İstanbul KCK davasından 7 Ekim 2011’de tutuklanan çevirmen Ayşe (Berktay) Hacımirzaoğlu’nun son duruşmada yaptığı savunmasını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyesiyim. Aralık 2009’da BDP’ye üye oldum. Mart 2010’da BDP İstanbul İl Yöneticiliğine, Ekim 2010’da BDP Merkez Kadın Meclisi üyeliğine seçildim. İl yöneticiliğim döneminde Basın Komisyonunda, Kadın Meclisi üyeliğim sırasında da Dış İlişkiler Biriminde çalıştım.
Haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı çıkmanın erdem olduğunu öğrenerek büyüdüm. Okumam, araştırmam, ama asla ezberci olmamam; öğrenmekten hiç vazgeçmemem öğütlendi. İnsanların eşit, ayrımcılığın, kibrin ve yalanın en büyük ayıp, emek ve özgürlüğün en yüce değer olduğunu annem ve babamdan öğrendim. Hep bu değerlere bağlı kalarak yaşamaya çalıştım. Sosyalist oldum.
Hayat karşısında haksızlıkların birilerine değil hepimize yapıldığını bilme ve buna mahkûm bir yaşamı kabullenmeme; eşitsizlik, haksızlık ve adaletsizliklerin var olduğu bir toplumda bu durumu kabullenerek yaşama fikriyle barışık olmama; birbirimizden öğrenerek bilinçlenme, mağduriyetleri ortak mağduriyetimiz kabul etme ve durumu değiştirme çabası içinde olmayı esas alan bir duruşu benimsedim. Bugün 58 yaşımda bunun için BDP’deyim.
Dil ile, söz ile, anlamak ve anlatmak ile hep çok özel bir ilişkim oldu. Anadilimle güçlü ilişkim ve diller konusundaki yatkınlığım beni çevirmenliğe yöneltti. Kendi çapımda köprü olmak, sözün paylaşılmasına katkıda bulunmak istedim. İnsanın anadiliyle ilişkisinin ne olduğunu çok iyi bilirim. Anadilinin kimliği olduğunu, varlığı olduğunu, insanın anadiliyle bağının yaşamsallığını, dilin insan yaşamında tuttuğu yeri, beslendiği kaynakları, nasıl serpilip geliştiğini bilirim. Anadilinde eğitimin, anadilinin kamusal alanda kullanılmasının yasaklanmasının o dili öldürdüğünü, bir anadili öldürmenin o halkın belleğini, kimliğini ve kültürünü, bu dünyanın bir parçasını yok etmek anlamına geldiğini bilirim. Bu, etnik siyaset değildir.
Diller insanlığın ve dünyanın belleğidir. Anadilini yaşatmakta ısrar, bir halkı yaşatmakta, insanlığı ve dünyayı yaşatmakta ısrardır. Onun için anadilde savunmada ısrar doğru bir ısrardır. İnsanlıkta ısrardır. Bu iddianamede iddia edildiği gibi insani ihtiyaçtan kaynaklanmayan örgütsel bir tavır değildir. BDP’nin bu konudaki tutumu doğrudur.
Son 10-15 yıl içinde Tarih Vakfı’nda, Kadının İnsan Hakları Vakfı’nda, Barış İçin Yurttaş Girişimi’nde, Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu’nda, Barış İçin Kadın Girişimi’nde çalışmalar yürüttüm.
Tarih Vakfı’ndaki yıllarıma resmi tarih ile gerçek tarih arasındaki uçurumu aşma, tarihle yüzleşme çabaları damgasını vurdu. Kadının İnsan Hakları Vakfı’nda kadın haklarına ilişkin çalışmalara katkıda bulunmaya çalıştım, kadın mücadelesiyle yakın ilişki içine girme, feministlerle tanışma fırsatım oldu, yayınlar hazırladım; Vakfı temsilen Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda yer aldım.
11 Eylül sonrası oluşan Barış Girişimi’nin çalışmaları ülkenin, bölgenin, dünyanın barış sorunları üzerine odaklanıyordu: Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, Yunanistan ile ilişkiler, Filistin sorunu, Gazze ablukası, Afganistan ve Irak işgalleri, vb. Önyargılar, askeri vesayet, milliyetçi, militarist politikalar sorgulanıyor, savaş politikalarına karşı alternatif bir dil oluşturmaya, barışa, çözüme dair söz üretmeye, diyalog alanları yaratmaya çalışılıyor, paneller, toplantılar düzenleniyordu.
11 Eylül sonrası terörle mücadele maskesi altında tüm dünyaya egemen kılınmaya çalışılan “ya bizdensin ya düşman” eksenine, savaş ve tahakküm politikalarına karşı yerel ve küresel ölçekteki savaş karşıtı hareket içinde, Avrupa ve Dünya Sosyal Forumlarında, savaş karşıtı asamblelerde, yani Meclislerde yer aldım. 1 Mart tezkeresine karşı yerel ve küresel kampanya yürüttük. Irak işgali bağlamında işgalcileri yargılamak, bu işgale olanak veren uluslararası sistemi/kurumları sorgulamak üzere dünya savaş karşıtı hareketi içinde oluşturulan Irak Dünya Mahkemesi’nin (WTI) koordinatörlerinden ve kurucularından biriyim. Bu küresel ağ, üç yıl boyunca dünya ölçeğinde saygınlık kazanan ciddi bir çalışma ve kampanya yürüttü.
1980-84 yılları arasında Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış kişilerle bire bir görüşüp yaşananları onların ağzından dinleyip kaydederek, gerçekleri ortaya koymayı, toplumun Diyarbakır Cezaevi gerçeğiyle yüzleşmesini sağlamayı ve adaletin nasıl tesis edileceğini tartışmayı amaçlayan Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu’ndaki çalışmayı ne yazık ki tamamına erdiremedim. Ama çalıştığım ilk dönem eski tutsaklarla görüşmeleri yaptığımız süreçti. Diyarbakır, Urfa, Batman’da kalarak yaptığımız çalışma ülkedeki Kürt gerçeği ile somut bir şekilde yüz yüze gelmeme katkıda bulundu. Bize yaşadıklarını anlatanların yüzüme bakıp, “Hoş gelmişsiniz ama geç gelmişsiniz. Şimdiye kadar neredeydiniz?”; “Eğer Batı’da sesimize kulak vermiş, eğer güçlü bir itiraz yükseltmiş olsaydınız biz bu kadar ağır zulüm yaşamak zorunda kalmazdık”; “Nasıl oldu da sesimiz duyulmadı, nasıl oldu da kimse orada ne oluyor diye bize sormaya, dinlemeye gelmedi, nasıl oldu da bu vahşete karşı kıyamet kopmadı?” deyişlerini hayatım boyunca unutmayacak, hep yanımda taşıyacağım.
2008 Newroz’unda Diyarbakır’daydım. Ne istediğini bilen, tehditlere pabuç bırakmadan hak bildiğine sahip çıkan, korku eşiğini aşmış, vakur, kararlı, sakin, sakinliği içinde devleşmiş bir halkın alanı güldür güldür dolduruşuna tanık oldum. “Barış için söyleyecek sözümüz, gerçekleştirecek gücümüz var” şiarıyla bir araya gelen Kürt ve Türk kadınlarının oluşturduğu Barış İçin Kadın Girişimi’ne katıldım.
Hep birlikte savaşın, savaş politikalarının kadınlar için ne anlam taşıdığını anlamaya, anlatmaya çalıştık. Sloganların ötesine geçen bir barış dili kurmaya, Kürt, Türk, Ermeni, Arap Türkiyeli bütün kadınların milliyetçilik, ırkçılık, militarizmden beslenen savaş politikalarının, kadınlar için dizginlerinden boşanmış cinsiyetçilik, şiddet, tecavüz anlamına geldiğini tartışıp, barışçı demokratik çözüm talebini yaygınlaştırmaya çalıştık. Feminist kadınlar, sosyalist kadınlar, kadın kurtuluş mücadelesi veren devrimci Kürt kadınları, hep birlikte birbirimizi tanıma, anlama ve birlikte vermemiz gereken mücadeleyi çözmeye, anlamlandırmaya çalıştık.
2009 yılı zorlu bir yıldı. Tek taraflı ateşkesler, askeri operasyonlar, tutuklamalar iç içe geçmişti. Anaakım medya yerel seçimler öncesi seçim mitinglerini, Newroz coşkusunu hiç görmediği için DTP’nin yerel seçimlerdeki başarısı Batı illerinde şaşkınlıkla karşılandı. Ateşkesin ertesi gün başlatılan ve aylarca süren tutuklamalarda 2 bin Kürt siyasetçi tutuklandı. Bir yandan barış çabaları sürüyor, her an çözüm beklentisi oluşuyor, bir yandan operasyonlar, yoğun tutuklamalar sürüyor, bir yandan da topraktan kemik fışkırıyor, Botaş kuyularında kemik aranıyordu.
O sırada Barış Grubu geldi. Birkaç gün içinde barış ve çözüm sevincine karşılık hakaretler yükselmeye, nefret ve linç kışkırtılıp örgütlenmeye başlayınca sevinç yerini gerginliğe, linçlere, saldırılara, ırkçı teröre bıraktı. Ahmet Türk’e, İzmir’de DTP konvoyuna saldırılar yapıldı. Taksim’i, Tarlabaşı’nı linççi güruhlar basıyor, meydanlara kurulan masalarda idam imzaları toplanıyordu; milliyetçiliğinden menkul meşruiyetiyle Kürtlere ve Kürt siyasetine saldıran zihniyet toplumsal ortama egemen olma hamlesi içindeydi. Sanki Kürtlere ve taleplerine Türkiye toplumca düşman olmalıydı; bu konuda çok tabii bir konsensüs olduğu havası yaratılıyordu.
Sonra DTP’nin kapatılması gündeme geldi. Kürtlerin ve demokratik Kürt siyasetinin etrafına kırmızı çizgi çekme, baskıyı, zulmü, düşmanlığı normalleştirme, tecrit etme politikalarına karşı bir grup aydının dayanışma amacıyla BDP’ye üye olma çağrısına uydum. Kürt halkının eşitlik, demokrasi, özgürlük ve kimlik taleplerinin sadece Kürtlerin sorunu olmadığı, Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesi olduğu inancıyla barışa ve demokratikleşmeye katkıda bulunmak için BDP’ye üye oldum.
Siyasetle uğraşıyordum ama bir siyasi parti yapısı içinde yer alma planım yoktu bu yaştan sonra. Çünkü hiyerarşik ve bürokratik yapılar beni rahatsız ediyordu. Ama o tecrit ve saldırı ortamında varlığımı fiilen BDP içine katıp, duvarları yıkma, derdi anlatma çabasına oradan devam etmek önemli geldi.
BDP’de beni sevgiyle, saygıyla, sıcaklıkla karşıladılar. Ben küçük bir dostluk adımı atmıştım, onlar buna değer biçtiler, önem verdiler. O güne kadar uzaktan desteklediğim, seçimlerde oyumu verdiğim demokratik Kürt siyasetini ve Kürt halkını esas olarak BDP’de tanıdım. Klasik hiyerarşik parti yapısıyla değil, demokratik olmaya, kendi içinde tartışarak karar almaya, özeleştiri ve eleştiriye önem veren, bu konularda kendini geliştirmeyi bir mesele olarak önüne koyan, tabanın, halkın denetiminin hissedildiği, yataylaşmak için çaba harcayan bir yapıyla karşılaştım.
BDP Kürt sorununun barışçı demokratik çözümünü inançla ve inatla savunan bir parti. Öneri ve eleştirilere sonuna kadar açık, emir ve talimatla değil, üye ve yöneticileriyle tartışarak, danışarak, ortaklaşarak karar alan bir parti. Yatay, doğrudan demokrasiyi ve katılımı sağlamayı hedefleyen örgütlenme modelleri arayışıyla Türkiye siyaseti için çok değerli bir birikim/deneyim olan BDP ilk baştaki tereddütlerimi hızla giderdi.
İl Eşbaşkanı arkadaşıma sordum. BDP’nin 60 il yöneticisinden 4’ü dışında hepsi, il eşbaşkanlarımız dahil İstanbul BDP İl Yürütmesi, BDP Genel Merkezinde Parti Meclisinden İstanbul’a bakan arkadaşlarımızın çoğu, ilçe yöneticilerimiz tutuklanmış durumda.
BDP üyesi olan, partinin yasal organlarında görevli olan insanların partiyi paravan olarak kullandığını, aslında illegal bir örgütün üyesi olduğunu ve BDP’nin değil o örgütün faaliyetini yürüttüğünü iddia etmek için, üyeliğe dair, BDP’nin amaçlarına, görüşlerine, çalışmalarına, program ve tüzüğüne uygun olmayan, çizgi dışı faaliyet yürüttüğüne dair somut kanıtlar ortaya koymak gerekir.
İddianamede yapılan bu değildir. BDP çatısı altında, program ve tüzük çerçevesinde yapılan çalışmalar gizli örgüt üyeliğine delil olarak sunulmuştur.
Dosyamda yer verilen somut bulgular benim BDP üyeliğim ve partideki görevlerim çerçevesinde ne tür çalışmalar yürüttüğümü, Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda BDP ile aynı yerde durduğumu, demokratik özerklik konusunda okuyup araştırdığımı, haber, yorum ve açıklamaları takip ettiğimi, Kürt sorununun barışçı demokratik çözümünden yana duruş sahibi olduğumu ortaya koymaktadır, başka bir şeyi değil.
Savcının “Meclis” kelimesi gördüğü her yere KCK yaftasını yapıştırmasından BDP Kadın Meclisi de nasibini almıştır. Oysa BDP (belde, ilçe, il ve genel merkez) kadın meclisleri BDP tüzüğünde yer alan (Madde 19, 27, 39, 68), yönetmeliği olan yasal organlardır. İddianamemde delil olarak yer alan üç toplantı BDP İstanbul İl Kadın Meclisi tarafından Ocak 2011’de yapılmış BDP ilçe kadın meclislerini kurma toplantılarıdır. BDP Genel Kadın Meclisi’nin 28 Aralık 2010’da yaptığı ve sonuçları basına da açıklanan toplantısında, “30 Ocak 2011’e kadar 14 ilde kadın meclislerimizi oluşturma çalışmasının tamamlanması” kararı alınmıştı. Milletvekili katılımıyla BDP ilçe binalarında yapılan bu resmi toplantılara, üstelik kararı ve genelgesi olan bu toplantılara katılmanın bile delil addedilmiş olması iddianamenin durumunu sergilemesi açısından öğreticidir. Genel Merkezi temsilen ve milletvekilimize eşlik ederek bu toplantılara katılmam doğal, yasal ve usule uygundur.
Sözü edilen toplantı bizatihi kadınların siyasette eşit söz ve karara, eşit temsile sahip olması çerçevesinde yürütülen çalışmaların parçasıdır. BDP üyesi her kadın, Kadın Meclisi üyesidir. BDP Kadın Meclisi Türkiye’deki en büyük ve yaygın siyasi parti kadın örgütlenmesidir ve bunu kadın sorunları, kadın özgürlüğü, kadın politikası konusundaki ısrarlı çabalarına borçludur.
Ayrımcılığa, şiddete, “namus” cinayetlerine, taciz ve tecavüze, erken evliliklere, berdel, başlık parası ve çok eşliliğe karşı yürüttüğü mücadele; işsizlik, yoksulluk, göç, savaş gibi olguların kadınların yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin farkına varılması ve karşı politikalar oluşturma konusundaki çabalar; anadilinde eğitim, siyasete katılım, eşit temsil, barış, anayasa, yerinden yönetim, doğrudan demokrasi, kadını daha fazla söz sahibi yapan, hiyerarşik olmayan katılımcı yönetim modelleri konularında yaptığı çalışmalarla kadının ve yaşamın özgürleşmesi için emek harcar, engelleyici koşulları gidermeye çalışır. Erkek egemen sisteme ve zihniyete karşı mücadele eder.
Böyle bir emek ve vizyona sahip olan BDP Kadın Meclisi’nin iddianamedeki gibi eril bir dille bir çırpıda kadın sorunları ve özgürlüğü ile ilgili çalışma yürütmemekle itham edilebilmesini hakaret telakki ediyorum. Yıllarını kadın mücadelesine vermiş biri olarak, kadın politikasına, kadın sorunlarına bu kadar içten ve ısrarlı önem atfeden, kendini dönüştürme çabası içinde olan bir siyasi parti kadın çalışmasıyla karşılaşmanın heyecan verici olduğunu, sevinç verdiğini ifade etmek istiyorum.
İddianamedeki bir diğer delil, tedavi için hastaneye götürülen kanser hastası Hediye Aksoy’un cezaevi ring aracında adli mahkûmların sözlü ve fiziki saldırısına uğraması ve akabinde cezaevinde gelişen olaylar üzerine, Hediye Aksoy’a Özgürlük Platformu, Tutuklu Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUAD) ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) tarafından Bakırköy Cezaevi önünde yapılan basın açıklamasıdır.
Basın açıklamasında Hediye Aksoy’a Özgürlük Platformu dolayımıyla yer aldım. Bu platform, görme engelli hükümlü Hediye Aksoy’un cezaevinde kanser olması üzerine BDP Kadın Meclisi’nin de içinde yer aldığı birçok kadın kurum ve çevresi tarafından oluşturulmuştur. BDP Kadın Meclisi’nin Hediye Aksoy’la ilgili kampanya yürütülmesi konusunda genelgesi de ayrıca vardır.
Ayrıca çoğu daha önce sözünü ettiğim Irak Dünya Mahkemesi’yle ilgili olmak üzere insan hakları, barış ve kadın sorunlarıyla ilgili uluslararası toplantılara katılma ve bir iki kişisel gezi amaçlı yurtdışı seyahatlerimin “PKK-KCK faaliyetleriyle ilgili oldukları değerlendirilmiştir” ifadesiyle dosyama dahil edilmiş olması kabul edilemez bir durumdur.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Sorunlar kördüğüm olup içinden çıkılmaz hale geldiğinde, çözümsüzlük egemen olduğunda veya öyle gözüktüğünde; her türlü önyargıyı, katı kalıpları, klişeleşmiş söz ve kafaları bir kenara bırakıp her şeyi boylu boyunca gözden geçirmek; bu şunun fikri, bu bunun fikri kategorizasyonu, yaftalaması, dışlaması yapmadan dinlemek, okumak, anlamak, duymak için ciddi emek sarf etmek gerektiğine inanıyorum. İletilmesi, duyulması, ifade edilmesi engellenen/sınırlanan her söz, bu havuza katılması engellenen her aktör yaratıcı, doyurucu acil çözüm olanağını sınırlıyor.
Güvenlik merkezli politika ya da çözüm, Kürt sorunu adını verdiğimiz ama özünde Kürt halkının eşitlik, demokrasi, özgürlük taleplerinin anayasal güvenceye kavuşturulmamasından; “olma” hakkının reddedilmesinden kaynaklanan bu demokrasi sorununu, talebi ve talep sahiplerini yok ederek çözme tercihidir. Bu iddianamede tutulan yol budur.
Ama bir de bunun alternatifi vardır: Barış merkezli çözüm. Çatışmalara, krize neden olan haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizliklerin belirlenerek giderilmesini esas alan yaklaşım. BDP’nin benimsediği yol budur. Ben de bu yolu benimsiyorum.
Ben hayatımı burada anlattığım tercihler çerçevesinde yaşıyorum. Bu iddianamedeki suçlamalar BDP’in olduğu kadar, benim varlığımı, varoluşumu, şu dünyadaki mevcudiyetimi de sorguluyor. Bunu kabul etmiyorum. Suçlamaları reddediyor, beraatimi talep ediyorum. (ABH/AS)
* Ayşe (Berktay) Hacımirzaoğlu, Bakırköy Kadın ve Çocuk Ceza İnfaz Kurumu.