87. Akademi ödüllerinin galibi "Birdman," Alejandro G. Inarritu'dan yükselen bir cümbüş, büyük bir patlama, göz açıp kapayıncaya kadar hayata dair karmaşık denklemleri çözümleyiveren zorlu bir film. Riggan Thomson, eski bir Hollywood yıldızıdır. Gözden düşünce Broadway’de oyunculuğa başlamıştır. Ancak, şüpheleri, korkuları ve dizginleyemediği hırsıyla başa çıkabilecek midir?
Michael Keaton’ın canlandırdığı kahraman, mistik, kendi cennetine ulaşma derdinde sıradışı bir yaratık. Inarritu’nun yönetmenliğinde ise komik, çılgın, neşeli ve şovun devam etmesi için eğlencenin dozunu kaçırabilecek kadar hırslı bir bireye dönüşüyor.
Innarritu, Riggan’ın yeniden başarılı olma çabalarına yoğunlaşarak, metafizik yüklü hikayeyi hafifletiyor. Raymond Carver’ın kısa öyküsünden bir adaptasyon olan "Aşktan bahsederken neden söz ederiz" adlı bir oyunu sahneye koymak için canla başla uğraşan Riggan' ın asıl motivasyonunu da anlamamıza olanak sağlıyor. Riggan, yeniden ünlü olmak istemiyor, alkışların bağımlılık yaratan şakırtısını yeniden duymak istiyor sadece.
Tabii filmin temelinde süper kahraman filmlerine hürmet eden ve hala canlı kalan çekiciliğine rağmen yerini daha gerçekçi hikayelere bırakan çizgi roman kültlerine selam veren sempati dolu bir eğilim de var.
Birdman aynı zamanda, yönetmenin 21 Gram ya da Babil ile yakalayamadığı ironiyi ve mizahı da barındırıyor. Pervasızca yaratıcı, risklerle dolu patikalara gözü kapalı dalan bir karakter Riggan. Ancak zamanın gerisinde kalmış, demode olmaktan kurtulamıyor. Her daim kış uykusunda gibi. Özellikle uyuşturucu bağımlısı kızı Sam "Sen kimsin be. Blog’lardan nefret edersin. Twitter’la dalga geçersin, Facebook sayfan bile yok. Var olmayan asıl sensin. Bunu yapıyorsun, çünkü sen de diğer herkes gibi önemsiz olmaktan ölesiye korkuyorsun" diye çıkıştığında asıl meselenin unutulmak korkusu olduğunu anlayabiliyoruz.
Riggan, "Tek dertleri oyun bittiğinde pastalarını yemek, kahve içmek ve dedikodu yapmak için nereye gidecekleri olan 1000 kadar zengin, yaşlı beyazın” dikkatini çekmek zorunda olduğuna inanıyor. Başka bir deyişle kendisini çoktan unutmuş bir dünyayla ilişki kurmak için umutsuzca çırpınıyor. Riggan, bir nevi Don Kişot gibi, cesur fakat yanlış yolda. Birdman’in, yani bir zamanlar oynadığı süper kahramanın kendisiyle konuştuğunu duyuyor. Provalarda ve ilk gösterimde her şey felaket gidiyor. Oyun berbat. Her şey korkunç. Karakterler de aynı onları oynayan oyuncular gibi yoldan çıkmış, umutsuz insanlar.
Bütün bunlara Mike’ı (Edward Norton) oyuna dahil eden talihsiz kaza da eklenince olaylar iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Riggan ve ekibi, yakalanması zor duygusal bir gerçeklik peşinde koşuyorlar; ancak sıradan bir maskeli baloda boy gösterdikleri hissi yakalarını bir türlü bırakmıyor.
Bu filmde herhangi bir şeyin ya da karakterlerin hikayenin içinde durağanca yüzeceklerini düşünmek mümkün değil. Yine de, Riggan’ın naif halinin onu birçok sorundan kurtardığını söylememiz mümkün. Kahraman daha deneyimli iyi eğitimli aktörlerin üstesinden gelemeyeceği engelleri kolaylıkla aşıyor.
Ancak bu arada oynadığı rolle gerçek hayat arasındaki çizgi giderek flulaşıyor.
Michael Keaton, yıllar boyunca büyük bütçeli filmlerde oynamış ve artık işi bitmiş aktör rolünde oldukça başarılı. Gerçek hayatta da Beterböcek ve Batman gibi gişe filmlerinde oynadığından karakterle arasındaki bağ çok daha derin. Keaton, Riggan’ın uygunsuz cüretkar tavrını yakalıyor ve bunu kahramanca bir katalizöre çeviriyor.
Riggan, oyununa kötü eleştiri yazmakta olan Tabitha Dickinson’ı korkaklıkla suçlar ve kendisinin her şeyini riske atan bir aktör olduğunu savunur. Dickinson’ın cevabı oldukça iğneleyicidir: "Sen aktör değilsin, sen bir ünlüsün." Bu da yetmiyormuş gibi alter egosu Birdman de alay eder Riggan’la. Aslında bütün oyuncular birbirlerine acımasızca yaklaşmaktadır. Örneğin topluluktaki aktristlerden Lesly (Naomi Watts) fesatlıkla şaşkınlığı karıştırıyor. Riggan’ın kızı hakkında dedikodu yapıyor, Sam’in kulak misafiri olduğunu anlayınca inkar ediyor. Ama bir yandan da Mike sahnede gerçekten sevişmeyi önerdiğinde şoka giriyor. Mike ise uçlarda yaşayan serseri bir tip, ancak bir köşede oturup tembellik etmiyor ya da Riggan’ın “kızına asılmaktan vazgeçecek” kadar bağlı etik değerlere.
Riggan, açılış gecesi yaklaştıkça şüpheyle kıvranmaya başlıyor. Ve sokakta yürürken Birdman’in gölgesi kulağına fısıldıyor: "İnsanlara istediklerini ver: Eski moda kıyametvari bir porno.”
Ve tekrar bir süper kahraman olmayı hayal ettiğinde, Transformers filminden bir sahneye ışınlanıyoruz sanki. Helikopterler, roketatarlar, patlamalar her yanı sarıyor. "Kamuoyunun aksiyona ihtiyacı var" diyor Birdman. "Raymond Carver adaptasyonları gibi geveze, iç sıkıcı, felsefi saçmalıklara değil.”
Bu noktada Inarritu’nun sanatsal ahlak, başarı ve ödün verme hakkında görsel bir tanımlamaya giriştiğini fark ediyoruz. Broadway’deki oyun komik evet, ancak Riggan’ın eski karakteri Birdman de bir o kadar gülünç.
Bu durumda filmde Tabitha Dickinson’ın makalesindeki "Cehalet erdemdir" sözünün ne denli önemli bir yer tuttuğunu anlıyoruz. Yönetmene göre, bu olmadan oyuncular bir arpa boyu yol alamaz. Çünkü başarısız olma ya da aşağılanma riskini alacak kadar aptal ya da gururlu olamazlar.
Sonuçta sanatsal Everest’e ulaşma isteğinin tutku mu, saplantı mı ya da sadece bağımlılık mı olduğunu bilemeyiz. Ancak, yönetmene kulak verip onun izini sürdüğü karmaşaya akıl sır erdirmeye çalışabiliriz: "Sanat kimin içindir? Sanatçı kimdir?"
Inarritu, kulislerin renkli dünyasının, magazin klişelerinin ve Commedia dell'arte tiyatrosunun dünyasından haykırarak sesleniyor: "Sanatçı, acısından beslenerek bağımlılığını tatmin etmeye çalışan yarı deli bir sarhoştur ey ahali!" (ZŞG/AS)
* Zeynep Şenel Gencer, senarist.