Fotoğraf: Çiçek Tahaoğlu / Abbasağa Forumu'ndan...
31 Mayıs Cuma günü İstanbul’da başlayan ve sonrasında tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı direnişi, gerek eylemlerin coğrafi yaygınlığı, gerek haftalar geçmesine rağmen yarattığı ivmenin diri kalması, gerekse daha öncesinde hiç eyleme katılmamış, sokağa inmemiş kitleleri içine çekebilmesi bakımından Türkiye toplumsal mücadeleler tarihi içinde eşsiz bir konuma yerleşmiş durumda.
Bu özgünlüklerine rağmen, Gezi Parkı direnişine omuz veren herkesin aklını kurcalayan iki katmanlı ortak soru hala ortada duruyor: devamlılığı olan bir Gezi ruhundan bahsedebilir miyiz?
Hemen herkes Gezi Parkı eylemlerinin Haziran 2013 ile sınırlı kalmayacağı, yarattığı politik dilin siyasette nitel bir dönüşümü beraberinde getireceği konusunda hem fikir, yani bir Gezi ruhunun olduğuna inanıyor.
Bu yazıda sıklıkla tekrar edilecek olan Gezi ruhu, en genel tabiriyle, demokratik eylemi sadece oy vermekle sınırlandıran çoğunlukçu otoriterliğe karşı, insanların kendi hayatlarına sahip çıkma çabası olarak ele alınacak
Gezi ruhunun, kadınların bedenlerine, Alevilerin kültürlerine, Kürtlerin dillerine, Kemalistlerin Atatürk’e, sosyalistlerin emeğe, çevrecilerin doğaya, gecekondu sakinlerinin mahallelerine, eşcinsellerin cinsel yönelimlerine, taraftarların takımlarına ve gençlerin geleceklerine sahip çıkma çabasının ortak adı olduğu iddia edilecek.
Ancak sorunun ikinci kısmı hala ortada duruyor, çünkü bu ruhun fiiliyata aktarılabilmesi ve devamlılığının sağlanabilmesi atılacak somut politik adımlara bağlı.
Forumların rolü
15 Haziran Cumartesi akşamı Gezi Parkına yapılan polis müdahalesinin ardından parkın boşaltılması, Gezi direnişinin başka bir boyuta taşınmasını beraberinde getirdi. Gezi Parkını terk eden eylemciler kendi yaşam alanlarına çekilerek mahallerinin parklarını küçük birer Gezi Parkına çevirdiler.
İstanbul’da başta Abbasağa ve Yoğurtçu parkları olmak üzere 32 parkta düzenlenmekte olan forumları, Ankara (10), İzmir (2), Antalya, Bodrum, Kocaeli ve Eskişehir takip etti.
Forumlara katılanlar bir yandan kendi mahalli gündemleriyle siyasete katılırken, diğer yandan da ülke gündemine müdahil olmaya çalışıyorlar. Selimiye Parkında yapılan çevre düzenlemesinden Kürt sorununa, yaşadıkları sokaktaki bir odunluğun parka dönüştürülmesinden yerel seçimlere kadar geniş bir ölçekte yürütülen tartışmalar, forumların birer mikro ve makro siyaset alanı haline geldiğini ortaya koyuyor.
Gerek tartışma konuları, gerekse de tartışmaların işleyiş biçimi, forumları birer doğrudan demokrasi nüveleri haline getirmiş durumda. İnsanlar her akşam hayatlarına ve bu hayatın aktığı mahallere sahip çıkarken, gezinin ruhunu da diri tutuyorlar.
Gezi direnişinin siyasette kalıcı olması açısından forumların hayati bir rol oynadığı su götürmez bir gerçek, ancak forumların yerel işleyişlerinin daha genel programlarla desteklenmesi gerekiyor. Her ne kadar forumlarda ülke siyasetinin en çetrefilli konuları üzerine nitelikli tartışmalar yürütülse de, şu andaki yerel işleyiş, forumların sesinin de yerel düzeyde kalmasını beraberinde getiriyor.
Bununla beraber, Gezi direnişinin kalıcılaşmasını sağlayabilecek noktalardan birinin, forumların yerel akışının, ülke gündemine ilişkin genel bir perspektifle desteklenmesinden geçtiğine inanıyorum.
Yazının bundan sonraki kısmı, Gezi direnişinin yarattığı atmosferin AKP hegemonyasında yarattığı gediklerin buna nasıl uygun bir zemin yarattığı ve bu zemin üzerinden alternatif politikaların nasıl örülebileceğine dair bir tartışma yürütmeyi amaçlayacak.
Gezi’nin sözü
AKP iktidarının, özellikle de ikinci döneminden itibaren, ideolojik bir hegemonya tesis ettiğini iddia edebiliriz. Bu hegemonyanın değişik boyutları olmakla beraber, bu yazıda özellikle de birbiriyle yakından ilişkili iki alan üzerinde kurulan tekele değinilecek: söz söyleme tekeli ve değişim tekeli.
Recep Tayyip Erdoğan “eğer bir başbakan ülkesinde gündemi belirleyemiyorsa görevini bıraksın” diyerek iktidarının tartışma yürütme ve yönlendirme tekelini en net şekliyle ortaya koymuştu. Türkiye siyasetinin son dönemi de, Kürt siyaseti haricinde, AKP’nin belirlediği gündeme muhalefetin yetişmeye çalışması üzerinden ilerliyordu.
Türkiye’de son yıllarda üretilen siyasi tartışmaların neredeyse tamamı iktidar tarafından başlatılıp yürütülmekteydi, çünkü siyaset sadece meclis çoğunluğuna indirgenmiş durumdaydı. Bu denklemin sonucunda muhalefetin dili, meclisteki ezici AKP çoğunluğuna karşı yeni bir söz üretmeye değil, iktidarın dilini reddetmeye veya onaylamaya hapsedilmişti.
Gezi Parkı direnişi, AKP’nin söz söyleme tekeline önemli bir darbe vurdu. 1 Haziran tarihinden itibaren AKP iktidarı bir gündem belirlemekten ziyade, Gezi direnişinin yarattığı gündeme karşı savunmaya geçmiş durumda.
Erdoğan’ın Türkiye’nin çeşitli illerinde gerçekleştirdiği mitinglerde ve meclis grup toplantılarında sadece Gezi direnişini konu edinip karalamaya çalışması, AKP’nin söz söyleme tekelini yitirdiğini, daha da önemlisi Gezi’de oluşan harekete karşı muhalefete düştüğünü gösteriyor. Söylemlerin “faiz lobisi” ve “camide bira içtiler”in ötesine gidememesi ise iktidarın karşı söz üretme alanındaki darlığını göstermesi bakımından anlamlı.
Haziran ayı, siyasetin alanının meclisten sokaklara doğru genişlemesiyle beraber, AKP’nin belirlediği gündemlerle şekillenen bir Türkiye’ye değil, Gezinin gündemiyle şekillenen bir AKP’ye sahne oldu.
AKP’nin söz tekeliyle beraber elinde bulundurduğu bir diğer hegemonik siyasi söylem ise değişim tekelidir. Sağlık alanında yaşanan köklü değişiklikler, 4+4+4 eğitim sistemi, açılan yeni üniversiteler, silahlı kuvvetlerin siyasi gücünün zayıflatılması, değiştirilen kanunlar, anayasa değişiklikleri ve kentsel dönüşüm süreciyle yeniden organize edilen kent alanları AKP iktidarını “Yeni Türkiye’nin” kurucusu yapan sürecin yapıtaşlarıdır.
Anayasa çalışmaları ve başkanlık sistemi ekseninde yürütülen rejim tartışmaları da, AKP’nin elinde tuttuğu değişim tekelini göstermesi bakımından semboliktir.
İktidarın yarattığı illüzyon, herkesin hayatının AKP iktidarıyla değiştiği ve bu değişimin herkese fayda sağladığı üzerine kuruludur. Bu bağlamda, iktidarın elinde tutuğu söz söyleme ve değişim tekellerini beraber ele aldığımızda, AKP ile muhalefet arasındaki ilişki, gerçek ya da kurgu, Türkiye’yi değiştirmeye çalışan bir iktidar ve karşısında eskiyi korumaya çalışan bir muhalefet ikilemine indirgenmiştir ki 2010 anayasa değişiklikleri bu retoriğin en net şekilde uygulandığı mücadele sahası olmuştur.
Gezi Parkı süreci sonucunda AKP’nin söz tekelini yitirmesi, bununla yakından ilişkili olan değişim tekelinde de sıkıntıya düşmesini beraberinde getirmiştir. Başkanlık sistemi tartışmalarının Gezi süreciyle beraber rafa kalkması bunun en önemli göstergelerinden biridir.
İşte Gezi ruhunu diri tutmanın imkânlarından biri de tam olarak bu noktada belirmektedir: değişim tekelini de AKP’nin elinden almak.
Bunun yolu ise, Gezi Parkı süreci içinde dağınık bir şekilde ortaya çıkan talepleri örgütlemekten ve bu doğrultuda AKP’nin yürüttüğü projelere alternatif projeler geliştirmekten, yani söz söyleme kapasitesini değişim iradesiyle perçinlemekten geçmektedir.
AKP’nin söz söyleme kapasitesinde uğradığı tahribat, kendi değişim projelerine karşı ortaya çıkan bu yeni muhalefetin “istemezükçüler cephesi” olarak damgalamasını da güçleştirmektedir. Bu noktada Gezi Parkı’nda şekillenen ve forumlarda olgunlaşan muhalefete düşen görev, bu karşı çıkma halini alternatiflerle desteklemek ve kendi istediği yeniyi inşa etmeye çalışmak olmalıdır.
Gezi direnişi, futbol diliyle konuşacak olursak, rakibin oyununu bozarken kendi oyununu da kuran ve futbolu iki yönlü oynayabilen bir orta saha oyuncusu gibi hareket etmek zorundadır.
Anayasa sınavı
Bu anlamda anayasa süreci önemli bir sınav niteliği taşıyor. Mecliste AKP’nin inisiyatifiyle yürütülmekte olan anayasa yazım sürecinde yapılan tartışmalar, ortaya çıkacak müstakbel bir metnin, hâlihazırda yürürlükte olan 1982 anayasasını bile aratır nitelikte olacağının sinyallerini vermektedir.
Bu anlamda AKP’nin hazırladığı anayasaya muhalefet etmenin, darbe anayasasıyla yönetilmek anlamına gelmediğini ortaya koymak ve bu retoriği anlamsız kılmak için alternatif bir anayasa hazırlanabilir. Bu anayasa, muhalefet etmenin sadece karşı çıkmak değil, yenisini inşa etmek anlamına geldiğini de gösterecektir.
Benzer uygulamalar kent alanının düzenlemesi açısından da gündeme getirilebilir. İstanbul özelinde konuşacak olursak, bir doğa katliamı niteliği taşıyan üçüncü köprüye yapılan muhalefet, İstanbul’un ulaşım sorununa çözüm niteliği taşıyacak ama doğayla da uyumlu olacak alternatif projelerle taçlandırılabilir.
Yine üçüncü köprü projesiyle eşgüdümlü olarak yürütülen ve İstanbul’un ormanlık kuzey alanlarını yerleşime açma amacını beraberinde getiren üçüncü havaalanı projesine karşı, İstanbul’da mevcut havaalanlarının kapasitesini arttırma çabaları üzerinden bir taşımacılık tartışması yürütülebilir.
Kent merkezlerini yoksullara kapatan soylulaştırıcı kentsel dönüşüm projelerine karşı, kentin esas sahiplerini göz önünde bulundurarak yerinden dönüşümü merkeze alan kentsel dönüşüm projeleri gündeme getirilebilir.
Yazıda bahsi geçen alanlarda üretilmiş alternatif metinler ve çalışmalar mevcuttur, bugün yapılması gereken bu alternatif metinleri güncelleyerek veya yeniden yazarak makro siyaset alanına müdahil olmaktır.
Gezi muhalefeti bu anlamda kendi dilini örebilecek ve değişimin öznesi olabilecek nitelikte hukukçulara, siyaset bilimcilere, şehir planlamacılarına, mimar ve mühendislere sahip bir hareket niteliğindedir. Bu aktörlerin üzerinde hareket edebilecekleri zemin de haziran ayından itibaren daha da genişlemiştir, çünkü Gezi direnişinin somut sonuçlarından biri, bizzat siyasetin alanının genişlemesidir.
Gezi direnişiyle beraber siyasete katılımın tek yolunun seçimler olmadığı anlaşılmış ve siyaset meclis binasına hapsolmaktan çıkarak hayata geri dönmüş, toplumsallaşmıştır.
Daha kavramsal bir ifadeyle, Gezi direnişi çoğunlukçu demokrasi anlayışının yerine çoğulcu bir demokrasinin önünü açabilme potansiyeline sahiptir. Gezi muhalefetinin devamlılığı, kuvveden fiile çıkarak, yani etkisini ülke gündemine taşıyarak, ülkenin her yerinde ve hayatın her alanında dile getirilen talepleri ve eleştirileri somut politikalar ekseninde örgütleyerek sağlanabilir.
Yapılması gerekense forumlar nezdinde başlayan yerel örgütlenme inisiyatiflerini, makro siyasete de müdahil olabilecek yeni yapılanmalarla destekleyerek siyasetin alanını genişletmektir.
Gezi Parkı sürecini daim kılabilecek ve kendisini oluşturan farklı siyasi düşünceleri bir arada tutabilecek enerji, yaşanılabilir bir hayatı aşağıdan ve yukarıdan örgütlemeye yönelik mekanizmaları, somut adımlar üzerinden gerçekleştirebilmesinde saklıdır. (ME/YY)
Mehmet Ertan: Boğaziçi Üniversitesi, doktora öğrencisi