“Türban tartışmaları çocukluğumdan beri hayatımın parçasıydı. Laik düşünceli bir ailenin üyesi olmama rağmen toplumun çoğunluğunu etkileyen türban çekişmelerinden uzak değildim.
“Gündelik hayatta türbanlı kadınlara devletin yaptığı ayrımcılık içime attığım bir sıkıntıydı. Onların ayrımcılığa uğradığını söylemek çevremde gericilikle bir tutulduğundan ya susuyor ya rol yapıyor ya da bu konulara hiç kafam ermezmiş gibi davranıyordum.
“Ancak sanatın çözüm önerme veya daha fazla soru önerme gücünü fark edince bu konuda bir şeyler üretebileceğimin farkına varmıştım. Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Balosu’na bakanların türbanlı eşleriyle gelmesini engellemek için tek kişilik davetiyeler gönderince bu saygısız uygulamadan etkilendim. Bir şey yapmak, tepki vermek istedim.
“Konu yazmaya başladığım stres başlıklı tezimle de örtüşüyordu. İslam dininin kuralları, laik devletin yaptırımları, muhafazakar Müslümanlar ile aşırı dincilerin türbana yükledikleri politik ve ahlaki rol türbanlı kadınlar üzerindeki üç ana stres faktörüydü.
“Türbanlı kadınların yaşadığı bu stresi kendi vücuduma uygulamak için İstanbul pazarlarından topladığım değişik türbanları değişik biçimlerde takarak stüdyoda kurulmuş bir video kamera önünde bir performans yaptım” diyen Köken Ergun’un kendi bedenini de kullandığı ilk işlerinden biri: Untitled (İsimsiz) videosu.
Salt Ulus’ta izledim Köken Ergun’un süresi sekiz dakika, etkisi çok daha fazla süren videosunu. O birçok türbanı takıp çıkarırken bedeninde oluşan stresi –özellikle finalde- izleyiciye başarıyla aktararak onu da dahil ediyor.
“Aşura’ adlı çalışmasıyla Berlin Film Festivali’nden bu yıl ödülle dönen Ergun’un video işlerinden “Ben Askerim”, “Bayrak”,”Wedding”, “Tanklove”, “Binibining Vaadedilmiş Topraklar” ile “Binibining Vaadedilmiş Topraklar - Röportajlar” gibi eserlerinin yer aldığı ve adını Elias Canetti’nın aynı adlı kitabından alan “Kitle ve İktidar” sanatçının ilk kişisel sergisi.
Montajın sihri
Ege Berensel’in “Milli Bayramları, askeri törenleri, darbe gösterilerini, düğün törenlerini, güzellik yarışmalarını, dini ritüelleri ve bütün bunların insanların bedenleri üzerinde biriken izlerin, jestlerin, imaj rejimlerinin görsel antropolojisini araştırıyor” dediği Ergun’un çalışmaları “Aşura” da dahil daha önce Gezici Festival’in Ankara ayağında gösterilmişti.
“Sinemanın anlatım dili bedensel ve duygusal olarak daha samimi. Tiyatroda seyirci ile oyuncu arasında, oyuncunun bedeni aracılık yapar. Sinema oyuncunun aracılık yükünü insan vücudundaki gözün işlevlerini taklit eden bir başka araç kullanır: kamera. Bu sayede oyuncu vücudunu deforme etmek zorunda kalmaz; tabii ışık, kostüm ve gerekirse özel efektler sayesinde. Sinemada oyuncu sesini kamera ve mikrofon sayesinde yükseltmek, büyütmek güzelleştirmek zorunda kalmadığından doğal daha yaklaşmış olur.
“Güncel sanatla tanışınca kendimi hiçbir yerde olmadığı kadar rahat hissetmiştim. Sanatta tiyatro ve sinemada göremediğim kadar özgür alanlarla karşılaşmıştım. Video kamera ile yaptığım ilk işler performatifti.
“Kamera insan bedeninde gözün işlevlerini taklit ediyorsa montaj da gözün gördüklerine anlam veren beynin işlevini taklit ediyordu. Böylece sinema ya da videoda seyirci ile yapıt arasına kameradan sonra ikinci bir aracı giriyordu: montaj. Canlı yayın olmadığı sürece eserler seyircinin önüne montajlanmış olarak çıkıyordu, çıkmalıydı. Bu bizi gerçekten daha uzaklaştıracağa benzese de belgesel bir tarzda yapılmış bir video işinde aslında daha da yakına getiriyordu” diyen Ergun’un çalışmaları gerçekten özel.
Milliyetçilikle savaş
Sanatçının çift kanallı yerleştirmesinden örnek verelim. “Bayrak” dokuz dakikalık 2006 tarihli bir video. Hepimizin çocukluğunda dahil olduğu, daha sonraki yaşlarında da bir şekilde tanık olduğu 23 Nisan törenlerindeki suniliği bilirsiniz. Minnacık çocukların kendilerini parçalar halde şiir okurken, kendinden büyük lafların yer aldığı konuşmaları yaparken... Sanatçı; 23 Nisan törenlerinden birinde beş yaşındaki bir kız çocuğunu, A. Nihat Asyalı’nın ‘Bayrak’ adlı uzun şiirini okurken çekmiş.
Çocuğun bedenindeki stresi, sesindeki şiddeti, ‘mezarını kazacağım’, ‘yuvasını kazacağım’ derkenki yüz ifadesini, ‘suni’ milliyetçiliğinin sesine yansımasını hissediyorsunuz ve bu sizi rahatsız ediyor; bildik nedenlerle.
“Bayrak” bitiyor, 2005 tarihli yedi dakikalık “Ben Askerim” videosu başlıyor. 19 Mayıs törenindeki askeri öğrencilerin sportif gösterisi ve yaşı 40’lara gelmiş bir subayın askerlik üzerine şiirsel laflar ettiği konuşmasını izliyoruz.
Ergun “Sadece ülkemde değil tüm dünyada atağa kalkan milliyetçilikle olan kişisel savaşımda bu işi yapmak bana çok yardımcı olmuştu. Şimdi onu ne kadar çok gösterirsem o kadar rahatlıyorum”, diyor bu çalışmaları için.
“Tanklove” çalışması 4.Şubat.1997’de Sincan’daki tanklı güç gösterisinin yıllar sonra Danimarka’nın bir köyünde tekrarlanmasına ilişkin bir performans.
Son bir örnek “Binibining Vaadedilmiş Topraklar- Röportajlar” çalışması. İsrail’de yatalak bir yaşlı kadına bakan ve değişik dergiler de muhabirlik yapan iki çocuk annesi Filipinli Mary Lou Sulit; işini, tanrı inancını, çalışma koşullarını aktarıyor doğal ve süslemesiz. Onu seyrederken söylemediklerinin boşluklarını da dolduruyorsunuz.
Güncel sanata ilişkin bilgisi sınırlı ama ilgisi olan biri olarak Köken Ergun’un yaptığı video işlerinde seyircisiyle kurduğu iletişimin de önemli olduğunu düşünüyorum.
5 Aralık 2013’te açılan ve 16 Şubat 2014’e kadar açık kalacak olan serginin ilerideki günlerinde “Aşura”yı izleme olanağımız olacak mı bilmiyorum. Sanatçının belgesel tarzındaki hayata dair ve hayatın içinden seçtiği konulara, farklı sosyal grupların kimlik ve temsil ritüellerine ilişkin video çalışmalarını seyretme olanağı şimdilik sadece Ankaralıların. (ŞD/YY)