Geçtiğimiz hafta sonu (8.12.2013) uzun yıllar Almanya’da bir siyasi sürgün olarak yaşadıktan sonra ülkesine dönen ve memleketinde, Diyarbakır’ın Lice ilçesinin bir köyünde evini yeniden yapıp yerleşen dostum, arkadaşım Zerruk Vakıfahmetoğlu’na iki arkadaşımla bir ziyaret yaptık.
Zerruk’un köyüne gitmişken Lice çarşısında da bir tur atıp yoksul bir kahvehanede odun sobasının başında demli çaylar içip hemşehri muhabbetini de eksik etmedik.
Akşamüzeri Diyarbakır’a dönüş yolunda henüz Lice’den ayrılmıştık ki; park halindeki araç konvoyunun son halkasına eklemlendik. Kısa bir süre sonra ön sıralardan kopup geri dönen araçtakiler, yolun trafiğe kaza ya da başka bir nedenle kapatıldığını uzun süre de açılmayacağını ifade edince geri dönüp kısmen daha uzun olan Hanî yolundan Diyarbakır’a döndük.
Akşam haberlerinde Lice yolunda gerillanın yolu kestiğini ve rütbeli dört askeri alıkoyduğunu öğrendik. Son günlerde Yüksekova’da yaşatılan devlet terörüne bir “uyarı” eylemi olduğuna vurgu yapıyordu haber. Buraya kadarı rutin ve bölge gerçekleriydi.
Asıl önemlisi dört askerin gerillalarca alıkonulması üzerine başbakanın açıklamasıydı.
Kısa ve özetle şöyle diyordu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Bırakılacaklarını umuyorum”. Evet, üzerinden 24 saat geçmeden Barış ve Demokrasi Partisi yetkililerinin aracılığıyla askerler serbest bırakılmıştı.
Daha önceleri benzer durumlarda “Devlet eşkıya ile pazarlık yapmaz. İnlerinde boğup, askerlerimizi kurtarırız” diyen muktedir. Bu kez gayet mutedil ve kırmayan dökmeyen bir dille “muhatabına” hitap ediyor ve diğer yakadan da uygun üslupla karşılığını alıyordu.
Doğrusu buydu diye düşünüyorum. Adına “Demokratik Barışçı Çözüm Süreci” denilen yol yürüyüşü galiba böyle bir “dil” üzerinde ısrarı zorunlu kılıyor(du).
Tam da böylesine karşılıklı diplomatik yol “kazaları”nın sükûnetle aşıldığının gündeme düştüğü esnada bir başka davranış örneği hukuk cephesinden orta yere küt diye düştü.
Dört yıl dokuz aydır mahpusta olan Cumhuriyet Halk Partili ve “Ergenekon” tutuklusu vekil Gazeteci Mustafa Balbay Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla tahliye ediliyordu. Bu tahliye birçok kesim tarafından adeta demokrasinin kazanımı gibi lanse ediliyordu. Üstelik “garip ve tuhaf” bir rastlantı olmalı ki tam da 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne denk geliyordu. Mustafa Balbay’ın tahliyesi ve Meclis’te “gecikmiş (vekalet) yemini”.
Elbette gazeteci Mustafa Balbay’ın serbest bırakılması sevindirici. Ama nedense bu tahliyeye sevinen ve alkış tutanlar; benzer durumda olan diğer vekil tutukluları, hatta seçilmiş siyasi tutsakları unutuyor ve onlardan hiç söz etmiyorlardı.
Eğer Barış ve Demokratik Çözüm Süreci’nden söz edecek ve sürecin hakkaniyetle yürütülmesinden yana önyargıları bertaraf edecek bir beklenti içinde olacaksak! Bunun yolu benzer durumda olan tutsaklar için aynı “gecikmiş adalet”in tecellisini ısrarla talep etmek durumunda olmalıydı.
Yoksa o adaletin terazisi “adil” olmaz. Aksine tartışılıyor olur.
Öngörülerim beni yanıltmıyorsa seçim sathı mailine girdiğimiz son düzlükte; iktidar halkın yükselen sesini dikkate alıp mahpustaki tutsak siyasetçiler için siyaseten göze alamadığı riski, hukuk üzerinden gerçekleştirir. (ŞD/YY)