Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi’nde yeni bir oyun başladı. ”Lillian”, Amerikan edebiyatının tanınmış isimlerinden Lillian Hellman’la ilgili otobiyografik bir oyun. Lillian Hellman da otobiyografik romanları ve tiyatro oyunlarıyla tanımış bir kişilik. Oyunun yazarı William Luce 1931 doğumlu çağdaş bir tiyatro, senaryo ve libretto yazarı. Lillian oyununu da ölmeden önce Lillian Hellman’la yaptığı bir dizi görüşme sonucu üretiyor. Oyun, 1985’den bu yana pek çok ülkede sahneleniyor.
Yetmiş dakikalık bu tek perdelik oyunu Orhan Alkaya sahneye koymuş. Aliye Uzunatağan Lillian’ı oynuyor ve yorumluyor. Sahne tasarımı Nurullah Tuncer’e, kostüm tasarımı Canan Göknil’e ait.
Orhan Alkaya, tek kişilik oyunların monoloğa dönüşen durağanlık tehlikesini, enine dikdörtgen bir sahnede, arka plan derinliğine sahip opak bir iç perde ve değişken ışık renkleriyle aşmayı denemiş. Oyuncuya mizansen sağlayacak bir hafif sandalyeler grubu ile iç trafiği çözümlemiş ve gerisini Aliye Uzunatağan’ın oyuncu ustalığına ve sahne deneyimine bırakmış.
Gala oyunları her zaman iç gerilimin yüksek olduğu gösterilerdir. Uzunatağan da ilk dakikalarda bu gerilimi yaşadı ama ilerleyen dakikalarda Hellman’ın dramına döndü ve rolünü denetledi. New Orleans’da bir plantasyonda doğmuş, kara derili dadılar ve sütanneleriyle büyümüş bir güneyli kız çocuğunun aykırı, emansipe ve feminist bir Amerikan aydınına dönüşme sürecinden kesitler aldı.
Oyunu ilginç kılan şeyler; Lillian Hellman’ın kişiliği, otuz yıl birlikte yaşadığı adamın Dashiel Hammet oluşu, sevgilisinin ve kendisinin, o dönemdeki pek çok demokrat ve barışsever Amerikan aydın ve sanatçısı gibi Mc Carthy adlı faşist Amerikan Senatörünün başkanlığını yaptığı ve Amerikan sağının kurguladığı “Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komitesi”nin (The House Committee on Un-American Activities - HUAC) gadrine uğratılması.
Bu komite (HUAC) taa 1938’lerde, Amerika’daki Nazi faaliyetlerini incelemek için işe başlamış, bir ara Ku Klux Klan’ı incelemiş ve daha sonra tüm hiddet ve şiddetini Amerikan Komünist Partisi’ne ve ilerici aydınlara yöneltmişti. 1947 yılında HUAC’ın tüm ilgi ve dikkatini Amerikan Film Endüstrisine yöneltmesi ve uzun süreli sorgulamalarla bu endüstrinin önde gelen oyuncuları, senaryo yazarları ve yönetmenlerini yargılaması, sayıları yüzlere varan insanların işsiz ve arkadaşsız kalmalarına yol açan ağır baskılara neden oldu. Komite önünde ifade vermeyi reddedenler daha da ağır koşullara uğratıldılar.
Bu süreçte, “Malta Şahini”nin ünlü yazarı Dashiel Hammet hapse atıldı ve altı ay kadar içeride kaldı. Lillian Hellman da komiteye ifade verdi ve isim vermeyi reddetti. Yazılı ifadesinde, “vicdanımı bu yılın modasına göre biçimlendiremem ve biçimlendirmeyi de istemem” dediği için kara listeye alındı. Kara Listedekiler uzun süre işsiz kaldılar ve daha sonraları da takma adlarla çalışmak zorunda kaldılar. Bu baskı 1960’lara kadar sürdü. Bu süreçte, devletle ve komite ile işbirliği yapan Walt Disney ve Ronald Regan gibi sağcılar servet ve devletle ikbal sahibi oldular.
Lillian’ı, bu arka plan bilgilerini akılda tutarak seyrederseniz daha iyi kavrayacağınızı düşünüyorum. Daha da meraklılarına Jane Fonda’nın başrolü oynadığı Lillian Hellman filmini de önerebilirim tabii.
Bu ölümlü ve yaşanası dünyada ne bezirgan saltanatı biter ne de zulüm! Her dönemde iki tip insan görürüz. Dik duranlar ve kıvırtanlar, yan çizenler, vicdanlarının kapısını kapatıverenler. Özellikle okumuşların kapısı çokça çalınır sabaha karşı. Kitapları, defterleri, beyin kıvrımları didiklenir, egemenlerce. Böyle zamanlarda dik durabilmek için topa tüfeğe değil sağlam bir bel kemiğine gerek vardır genelde. Bir de Orhan Alkaya’nın “entelektüel vicdan” dediği o nesneye… Lillian sizlere de buna yakın ve benzer düşünceler ve bir rahatsızlık kıpırtısı verebilirse eğer iyi bir oyun dersiniz. (AE/AS)