“Gardiyan... / Hiç suyum yok... Hiç sabunum yok… / Hiç kağıdım yok ki çocuklarıma yazayım... / Üniformalar değişti... / Gri giyiyorsun, gardiyan... / Gardiyan, siyah giyiyorsun. / Adım Eleni. / Bir devrimciye yataklıktan buradayım. / Şimdi nereye götürüyorsunuz beni? / Üniformalar değişti... / Almanlar yeşil giyer... / Sen Alman mısın gardiyan? / Aralık 1944'de ben de oradaydım, / İnsanların kurtuluşu kutladıkları o meydanda. / Şimdi nereye götürüyorsunuz beni? / Üniformalar değişti. / Sen İngiliz misin gardiyan? / Kaç para mermi? / Ya kan ne kadar? / Bütün üniformalar aynı gardiyan... / Gardiyan... / Gardiyan... / Sürgündeyim... / Mülteciyim ve her yerden sürüldüm. / Rıhtımda ağlayan üç yaşında bir kız…”
1919 yılı… Odessa'dan göç eden mülteciler, kaybettiklerinin, yitirdiklerinin ardından karalar bağlayıp ağıtlar yakan kadınları göçün yollarına düşer.
Nehrin kıyısında duran sürgünlerin/mültecilerin, sudaki yansımaları hala unutulmazdır.
Nehrin sularına, tarihin savurup bir kenara attığı sürgünlerin/mültecilerin yansımaları düşmüştür.
Hikâye anlatıcısı (filmin yönetmeni) bize kalabalığın içinde hasta eşi, bir kız ve iki oğlan çocuğunun da olduğu insanların göç ediş öyküsünü anlatır.
Adam, yanındaki iki çocuktan erkek olanın kendi oğlu olduğunu, kız çocuğunun ise Puşkin Meydanı’nda annesinin cesedine sarılıp ağlarken bulduklarını söyler… Kızın adı Eleni’dir.
“Mülteciyim, her yerden sürüldüm… Rıhtımda ağlayan üç yaşında bir kız”ım diyen Eleni’nin çocukluğundan başlayıp, evlat edilişini, gençliğini, sürgünlüğünü, oradan oraya sürülüşünü, yersizlik yurtsuzluğunu, aşık oluşunu, kaybettiklerini, yitirdiklerini, yalnız kalışını, filmin ilk sahnesinden taa son sahnesine kadar erkeklerin yarattığı tüm acıların ona geçişinin ağıdıdır Ağlayan Çayır.
Hele bir an var ki, hala ölümlü hafızamızda yerini korumaktadır.
Eleni’nin iki oğlu vardır; biri asker diğeri de gerilla... Yunanistan iç savaşında karşı cephelerde birbirlerine karşı savaşırken, yaşlıca bir kadın Eleni’yi kayıkla, oğullarının bedenlerinin daha toprağa düşmeden az önce, buluştukları tepeye götürdüğü sahne ve sonrası ölümlü hafızamızdadır hala.
Bu sahneye eşlik eden müzik (Eleni Karaindrou’nun müzikleri) bir bıçak gibi delip deşer içimizi o muazzam görselliğe eşlik eden ağıtlar ve sözlerle.
Tepenin bir yanında gerillaların, diğer yanında askerlerin bulunduğunu söyleyen kadın, Yorgi’nin gerilla, Yannis’in ise asker olduğunu Eleni’ye söyler… Eleni ve kadın tepeye doğru tırmanmaya başlar… Tepeye bir askeri araç yaklaşınca Eleni ve kadın yüzükoyun yere yatarak çatışmanın başlamadan önce yaşanan diyaloğuna tanık olur.
“Kumutan Yorgi’yi arıyorum” diyen bir ses elinde tuttuğu silahın ucuna bağlı beyaz bayrağıyla tepeyi tırmanır ve seslenir.
Asker: Komutan Yorgi’yi arıyorum.
Gerilla: Kimdir beni arayan?
Asker: Tanımadın mı beni, ben Yannis kardeşin.
Gerilla: Savaş Yannis, savaş bizi değiştirdi.
Asker: Yorgi, annemizi kaybettik, hücrede yatar halde bulmuşlar onu.
Annelerinin öldüğünü birbirlerine söyleyen iki kardeş birbirlerine sarılarak yere çömelip silahlarını alırlar bıraktıkları yerden... Yannis silahın ucuna bağladığı beyaz bayrağı çıkarır... İki kardeş, gerisin geri giderler kendi cephelerine doğru, kardeş olsalar dahi savaş sürmektedir... Çünkü savaş ikisini de değiştirmiştir.
Yaşlı kadın bu buluşmadan sonra, kardeşlerin ayrıldığını ve savaşın devam ettiğini, kaçan gerillaların sınır boylarında gözden kaybolduğunu Yorgi’nin karşıdaki evin yıkıntıları arasında yattığını söyler.
Eleni, kadının gösterdiği nehrin içindeki eve doğru koşar… Eleni, kayıkla Yorgi’ye doğru giderken Amerika'dan gönderilen mektupta yazılanlar duyulur.
“Mart 1945, Kerama Adaları
Pasifik'teki Amerikan üssü, Okinawa'nın 25 mil batısı
Eleni'm,
1 Aralık 1944 tarihli mektubunu düne kadar cebimde taşıyordum. Buraya gelebilmesi bile mucize, onca ay dünyanın etrafını dolaştıktan sonra. Hem gülüyor hem ağlıyorum. Tanrıya Şükür iyisiniz ve ülkemiz artık özgür. Çadırımda yalnız başıma sarhoş olarak kutladım bunu. Sizi unuttuğum için şikâyet ediyorsun. Bu nasıl olabilir? Bütün bu yıllar boyunca tek bir anım geçmedi, sizi düşünmediğim. Buradayız, bu tuhaf adalarda, sarı bir çamur nehrinin içindeyiz, silahlarımız ellerimizde günden güne çürüyoruz. 60,000 komando, 60,000 adam ölmek üzere Okinawa adlı cehenneme gitmek üzere yola çıkmayı beklerken.
Dün gece rüyamda, birlikte yola çıkıyorduk, nehrin kaynağını bulmak üzere. Yaşlı bir adam kılavuzluk yapıyordu. Biz yürüdükçe nehir küçülüyor ve binlerce küçük dereye bölünüyordu. Birdenbire, yukarıda, karla kaplı tepelerin altında yaşlı adam, güneşsiz ve nemli bir yerdeki yabani ot kaplı bir toprak parçasını gösterdi. Her bir ot yaprağı zaman zaman yumuşak toprağa düşen küçük çiğ damlaları tutuyordu. ''Bu çayır” dedi yaşlı adam, ''nehrin kaynağıdır''.
Sen uzandın ve nemli çimlere dokundun; elini kaldırdığında, birkaç damla aşağı yuvarlandı ve toprağa gözyaşı gibi düştüler...”
Mektup bittiğinde Eleni, oğlu Yorgi’nin yanına ulaşır.
“Yorgi'm!
Oğlum!
Benim canım oğlum!
Kalk, Yorgi'm!
Artık kimsem yok.
Düşüneceğim kimsem yok.
Gece bekleyeceğim kimsem yok.
Seveceğim kimsem yok.
Sen oydun.
Sen sendin.
Sen oydun.
Sen sendin.”
“Sen sendin, sen oydun” diye ağıt yakan Eleni, "savaş bizi değiştirdi" diyen Yorgi’nin kardeşi Yannis’i öldürdüğünü söylemek ister bize.
Eleni, yitirdiği, kaybettiği oğulları için toprağa gözyaşlarını bırakır. (KT/HK)
* Film: Ağlayan Çayır, Yönetmen: Theodor Angelopoulos