Elazığ sınırı bitip de Dersim'e girer girmez turuncu bir bolluk çoğalıyor önünüzde. Mevsim yaz, haliyle hava çok sıcak. O sıcak sanki yüreğe değmeye başlıyor şehrin içine girdikçe. Biraz pır pır ediyor sanki; gözlerinizi iyice açıp ileriye doğru uzanıp göremediklerinizi de görmeye çalışıyorsunuz. Sonra yerinizden kaykılıp “vardık mı” diye kendi arasında fısıldaşanların yükselen sesleri ve tam varır ayak başlayan muhabbetle içinize bir heyecan doluyor. Benim gibi yıllardır memleketine gitmemiş olanlardan farkı kalmıyor her sene festivale gidenlerin. Valizler alınırken neredeyse “haydi gidelim de bir soluklanma çayı içelim” demek üzere vedalaşılıyor.
Batıda kurulmayan cümleler
Merkezi çocukken görmüşüm en son. Çok şey değişmiş. Bir kere çocukken kocaman gelen her yer ufalmış, yetişkin hayatımın en özgür yanı olmuş. Memlekette adım başı tanıdık, hoş kimseyi tanımasan da herkes ahbap, herkes can. Kahvehanelere kadınlı erkekli oturup festival programını, biraz Dersim'i ve solcu abiler ablalar gibi memleketin halini tartışarak geçecek günler. Ve bu defa kısık sesle değil, basbayağı sesli sesli “özgürlük”, “Kürt hareketi” hatta dağ, taş diyerek. Batıda kurulmayan cümleler Dersim'de alabildiğine meşru ve hatta sıradan.
Dersim, bu sene 14.’sü düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali konuşmalarında da dendiği gibi memleketim diye demiyorum, birçok ideolojiyi, fraksiyonu özellikle de festival zamanı birleştirip birarada yaşamayı sağlayan hem siyasi hem kültürel yönden “kutsal” bir mekan haline geliyor. Çadırların kurulu olduğu bölgede ilk günden olmasa da ertesi günün akşamına doğru komün hayat hali ister istemez başlıyor. Yani biri gitarını çıkarıp Enternasyoneli söylerse karşısında durup dinlememek pek mümkün olmuyor. Ardından başlayan muhabbetle ertesi gün sofraya davet birarada devam ediyor. Sonra yine sabaha kadar memleketi kurtarma derdiyle birbirini tanıyıp karşındakinin fraksiyonunun nasıl beslendiğini öğreniyorsun. Böyle böyle kurulan ilişkiler festival bitine kadar sürüyor ve diğer seneye sözleşiliyor.
Esnafla, akranlarla, festivale katılanlar ve biraz da akraba, tanış muhabbetinden kalanlara göre bu yılki festival programı eskiye nazaran biraz eksikti. Orta kuşak pek aradığını bulamasa da genç kesim halinden hoşnut; sadece kalabalıktan biraz şikayetçi. Tabii kuşak çatışması sadece bununla sınırlı değil. Gençlerin gündüz sıcağı geçene kadar gölgelerde dinlenmesi, bazılarının Alevi inanışından kopuk halleri ve ideolojinin her konserde yinelenmesi orta kuşağı rahatsız edenlerden. Kanımca “Eskiden böyle değildi” cümlesinin sık sık söylendiği sohbetlerde gençler biraz ağır yargılanıyor. Çadır yaşamını “gereksiz” gören orta kuşak biraz o tarafa inebilse kaybolduğunu düşündükleri değerlerin farklı şekillerle yorumlanıp yaşandığını görebilir, genç nesil de ideolojiyi konserleri bölmeden, emeği yok saymadan yaşasa birlik daha olumlu bir halde yürütülebilir.
Hayatı şiirle yeneceğiz
Sokak duvarlarında Dersim katliamının belgeleri var. O günlerden kalmış fotoğraflar, Seyit Rıza... Baktığın her yer acıysa, bastığın yerde dökülmüş kan varsa mutlu olmak, romantik olmak biraz rüya aslında ama duyduğuma göre memleketin en mutsuz şehri Dersim'de bu acılar birleştiriyor herkesi. Burada ortak bir acı tarihi var ve Dersim'i halk saklıyor, içindeki bir gülü halk saklıyor hala.
Kurulan stantların hepsinde siyasi bir söylem, duruş kurulmuş halde. Salt siyasetle değil ama şiirle gelecek devrim, herkesin yanında bir kitap içinde bir mısra ya da kavrulmuş sıcağın ortasında bir türkü. Mırıldanmak çok aleni ve sesli. Yanından geçen bir diğeri türküye eşlik edebiliyor mesela. Batıda hiç duyulmamış ve fısıltıyla söylediğin halde öldürüldüğün türkülere.
Mücadele biraz biçim değiştirse de çoğalmış, HES olmuş, doğa olmuş. Anımsıyorum küçüktüm, gözelere gitmiştik. Kıyının biraz ilersinde bir taş vardı. Su çok soğuktu ve oraya kim gider diye iddialaşmıştık arkadaşlarla. Suya girer girmez ayakkabılarımız paramparça olmuştu. Annem de poşet bağlamıştı ayağımıza köye gidene kadar. Ben yine o Munzur'u bulurum sanıyordum. Hatta bu defa iddia büyür ve belki kazanırım diye kuruyordum. Ama suya yaklaştıkça söylentiler de artıyor: “Gözeler kurumuş”; “Akıntı kalmamış”; “Barajlar Munzur'u kurutmuş” diye hayıflanıyor herkes, “Suya girince karşıya kulaç atıp gitmeyi bırak, ayakta duramazdık” diyorlar.
Kulaç atması hala zor, ama suyun eski gücü kalmamış, ayakta durması kolay, mümkün. Annem suya girme akıntıya kapılırsın diyor ama eskiden nadir olan sakin akıntı çoğunluğa hakim. Baraj boğazını kesmiş çünkü Munzur'un ve suyun canı kalmamış, bitmiş.
İlk kez yapılan LGBT Onur yürüyüşü ve festivalin son gününe katılan, barışı ve özgürlüğü anlatan Demirtaş, tam da ihtiyacımız olan vedayı verdi hepimize. Halaylarla, sloganlarla ayrıldık birbirimizden. Bu sene, katılımcıların pek memnun kalmadığı festivalde benim açımdan tek sıkıntı çadır kurulan yerlerin ışıklandırılmasının olmaması ve festival programının dağınıklığı oldu. Bunların dışında umduğumdan daha fazlasını buldum, yıllardır aradığım evimi gördüm. Her yerde sadece Demirtaş'ın afişlerinin olduğu sokaklarda gönlümüzce konuştuk, söyledik ve dinledik. Hiçbir baskı olmadan, özgür olmanın güzel bir anını hissettik. Lakin zaman azaldı, dönme vakti geldi ve hepimiz susmakla hükümlü olduğumuz 'ev'lerimize dönmek üzere Dersim'den ayrıldık. Seneye tekrar özgür olmak üzere. (DÇ/HK)
* Fotoğraflar Didem Çelik