"Dondurma" (2014), "Musa" (2012) ve "Bisiklet" (2010) gibi bol ödüllü kısa filmleriyle tanıdığımız yönetmen Serhat Karaaslan'ın ilk uzun metrajlı film "Görülmüştür" gösterime girdi.
Hapishane mektuplarını sansürlemekle görevli ceza infaz memuru Zakir, bir mektubun arasından çıkan fotoğrafın peşine düşüp kafasında bir hikaye yaratıyor. Edebiyat atölyesinde öykü denemeleri yazarken bir yandan da fotoğraftaki kadının gizemini çözmeye çalışıyor. Zakir kadın ile ilgili kafasında yarattığı mağduriyete kendini daha çok inandırırken, izleyen de "nereye kadar kurgu, gerçek ne?" sorusuyla baş başa kalıyor.
Oyuncu kadrosunda Berkay Ateş, Saadet Işıl Aksoy, İpek Türktan Kaynak, Füsun Demirel, Erdem Şenocak, Müfit Kayacan, Banu Fotocan'ın yer aldığı film, Uluslararası Prömiyer gösterimini yaptığı 54.Karlovy Vary Film Festivali'nde Fedeora Film Eleştirmenleri tarafından verilen En İyi Film Ödülü'nü kazandı. Film aynı zamanda İstanbul Film Festivali ve Uluslararası Ankara Film Festivali'nde de En İyi Senaryo, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu, Siyad En İyi Film, En İyi Yardımcı Kadın oyuncu ödüllerine değer görüldü.
Yönetmen Karaaslan bianet'in sorularını yanıtladı.
"Post-truth dönemi"
"Görülmüştür" hapishanede mahkumların mektuplarını sansürlemekle görevli bir memurun öyküsü. Hapishane işleyişi için sıradan bir uygulama olsa da film sizce günümüz Türkiye koşullarını düşününce neler söylüyor?
Post-truth dedikleri bir dönemdeyiz. Gördüklerimiz, medyanın gerçek diye bize sundukları gerçek mi yoksa hakikat bambaşka ve hakikati gizlemek için gerçeğin manipüle edilmesi mi? Bence bu durum Türkiye'de daha da fazla. Bizdeki kadar yalan haber yapılan başka bir ülke var mı bilmiyorum. O yüzden filmde gerçeklik meselesiyle oynamak istedim ve izleyiciyi bu soruyla bırakarak filmi bitirmek istedim.
Filmin sonuna takılan çok oluyor. Yaşananların gerçek mi yoksa karakterin kafasında kurduğu bir kurgu mu olduğuna... Neden net bir cevap vermediğimize yani. Bence her izleyicinin bu soruya bir cevabı var. Senaryoda daha net bir son vardı ve o şekilde filmi çektik ancak kurgu sürecinde bunu belirsiz bırakma tercihine gittik. Bunun daha etkili olduğuna ve filmin seyirciyle kalacağına inandığımız için.
Filmin, Karlovy Vary Film Festivali'nde aldığı ödülün gerekçesi, "baskıcı rejimler ve sansür gibi evrensel temaları sorgulayış biçimi" olarak açıklandı. OHAL döneminde çekilmesi, filmin kaderini nasıl belirledi?
Karlovy Vary'de izleyenlerle konuştuğumuzda en çok yapılan yorum böyle bir konuyu propaganda filmine dönüştürmeden işlediğimiz oldu. Ödül gerekçesi de bunu kast ediyor sanırım. Bir de böyle bir meseleyi bir gardiyanın bakış açısından ele aldığımız için sanırım.
"15 Temmuz sürecinde filmi erteledik"
Senaryoyu 2014 yılında yazmaya başladım. Filmi de 2016 sonbaharında çekmeyi planlıyorduk. Ancak 15 Temmuz süreci olunca filmi erteledik. Bir süre bu filmi yapamayacağımızı düşündük. Konusu itibariyle izinleri almak da zorlaşmıştı. Hapishane mekanları olarak kullanmak için başvurduğumuz bazı yerlerden izin çıkmadı mesela. Biz de bütün hapishane dekorlarını kendimiz yapmak zorunda kaldık. Ara verip bir süre uzak kalınca senaryo da çok değişti. Daha önce yazdıklarımı atıp yeniden senaryoyu yazmaya başladım. 15 Temmuz'dan önce yazdığım versiyon daha çok Zakir karakteri ve onun dertleriyle ilgiliydi. Yeniden yazınca meseleye başka bir yerinden bakmaya başladım. Daha başka şeyler dahil oldu filme.
OHAL sürecinde her yerde, İstiklal Caddesi gibi bir yerde mesela TOMA'lar, polisler gördük. Doğrusu biraz azalmış gibi görünse de bu durum şu anda da devam ediyor. Kocaman adalet sarayları yapıldı. Bütün bunlar hepimize dışarının da bir hapishaneye dönüştüğü hissini veriyor. Bunun gibi şeyler filmi etkiledi ister istemez. Tweet atmaktan korkar olduk. Eski tweetlerimizi sildik. Bu genel korku ve paranoya hali filmin ruh halini değiştirdi ister istemez. Yine de şunu söyleyeyim dışarının da bir hapishaneye dönüştüğünü gösteren, hissettiren şeyleri çok göze sokmamaya çalışarak yapmaya özen gösterdik. Senaryo yazma sürecinde, filmi yaparken bunları biraz da sezgisel olarak kavrayıp filme dahil ettiğimiz şeyler oluyor sanırım. Şimdi konuşunca böyle büyük laflar ediyorum gibi oldu ama yazarken ve filmi yaparken kafanızda böyle cümlelerle dolaşmıyorsunuz. Benim için öyle en azından. Sezgisel olarak yapıyorsunuz. Ülkenin genel ruh hali de ister istemez filme sızıyor bir yerlerden.
"Her karakterin 'hapishanesi' kendisine has"
Zakir bir hapishanede gardiyan ancak pek çok açıdan kendisi de bir hapishanenin içinde gibi. İş yerindeki arkadaşlarıyla ilişkisinde, evde, gündelik hayatta... Hem kendini var etmeye hem de gizemli bir kadının hikayesini açığa çıkarmaya çalışıyor. Film bu noktada sadece hapishane koşulları veya mahkumlar için değil, günümüz insanına dair de bir şeyler söylüyor mu?
Filmdeki her karakterin bir 'hapishanenin' içinde olduğunu söyleyebiliriz. Her karakterin 'hapishanesi' kendisine has. Füsun Demirel'in oynadığı anne karakteri de dahil. O da kendini eve kapatmış sadece dizi izliyor. Sanal bir dünyada yaşıyor. Televizyonun yarattığı bir illüzyon var. İnsanlar televizyon karşısına oturup gerçeklerin tamamen dışında yapay bir gerçekliğin içinde yaşıyorlar. Bunu sadece diziler için söylemiyorum. Haberler, tartışma programları, reality show'lar vs. Ki zaten dizilerle bile insanlara dersler, mesajlar verilmeye, gerçekler manipüle edilmeye başlandı. Ve insanlar gerçek olmadığını bile bile inanıyorlar. Bu durum daha da garip ve ilginç bana göre. Bir de işin sosyal medya tarafı var.
"İnfaz koruma memurlarına karşı ön yargım kırıldı"
Filmin çekim sürecinde ya da öncesinde görüştüğünüz ceza infaz memurları oldu mu? Onlardan nasıl geri bildirimler aldınız? Çok stilize ve gösterişli bir film yapmak istemediğinizi ifade etmiştiniz. Filmin biçimiyle ilgili neler söylemek istersiniz...
Evet, oldu. Özellikle yazmaya başlamadan önce bir süre araştırma yaptım, ulaşabildiğim birkaç memurla vakit geçirdim ondan sonra yazmaya başladım. Çünkü cezaevi hiç bilmediğim bir dünyaydı. Sadece ziyaretçi olarak gitmiştim. Görüştüğüm infaz koruma memurlarının hem anlattıklarından hem de onlarla görüştüğüm zamanlardaki hallerinden çok beslendim. Mesela en çok dikkatimi çeken şeylerden biri görüştüğüm memurların birçoğunun dışarıda cezaevinde çalıştığını gizleme halinin olmasıydı. Muhtemelen bunun hem güvenlikle ilgili bir nedeni var hem de insanlar tarafından kötü bir iş yaptıkları gibi görülmeleri durumundan dolayı.
Bir de o zamanlar farkında olmasam da benim infaz koruma memurlarına karşı olan bir ön yargım vardı ve bu ön yargım kırıldı o süreçte. Çok güzel insanlarla tanıştım. Bunu güzelleme yapmak için söylemiyorum. Öyle bir mana çıksın istemem. Her yerde iyi insanlar da var. Kötü yönleri daha ağır basan insanlar olduğu gibi cezaevlerinde çalışanlar için de bu durum geçerli. Bu insanlar çok sıradan insanlar. Onlara göre sadece işlerini yapıyorlar. İşin bu tarafı daha ilginç bence. Filmin ana hikayesi kurmaca olsa da memurlardan duyduğum gerçek hikayeler, kendi aralarında konuşurlarken aralarında geçen muhabbetler vs filmde çok var.
"Bu filmi hangi hapishanede çektiniz?" sorusu
Oyuncu Saadet Işıl Aksoy sette yönetmen Karaaslan ile birlikte.
Sade ve gösterişsiz bir film olmasını istiyordum. Bunun artistik bir tercih olan bir tarafı var, bir de mecburiyetten gelen bir yanı var. Farhadi'nin filmlerine çok baktım. Onun filmlerindeki sadeliği seviyorum. Yakın dönem Türkiye sinemasında modern bir hapishane filmi yok. O yüzden bir referansımız da yoktu. En azından cezaevi çalışanları üzerinden konuyu ele alan bir film yok benim bildiğim. Kısıtlı koşullarda bu filmi yaptık ve eğer stilize ve gösterişli bir film yapmaya kalkışsaydık inandırıcı olmayabilirdi. Soru cevaplarda her seferinde beni en çok mutlu eden ''bu filmi hangi hapishanede çektiniz'' sorusu oluyor. Çünkü en büyük korkum dekorda çekildiği belli olması ve bu hapishaneye inanılmaması durumuydu. Bu bütçelerle Mandela ile ilgili olan "Goodbye Bafana" gibi bir hapishane filmi yapmaya kalkarsanız gülünç duruma düşersiniz muhtemelen. Hapishanenin hissettirdiği soğuk, duygusuz ve renksiz atmosferi kurmak ve gerçekçi kılmak için hem görüntü yönetmenimiz Meryem Yavuz'la hem de sanat yönetmenimiz İbrahim İldem'le tartışarak ve beraber bazı kararlar alarak filmin biçimini belirledik. Post prodüksiyon aşamasında filme müzik bestelediğimiz halde son anda kullanmaktan vazgeçtim ve müziksiz olmasında karar kıldım. Bu da aynı nedenle verilmiş bir karar. (AÖ)