Filmin adını aldığı Estrella Morente’nin bu şarkısı ‘geçmişin acıları’, ‘bir zamanlar sahip olunan masumiyet’, ‘hayal kırıklıklarının derin üzüntüsü’ üstüne yapışmışsa da kadının aşka olan inancını yitirmediğinin tangosu ve Dönüş’ün şiire yansımasıdır.
Raimunda’nın göz yaşları içinde şarkıyı söylerken annesi Irene’nin aynı göz yaşları içinde yıllar önce kızına öğrettiği bu şarkıyı dinlemesi filmin kadının acılarına rağmen hayata karşı dik duruşuna dair bir vurgudur.
Aralarındaki ortak dildir bu şarkı, örtülü kalmış ‘geçmişin acıları’, ‘bir zamanlar sahip olunan masumiyetin’ kaybıyla yaşanan ‘devasa soğukluk’ ve ‘hayal kırıklıklarının derin üzüntüsü’nü dile getirir. ‘Geçen yılların ironisinin ardından’ akan gözyaşları anne kızın arasında konuşulmayan geçmişe gizli bir dönüş, bir hesaplaşmadır adeta. Yıllar önce, onlar çocukken öğretmişti Irene, bu şarkıyı kızlarına; çünkü kadınlar acılarını nesilden nesile aktarırlar ve tabii aşkla direnmeyi, aşkla dönüşmeyi; aşktır derdin dermanı ‘acıları sonsuza dek silen’.
Mezarlıkla tezat, adeta bir panayır havasında mezarları temizleyen kadınlarla başlar filmin ilk sahnesi.
Paula: Ne kadar çok dul kadın var.
Sole: Burada kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyorlar.
Anlıyoruz ki La Mancha çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir yer. Zaten köyde erkekleri sadece Paula teyzenin cenazesinde görüyoruz. Bu yer bir kadın dünyası, olabildiğine renkli, çiçekli ve özgür kadınlar. Kocalarını özleseler de kendi hayatlarının kontrolünü ellerinden bulundurmalarından dolayı özgürler ve yaşamlarında bir sükûnet, bir barış, bir canlılık var. Ölüm doğaldır, hayatın bir parçasıdır:
Volver a Amar (Aşka Dönmek) |
Ötesinde acılarımın eşiğinin, Hatalarımın ve başarısızlıklarımın, Geçmişin acılarının Ve unutulan aşkların ardından Bir zamanlar sahip olduğum masumiyetten sonra Geçen yılların ironisin ardından Tüm arta kalan, devasa soğukluk Hayal kırıklıklarının derin üzüntüsü Ve sen hayatıma güneş gibi gel ki Aşkın narin berraklığı gibi olsun Sabah rüzgarının kokusu gibi Acılarımı sonsuza dek sil Bir kez daha dönmek aşka Yeniden doğmak sende Senin yansımanda Tüm boşluklarını ruhumun Senin ışığınla doldurmak Bir kez daha dönmek aşka Ve artık hissetmek aşkı Hep benim yanımda kalacağını Ve hiç gitmeyeceğini bilmek Ancak böyle yaşar içimde Bana verdiğin o tatlı aşk. |
Raimunda: …buranın geleneğidir, bir mezar satın alıp hayatları boyunca orayla ilgilenirler. Tıpkı ikinci evleri gibi.
Sole: …gelenek işte!
Ya da Agustina’nın dediği gibi: Mezarıma göz atmak istiyorum. Temizlemek beni rahatlatıyor.
Bu kadercilikten öte hayatın diyalektiğini kavramaktır. Ölümün soğukluğu değildir, acısı değildir vurgulanan. Çiçekler içinde, ikinci evleri olan kendi mezarlarını temizleyen kadınlar şendir çünkü ölüm ‘yeniden doğmaktır’ ve bir dönüş olacaktır aşka. Bu rahatlatan bir gelenektir, anneden kıza aktarılan şarkıda olduğu gibi ve kadınlar geleneklerine bağlıdır. Ama en önemlisi kadın aşka bağlıdır. Kocalar mezardadır, mezar ‘ikinci evdir’ ve her temizlik ‘bir kez daha dönmektir aşka’.
Tüm bunlara rağmen aşk sarhoşu değildir kadın;
Paco: Yarın boşum, sonraki gün de. Beni kovdular!
Raimunda: Aman tanrım! Pazar günleri için de iş bulucam. Başka boş günüm yok çünkü.
Sorunların karşısında dimdik ayakta durandır kadın, yaşadığı sıkıntılarla güç kazanmıştır.
Feodal sistemin dayatmış olduğu erkeğin aile içindeki ekonomik erkinin ötesinde ‘tek boş günü olan pazar günleri için de iş bularak’ aile geçimini sırtlanmaktadır. Bu sırtlanma çilekeş kadın rolünden ziyade kendisi ve ailesinin yaşamını idame ettiren, sosyo ekonomik güce sahip bir kadın statüsüdür.
Toplumun yemek, ütü, temizlik yapmak, çocuk büyütmek temelindeki hane içi işleriyle ilgilenmekten öte bir sorumluluk atfetmediği kadın kaygılıdır. “Futbolu unutsan iyi olacak. Yakında kablolu televizyonumuz da olmayacak. Biz yoksul bir aileyiz ve ona göre yaşamalıyız” derken yaşamının gerçekliğiyle ilgili farkındalığıyla ekonomik kaygılar taşımaktadır Raimunda. Tüm bunlara rağmen yatakta “bana kızdın mı” diyen Paco’ya “hayır, teyzem için çok endişeleniyorum” derken olgunluğun erdemini vurgular. Yaşamının sorunsal merkezine erkeği koymadığı gibi, problemli durumla ilgili ‘kızgınlık’, ajite olmuş bir umutsuzluk, kadınlara atfedilmiş ‘mızmızlık’ yoktur, duyguları yaşamın gerektirdiği ‘endişeler ’dir.
Almodovar renkleri de konuşturmuştur. Kadınların dünyası rengârenktir, çiçeklidir, bazen kırmızıya boyanır. Hayattır, ölümdür, kandır, tutkudur kırmızı. Raimunda kırmızı çantasıyladır sürekli, arabaları kırmızıdır, mutlaka kırmızı bir giysileri vardır kadınların, hayat timsali. Raimunda evine dönmek üzere akşam işten çıkar, sahnede kırmızı belirir; Paula kırmızı tişörtüyle kırmızı bir durakta bekler, o esnada kırmızı otobüsten Raimunda iner üzerinde kırmızı kazağı. Her şey kıpkırmızı bu sahnede: motosiklet, çanta, park etmiş araba, askıdaki eşofman, çerçeveler. Bu kadar kırmızı hayra alamet değildir. Ölümdür, kandır, elemdir, on dört yaşındaki Paula’nın hayatının dönüşümüdür burada kırmızı. Öz babası olarak bildiği Paco, Paula’yı taciz etmiştir ve da babasını bıçaklayarak öldürmüştür. Artık O’nun da hayatına girmiştir kırmızının acısı.
Kadınlar dayanışır, dayanışmalıdırlar da. Kapitalist sistemin çarkında, feodal sistemin zincirlerinde ve erkek egemenliğin döngüsünde birlik olarak, dayanışarak ve ‘yalnız olmayarak’ daha da güçlenir kadın. Dayanışma ile farkındalıklarını arttırırken, yaşamın içindeki zorluklara ve acılara direnmelerinde ve bireysel özgürlüklerini kazanmalarında birliğin, beraberliğin yolunun öneminin bilincindedirler. Film içerisinde serpilmiş bir çok diyalog fazlasıyla vurgusu yapılarak kadın dayanışması ve dostluğu üzerinden yürümektedir:
Paula Teyze: Agustina ekmeğimi getiriyor, annen de yemeklerimi yapıyor…
Agustina (Paula teyze için): …ben bunu severek yapıyorum… O’na göz kulak oluyorum.
Raimunda: …senden alsam olur mu? Parasını yarın veririm.
Arkadaşı: Elbette. Sözünü bile etmeye değmez, hiç sorun değil.
* * *
Raimunda (arkadaşlarına): …sana fazladan üç avro daha vericem. Sana gelince üç yerine tam dört kutu kurabiye parası ödiycem.
* * *
Raimunda: şey, şunu taşımama yardım eder misin, tek başıma kaldıramam… restorana götürücez. Taşıma konusunda uzman sensin bizi yönlendir.
* * *
Raimunda (babasını öldüren kızına): Paula! O’nu ben öldürdüm. Sen evde bile değildin, hiç bişi görmedin tamam mı? Bunu sakın aklından çıkarma.
* * *
Arkadaşı :… bana güvenebilirsin, ben çok güzel tatlı yaparım…
Arkadaşı: Evet ben de akşamları içki servisi yaparım.
Raimunda (Sole’ye): …size güveniyorum kızlar, teşekkür ederim.
Yön: Pedro Almodóvar Sen: Pedro Almodóvar Oyn: Penélope Cruz (Raimunda), Carmen Maura (Irene - Raimunda ile Sole'nin annesi), Lola Dueñas (Sole), Yohana Cobo (Paula - Raimunda'nın kızı), Antonio de la Torre Paco (Raimunda'nın kocası) Yapım yılı: 2006, İspanya |
Kadınlar arası bu dayanışma, güven ve dostluk üzerinden yürüür. Sistemin yalnızlaştırdığı ve bireyselleştirdiği insanın yanı sıra inadına birliktedirler. Birbirlerine arkalarını yaslayabildikleri gibi bir cinayeti bile onun yerine üstüne alarak birbirlerinin arkalarını kollayan dostlardır kadınlar. İzole yaşamlar, bireysel, bencil kişilikler yoktur kadının dünyasında öyle ki dostluğun, arkadaşlığın daha da öteye gittiği bir yoldaşlığa dönüşmektedir. Irene’nin dediği gibi ‘dul bir kadının annesinden daha iyi arkadaşı olabilir mi?’
Bir kadın hele ki anneyse ve bu dayanışma zincirini bir yerlerde kırmışsa, kızını öz babasından korumamışsa artık öfke zamanıdır:
Sole: Burada kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyorlar.
Zavallı annem hariç.
Raimunda (Öfkeyle bakarak): Annem şanslıydı. Son nefesini en çok sevdiği adamın, babamın kollarında verdi.
Sole: Hem de yanarak. Olabilecek en kötü ölüm.
Raimunda: İkisi de uyuyordu, ruhları bile duymadı.
Sole: Öyle bile olsa nasıl böyle konuşursun, anlamıyorum.
Anlamadığı bilmediklerindendi, kadınlar sırlarıyla vardır ve o sırların ardında ‘olabilecek en kötü ölüm’ü bile ‘şanslı’ olarak atfettirecek öfke, hayal kırıklığı gizlidir. Burada dikkati çeken en önemli vurgu öfkenin yönüdür. Öyle ki bu öfke onlu yaşlarda kızını taciz eden, hamile bırakan ve hem kızını hem çocuğunu doğurmasına sebep olan babadan ziyade tüm bunları bilip de göz yumduğu düşünülen anneyedir. Anneler çocuklarını korumalıdır, bu öz babalarından olduğu anlar bile olsa. Bu öfke suskunlaradır, hiçbir şey yapmadan olup bitenlere göz yumanlara. Göz yummak, bilip de susmak, gerçekleri görmezden gelmek bir çocuğun ‘masumiyetini’ ‘hayal kırıklıklarının derin üzüntüsü’ ne bırakır. Hiçbir şey yapmamak, ne kadar kötü de olsa bir şey yapanın yaptığından daha kötü olur. Toplumsal duyarsızlık ya da farkında olmama durumu olarak adlandırılsın, bir şeyleri dönüştürme gücünü kullanmadığımızda bir insanın hayatını ‘devasa bir soğukluğa’ terk ederiz.
Bu öfke toplumun içinde doğan, hanelerin içinde büyüyen, babalar, amcalar, kardeşler, dayılar, yeğenler tarafından yapılan ensestedir. Bu öfke feodal düzenin erkek egemen toplumlarında gizli saklı yaşanan, üzeri örtülen, yok sayılan evrensel bir kadın sorununadır. Toplumların, kültürel normların ve kamusal yaptırımların ensest sorununa bu kadar uzak olmasının bir yönü sorunu anlayışımızdaki temel bozukluklardır. Bu bağlamda kurumsal olarak ailenin ve ailenin kutsallığının yeniden gözden geçirilmesi önemlidir. Bir yandan namus anlayışının yeniden sorgulanması, toplumsal bilinç ve duyarlılığın oluşturulması, sosyal baskı mekanizmalarının çözümlenmesi ve hükümet politikalarının düzenlenmesi gerekmektedir. Ensesti önlemek adına destek sistemleri devrede olmalıdır, burada bir kadın olarak annenin desteği ve rolü önemlidir.
Raimunda (ağlayarak): Sen ölmemiş miydin.
Irene: Senden özür dilemek için geldim. Olanlardan haberim yoktu. Tahmin bile edemezdim. …ama ölmüş olsaydım bile geri gelir, olup bitenleri anlayamadığım için beni affetmeni isterdim. O zamanlar kördüm… ve inanamadım, nasıl olurda gözlerimin önünde böyle korkunç bir şey olurken ben fark edemedim. Ama sonra her şeyi anladım. Senin suskunluğunu neden benden uzaklaştığını… bunları anladığımda ne yapacağımı bilemedim, kulübeye babanın gözlerini oymaya gittim. …kulübeyi ateşe verdim… uyanacak vakitleri bile olmadı…
Raimunda: Senden hiç bir şey farketmediğin için nefret etmedim, anne.
Irene: Ne olursa olsun, haklıydın bi tanem.
‘Tahmin bile edilemez’ böylesi bir durumda annelerin, toplumun, kurumların ‘kör olması’, ‘fark edememesi’ bir itiraftan öte ‘özür dilenmesi’ gereken bir suçtur. Toplumu ve bireyi sarmış olan ensest körleşmesinden kurtulup bir şeyler yapmaya başladığımızda ancak affedileceğiz. Bunun farkındalığıyla ‘her şeyi anlayan’ annenin yaptığı yapabileceklerinin en uç noktasıdır: ‘gözlerini oymaya gitmek’ hatta ‘kulübeyi ateşe vererek’ olayın failini öldürmek. Öldürmeyi metaforik olarak düşündüğümüzde bir şeyler yapmanın ucunun olmadığı ve çözüm mekanizmasının intikamdan öte kökten bir yok ediş, soruna kökten bir çözüm bulma olduğunu düşünebiliriz. Bir yangını başlatmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir.
Bir yerlerde toplumsal yangınların başlamadığı noktada bireysel yangınlar olacak, dünyanın birçok yerinden benzeri diyaloglar yükselecektir:
Paula (ağlayarak): Mutfaktaydım. Arkamda duruyordu, sonra birden üzerime atladı. Çok sarhoştu, ‘ne yapıyorsun’ diye sordum. Ben senin baban değilim dedi. O’nu ittim. Daha sonra tekrar kalkıp bana sarıldı. Bi daha ittim. (duraklayıp, ağlar) Fermuarını açtı. Yanlış bir şey olmadığını babam olmadığını söylüyordu. (duraklayıp, ağlar) Çekmeceden bir bıçak aldım. Tehdit etmek için, sadece korkutmak için. (duraklayıp, ağlar) Ama bana inanmadı. Bi şey yapamazsın dedi sonrada üzerime atladı. (duraklama, anne-kız birbirine sarılır) Napıcaksın anne? (GB/HK)
* Gözde Buğuş. Ankara Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümünde Yüksek Lisans Öğrencisi.