bianet editörleri, yazarları ve dostları her biamag günü izledikleri filmleri, okurlarıyla paylaşıyor. Yani “Biz izledik, beğendik, izlemediyseniz izleyin; izlediyseniz belki yeniden izlersiniz” diyorlar…
1900
(Novecento, 1976)
Yön: Bernardo Bertolucci
Oyn: Robert de Niro, Gerard Depardieu, Dominique Sanda
Faşizm nasıl ortaya çıkar?
Film 1900-1945 arasında, İtalya’da geçiyor. Faşizm yükselirken, köylülerin kabullenişi ve direnişini de izliyoruz. (Ayça Söylemez)
The Taqwacores
(The Taqwacores, 2010)
Yön: Eyad Zahra
Oyn: Bobby Naderi, Noureen DeWulf, Dominic Rains
New York’ta Pakistanlı bir mühendislik öğrencisi, Müslüman punkların yaşadığı bir binaya taşınıyor ve Taqwacore kültürüyle tanışıyor. Evde gündüzleri İslami sohbetler düzenip dua ediliyor, akşamları punk partileri düzenleniyor. Mohikan bir imam, mor burmalı kadınlar, gey Müslümanlar, binada düzenlenen bir Taqwacore festivali, kadınlar ve eşcinseller olduğu için kapıdan içeri bile girmeyen beyaz entarili bir Taqwacore grubu... (Çiçek Tahaoğlu)
Hotel Ruanda
(Hotel Rwanda - 2004)
Yön: Terry George
Oyn: Don Cheadle, Sophie Okonedo, Nick Nolte, Fana Mokoena, Joaquin Phoenix, Jean Reno.
Afrika’nın kalbinde küçücük bir ülke Ruanda. Uganda, Burundi, Kongo ve Tanzanya ile çevrili. Nüfusu 10 milyon. Tarihi acılarla bezeli. Çok değil, bundan 15 yıl önce, dünyanın bir kısmı yeni binyılın eşiğinde farazi kıyamet senaryolarıyla eğleşirken, Ruanda nüfusunun yüzde 10’unu, tam bir milyon insanını 100 gün gibi kısa bir sürede soykırım vahşetine kurban verdi. Belçikalı sömürgecilerin marifetiyle Hutular ve Tutsiler diye iki uydurma etnik gruba bölünen ülke, üstelik Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün burnunun dibinde ve tüm dünya medyasının gözünün önünde yüzyılın en büyük cinnetini geçirdi ve kimsenin kılı bir kıpırdamadı. İşte Hotel Rwanda bu vahşetin, bu duyarsızlığın, bu lanetli tarihin öyküsünü anlatıyor. Ülkenin en lüks otelinde müdür yardımcısı olarak çalışan ve soykırım başladığında sadece kendi ailesini değil, tanıdığı, tanımadığı, 1200’den fazla yurttaşını korumak için tüm servetini ve bağlantılarını seferber eden Paul Rusesabagina bugün ülkesinde gerçek bir kahraman olarak anılıyor. En azından bazıları tarafından. Terry George’un filminin merkezine yerleştirdiği Rusesabagina’nın hikayesi kimi açılardan Spielberg imzalı Schindler’s List’i anımsatıyor. Her şeyiyle mükemmel kült bir film. Aynı konuyu işleyen dört film daha var, hepsini izlemek gerek. (Mustafa sütlaş)
#chicagoGirl
(#chicagoGirl: The Social Network Takes on a Dictator – 2013)
Yön: Joe Piscatella
#chicagoGirl Chicago’da yaşayan sıradan bir lise öğrencisinin Suriye’de çatışmanın başlamasıyla interneti diktatörlüğe karşı kullanışının hikayesi. Filmde 19 yaşındaki Ala'a Basatneh’nın Suriye’de rejimin gizlediği gerçekleri dünyaya duyurmak için “bilgisayar başından” yürüttüğü mücadeleyi izliyoruz. (Elif Akgül)
Stranger Than Paradise
(Stranger Than Paradise - 1984)
Yön: Jim Jarmusch
Oyn: John Lurie, Eszter Balint, Richard Edson, Tom DiCillo.
Televizyonun henüz Avrupa topraklarına ulaşmadığı bir dönemde, ABD’ye göç eden Budapeşteli Eva’nin ilk durağı New York’taki kuzen Willie’dir. New York’taki ilk buluşmada yaşanan buzlar, Cleveland’deki ikinci buluşmada hızla erir. Bundan sonra hikaye üçüncü “perdesine” evrilerek Willie, kumarbaz arkadaşı Eddie ve Eva’nın Florida’ya araba yolculuğuyla devam eder. Günlük hayattan uzun kesitler ve ince ayrıntılarla dolu film, Only Lovers Left Alive ardından Jim Jarmusch’ın absürd sinematografisine doyamayanlara tavsiye edilir. (Barış Mumyakmaz)
Machuca
(Machuca - 2004)
Yön: Andres Wood
Oyn: Matias Quer, Ariel Mateluna, Manuela Martelli
Machuca, Şili’de 1973’te general Pinochet’in Salvador Allende’yi devirdiği kanlı darbeyi Pedro Machuca ve Gonzola Infante adlı iki küçük çocuğun yaşamları üzerinden anlatıyor. (Ekin Karaca)