sınırların ötesinde bir ortak yaşam alanı oluşturulmadan Bask siyasal hareketinin yine tek taraflı bir şekilde "agur" (hoşçakal) demesinden başka pek bir seçenek kalmayacağı söylenebilir.
[1] ETA'nın temelleri 1966-1967'de iki bölümde toplanan V. kurultayına kadar giden ve nihayet 1973'teki ikinci VI. kurultayında iyice netlik kazanan ideolojik ve yöntemsel farklılılarından sonra bağımsız ve sosyalist Bask Ülkesi için silahlı direnişi ana referans noktası olarak alan ve 1982'de ETA-político-militar grubunun Euskadiko Ezkerra [Bask Solu] partisine dahil olarak kendisini lağvetmesiyle tek kalan ve bugün silahlı mücadeleyi terketse de henüz kendisini lağvetmeyen silahlı örgüt.
[2] Bask siyasî hükümlülerinin Bask Ülkesi'ne yakınlaştırılmasına atıfta bulunularak organizasyona Herrira (Ülke'ye) adı verilmiştir.
[3] Bask dilinde "damla damla, birer birer" anlamına gelmektedir. Eylemin amacı damlalardan bir deniz oluşturulması için olabildiğince yüksek bir katılım sağlamaktır.