1974 yılından bugüne fotoğraf çeken fotoğrafçı İbrahim Akyürek, yıllar içinde fotoğraf üzerine yaptığı sunumları, kaleme aldığı yazıları ve verdiği söyleşileri “Hayatımız Fotoğraf” adını verdiği kitabında derledi.
Akyürek’in 1992 yılında, fotoğrafın sansürün en şiddetli biçimde hedefi haline geldiği dönemlerden birinde İnsancıl dergisine yazdığı “Fotoğraf ve Sansür” başlıklı yazısını yayınlıyoruz.
* * *
Her uğraş, ister sanat ister zanaat olsun özgür bir çalışma ortamında verimli olur. Amatör balıkçılık ilgi alanınız ise tuttuğunuz balıkların birilerince denize dökülmesi, oltanızın ya da balıkların elinizden alınması sizi şaşırtır, tedirgin eder, yardım beklersiniz öteki amatör balıkçılardan.
Bizler fotoğrafçılık uğraşısı içinde amatör duyarlılığımız ve heyecanımızla yer alıyoruz. Fotoğrafın farklı anlayış ve çalışma yöntemlerini benimsiyoruz. Ne var ki egemenlerin emir ve komutasındaki ekonomik politikalar çoğumuzu aynı ölçülerde etkiliyor. Bu uğraş alanına ayrılabilecek zaman ve maddi güç giderek sınırlanıyor. Fotoğrafçılığın uygulama ağırlıklı bir sanat dalı olması ve malzemelerinin sürekli yenilenmesi sınırlamanın boyutlarını çoğaltıyor. Daha farklı malzeme ve aracı uygulamada kullanmak, nitelikli yayınlar ortaya çıkarmak coşku verici düşler olarak kalıyor. Sanki binlerinin verdiği; “Çek-me,” “Sergile-me,” “Yayınla-ma,” “Uygula-ma” biçimindeki komutlarla sansürü ekonomik boyutlarıyla dolaylı olarak yaşıyoruz.
Sansürün bu boyutu yanında kültürel, politik, toplumsal dengeler içindeki yeri ise hepimizi aynı ölçüde etkilemiyor. Fotoğrafın kanıt, belge değeri taşıdığı, tüm gerçekliği ele verdiği (göze serdiği) durumlar farklı toplumsal güçlerce farklı tepkilerle karşılanabiliyor. Ortaya çıkan kanıt fotoğraf bir gücün (A diyelim) işine yararken, A’nın üretim sürecinde ilişkide bulunduğu öteki güç (B diyelim) aynı fotoğrafa olumsuz tepki gösterebiliyor. B, tepki duyduğu, rahatsız olduğu fotoğrafın çekilmesini engelleyebiliyor (çekim aşaması) ya da dolaştırılmasını, sergilenmesini, yayınlanmasını (sunum aşaması) yasaklayabiliyor.
Çevreyi kirleten bir fabrikanın ortaya çıkardığı sonuçların fotoğrafları birilerini rahatsız ederken birileri de bu fotoğrafları yararlı bulabiliyor. Minimata köyündeki çalışmaları sırasında Eugene Smith, kirliliğe ve hastalığa yol açan fabrika sahibinin adamlarınca dövülüp hastanelik edilirken dünyaya yayılan yapıtları, ilgileri bu balıkçı köyündeki sakat doğan çocuklara çekebiliyor.
Sabah gazetesi muhabiri İzzet Kezer elindeki beyaz bayrağıyla, boynundaki fotoğraf makinesiyle arkadaşlarının az uzağına düşerken ulaşmak istediği görüntüyü saptayamadan kendi görüntüsü ile öldüğü yöredeki gerçeğin billurlaşmış karesine dönüşebiliyor.
Fotoğrafın iletişim ve kanıt olma değeri farklı toplumsal güçlerce biliniyor olmalı ki haksızlığa uğrayanlar fotoğrafçıya gereksinim duyarlarken, haksızlığı yaratanlar en azından bulundukları ortamda insancıl olmaya çalışan fotoğrafçının varlığından tedirgin olabiliyorlar. Fotoğrafın toplumsal belleğin oluşturulmasında görsel tarih malzemesi olması, sanatın unutturmaya karşı savaşımında ayrıcalıklı işlevi bulunması egemenleri korkutuyor açıkçası.
Örnek mi?
1986 yılındaki bir gazete haberine göre Mandela’nm 1965’ten sonra fotoğrafının çekilmesine izin verilmemiş. En yakınları dışında kimse yüzünü görmemiş.
Eskişehir Cezaevi’ni dolaşan gazetecilere, “Zindanların fotoğrafım çekin” diye seslenen tutuklu ile öğrenci olayları sırasında dövülen gençleri görüntüleyen gazeteciye bir güvenlik görevlisinin “Çekmeyin ulan, vururum ” diyen sesi fotoğrafın yararları-zararları konusunda ipucu veriyor.
Foto muhabirlerinin Amerika’ya Vietnam Savaşı’nı kaybettirdiği söylenir. Amerikan gazetelerinde yayınlanmayıp arşive kaldırılan fotoğraflar zamanında yayınlansaydı belki de erken biterdi bu uzun savaş. Amerikan halkının vicdanı daha önceden harekete geçerdi. Vietnam Savaşı’nda görüntüden canları yanan Amerikalı yöneticilerin Körfez Savaşı’nda gazetecileri ve televizyon muhabirlerini havuza almaları önceki deneyimlerinin sonucu olmalı... Havuza alınmış fotoğrafçı iseniz ancak yetkililerle birlikte çekim bölgelerini gezebiliyor, belirli sınırın dışında çekim yapmanıza izin verilmiyor. (1992Ağustos ayında Şırnak’ta gazetecilere aynı yöntem uygulanmıştı.) Sonunda ölüsü gözükmeyen, teknolojisine övgüler yapılan savaş imajı zihinlerimize egemen oluyor. Güneydoğu’da ilan edilmemiş yasaklarla çekimleri engellenen yabancı gazetecilerden birinin sözleri dünyanın her yerinde geçerli olmalı: “Eğer bir yere gazeteci sokmuyorlarsa orada gizli saklı işler dönüyor demektir.”
Bu yasaklar karşısında festivallerde, tören yerlerinde, müzelerde, mahkeme salonlarında zaman zaman uygulanan fotoğraf çekim yasakları çok masum kalmalı.
Çekim ya da yaratma sürecinde fotoğrafçı, haksızlığı yaratanların (veya buna araç olanların) gözünden kaçmış, engellenememişse ne olacak?
AIDS’ten ölen Fotoğrafçı Robert Mapplethorpe’nin sergisi ABD’nin değişik kentlerinde sansüre uğradı ya da kapatıldı. Özgürlük yanlısı sanatseverler “Sansüre Hayır”, “Sanata Özgürlük” yazılı pankartlarıyla yürüdüler ve serginin yeniden açılmasını sağladılar. Bu sergiyi yasaklayan düşünce sınır taşımıyor olmalı ki AIDS konusunu işleyen Der Spiegel dergisinin (1988 yılı) Türkiye’de dağıtımı yapılan sayısının kapak fotoğrafı (çıplak insanlar var) enli sarı paket bantlarıyla gerekli yerleri kapatılarak satışa sunuldu. Yine aynı derginin Newroz olaylarının yer aldığı sayısı (1992 yılı) içindeki iki sayfa birbirine yapıştırılarak dağıtıma verildi. 1970'li yıllara uzanan fotoğraflı kart, takvim, posterleri toplatma geleneği yeni biçimleriyle sürüyor böylece...
Öte yandan “modem dünya”, “uygar batı” tanımları yasaklar konusunda hiç de umut vermiyor. Benetton’ın reklam kampanyalarında fotoğrafları kullanılan Olivero Toscani’nin başına gelenler sansürün evrenselliği konusunda şaşırtıcı örnekler oluyor.
1984 yılından bu yana dergilerde, büyük basımlarıyla kent duvar ve panolarında izlenen fotoğraflar, farklı ülkelerde farklı tepkilere neden oluyor. Haber, belge ve tasarlanmış fotoğraflardan oluşan reklamlar kimi ülkelerde yasaklanırken, kimi ülkelerde ödüller kazanıyor.
1989 yılında siyah ve beyaz eşitliğini vurgulayan kampanyalar başlatan şirket, ürünlerinden çok içeriğiyle ilgili tepki toplayan fotoğraflar kullanıyor. Birbirlerine kenetlenmiş siyah ve beyaz iki adam ve beyaz bebek emziren siyah bir kadına ait görüntüler tartışmalara neden olurken, siyah toplum siyahi bir kadının beyaz bir bebeği emzirmesine tepki göstermiş. Tartışmalar üzerine reklamı geri çeken şirket, amacının sürtüşmeyi değil eşitliği vurgulamak olduğunu açıklamış. Bu tek görüntü beş ayrı ülkede reklam ödülleri kazanmış.
1990-91 yılları kampanyaların artık evrensel değerler üzerinde yoğunlaştığı dönemler oluyor. Bu durumu Toscani, ‘‘Gerçek üzerine olan fotoğrafların tepki uyandırdığını fark ettik” sözleriyle açıklıyor. Kampanya sürüyor. Fransa’da bulunan seksen yıllık bir ABD mezarlığının fotoğrafı Körfez Savaşı’nın başlamasından iki gün sonra İngiltere, Fransa ve Almanya’da tartışmalardan sonra yayınlanabiliyor. Savaş bittikten sonra, tek kareye sıkışmış mezar taşları dizisini içeren fotoğraf önceden yasaklandığı gazetelerde yayınlanma şansı bulabiliyor. Yine aynı yıllarda, dillerini dışarı çıkaran siyah, beyaz ve sarı üç çocuğu görüntüleyen fotoğraf, Arap ülkelerinde iç organların teşhir edilmesinin pornografik ve yasak olduğu düşüncesiyle sansüre uğruyor.
En çok tartışılan ve sansüre uğrayan, göbek bağı kesilmiş bebek Guisy’nin fotoğrafı oluyor. İtalya, İngiltere, İrlanda ve Fransa’da billboardlardan indiriliyor. Tepkiler daha çok şu sözlerle dile getiriliyor: “Konunun aşırı derecede kaba ve çarpıcı olarak ortaya konulması... ”ya da “Toplumun hassasiyetini gözardı etmek... ”
Düşündürücü olan, dergilerde yayınlandığı sırada pek tepki çekmeyen fotoğrafların billboardlara çıkınca yasaklanması. Sanırım bu sonuç pek şaşırtıcı değil... Ortalığa dökülen görüntüler farklı kültürel değerlerin çatışmasını kolaylaştırıyor.
Sunum aşamasında fotoğrafların sansüre uğraması ülkemizde olağan sayılan davranışlara dönüşüyor zaman zaman. Karşınızda galeri görevlisi varsa; bazı fotoğrafları koymamanızı isteyebilir, sivil ya da resmi güvenlik görevlisi varsa; bazı fotoğrafları niçin çektiğinizi, ne anlatmak istediğinizi uzun uzun sorgulayabilir ya da üniversite yetkilisi bazı fotoğrafları çıkarmanızı yoksa başınızın belaya girebileceğini anımsatabilir. Sansürün boyutları sizin gibi düşünmeyen grupların serginizi kaba güçle yok etmesiyle de sonuçlanabilir. İrfan Demirkol’un 1975 yılında Amasra’da açtığı açık hava sergisinin dönemin MHP militanlarınca yıkılması ile 1989 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Basın Müzesi’nde İslamcı gruplarca basılan “Kadın Başlıkları” sergisi arasında yıllar olsa da yöntem değişmeyebiliyor.
Robert Mapplethorpe’nin kapatılan sergisinden sonra sokaklara dökülen sanatseverler, “Kapatılan bir sergi bizim özgürlüğümüze indirilmiş darbedir. Bizim yerimize başkalarının karar vermesini istemiyoruz” diyerek seslerini yükseltmişler. Okyanus ötesinden yükselen bu sese ülkemizde eklenecekler nelerdir? Boynunda fotoğraf makinesi taşıyanların canı yanarken, çekilen filmlere, makinelere el konulurken, projeksiyon makineleri rehin alınırken, sergiler toplatılırken ülkemiz fotoğraf çevreleri bu sanat dalma saygınlık kazandırma çabalarında ne kadar içtendirler? Yönetimlerden bağımsız, sivil baskı grubu olmaları beklenen fotoğraf demekleri, yaygınlaşmasına çaba gösterdikleri fotoğraf sanatının ve yaratıcılarının özgürlük sorununa niçin gözlerini kapamaktadır?
Bir an için amatör balıkçılık uğraş alanınız olsun. Oltanıza el konulsa, balıklarınız elinizden alınsa ya da denize atılsa, niçin balık tuttuğunuz uzun uzun sorgulansa... Ne yapılmasını beklersiniz kendiniz için? (İA/HK)
Not: Bu bildiri, 21-22 Kasım 1992’de Ankara’da toplanan AFSAD 4. Fotoğraf Sempozyumu için hazırlanmıştı. 1992 yılında İnsancıl Dergisi’nde yayınlandı.
İbrahim Akyürek kimdir? |
1950 Zonguldak doğumlu. 1968’de Zonguldak Çelikel, 1974’te İstanbul Orman Fakültesi’ni bitirdi. 1974’te fotoğrafa başladı ve İFSAK’a (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Demeği) üye oldu. 15 yıl İFSAK çalışmalarının aktif katılımcısı oldu. İlk sergisini 1975 yılında iki İFSAK üyesiyle birlikte “Halktan Yansıma” başlığı altında Zonguldak Soğuksu’da boş bir dükkânda açtı. Birol Üzmez ile “Madenciler”, Saffet Can ile “Kömürden Sonra Zonguldak”, Sevil Üzrek ile “Maga’da 24 Saat” sergilerini hazırladı.”Yaşamın İçinden”, “Balkayası”, “Bir İnsan Nasıl Kaybolur?”, “Trafik Canavarı” Neyi Gizler?”, “Gazhane’de Şenlik Var”, “Artistik Hareketler” başlıklı kişisel fotoğraf sergilerini gerçekleştirdi. “Savunma ve Havacılık Dergisindeki Reklamlar Ne Anlatır?”, “Bu Fotoğraflar Yayınlandı”, “Şebeke Şımar: Reklamlar” başlıklı derleme sergileri düzenledi. “Paşabahçe Türküsü”, “Direniş Tepesi”, “İnsan Haklarıyla İnsandır” isimli ortak dia gösterilerine katıldı. Ankara, İstanbul ve Zonguldak’tan 16 fotoğrafçının katıldığı, 50 ayrı mekânda gösterilen gezici “Madenci ve Zonguldak Grevi” başlıklı dia gösterisini Birol Üzmez ile birlikte derledi. Bu gösteriyi yaklaşık 3500 kişi izledi. 1985–1990 yıllan arasında (İFSAK) yönetim kumlu başkanlığı yaptı. Çalışmalarım farklı konulardaki fotoğraf çekimleri, fotoğraf dersleri, fotoğraf-hayat üzerine yazılan ve serbest gazetecilikle sürdürüyor. Bir yandan, Zonguldak’ta on beş yıldır kültür sanat ortamı sunan SergiOdası’nın yöneticiliğini yapıyor. Akyürek’in Eserleri: Hayatımız Zonguldak (Denemeler I, Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, 2014) Zonguldak Yazıları (Denemeler II, Kurgu Kültür Merkezi Yayınlan, 2014) Hayatımız Fotoğraf (Denemeler, Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, 2015) |